Tekâmül yolunda başlangıcın hudut taşı kurban
"Akşam kente bir Meryem gibi girer
Bir çocuk kutsal bir çocuk doğurur gibi
Her yönden bir ses yükselir bu karanlık nedir
Kurban kesilirkenki karanlık
İbrahim’in bıçağındaki karanlık loşluk aydınlık
Keskin ışık
İsmail
İsmail bir çocuk başından serçe geçen
Mavi bir gül nöbeti sertçe geçen
Omzundan arşlar dökülen"
Sezai Karakoç, Köpük, Şiirler III
Kurban Bayramı’nı idrak edecek olmanın sevincini yaşarken, ümmet coğrafyasının sınır taşı Filistin/Gazze’de 7 Ekim 2023’ten beri, her geçen gün Siyonist İsrail katliamlarına bir yenisini eklemektedir. İsrail barbarlığının kurbanları olan ümmetin işaret taşları çocuklarımızın yanmış/parçalanmış bedenleri gözlerimizin önünden bir an bile olsun gitmiyor. Artık hayvanlardan da aşağılık/beter oldukları kanaati hasıl olan cinayet şebekesi İsrail yönetimi tarafından işlenen cinayetler karşısında nefes almakta bile zorlanıyoruz. Annelerin ağlayışları, çocukların çığlıkları, göğsümüze baskı yapan acıyı alevlendirmektedir. Ciğerimizi dağlayan bir diğer acı ise, İsrail’in önceki katliamlarında olduğu gibi son olarak Gazze’nin Nusayrat Mülteci Kampı katliamı da kınamaktan/lanetlemekten öte adım atamayan İslam ülkeleri ve diğer ülkelerin bir acziyet içinde, cinayet şebekesi İsrail’in barbarca vahşetine dur diyemiyor olmasıdır.
Ancak, korumasız insanlara karşı hak hukuk ihlal eden zalimlerin yaptıkları yanlarına kar kalmayacaktır.“ (Resulüm!) Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim: 14/42) Tefsirlerimiz bu âyetin gücün/servetin veya yasaların arkasına sığınan zalimlerin zulümlerine karşı mazlumlar için bir teselli, zalimler için bir tehdit, bir hesap sormayı ifade ettiğini söylemişlerdir. Bu durumda zulme uğrayanlar ve zulüm karşısında çaresiz kalanlar, asla ilahi adaletten, Allah’ın zalimlere gerekli cezayı vereceği hakikatinden şüpheye düşmemeleri lazım. Zalimlerin gözlerinin korku, hayret ve panik halinde yuvalarından fırlayacağı günü beklesinler. Bizler de bugün Gazze’de işlenen cinayetler karşısında ayet-i kerimenin hikmetine sığınacağız.
Hangi inanç, hurafe ve saiklerle yapılırsa yapılsın İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği insanlık dışı barbarca vahşet “böyle bir şeyi hiçbir hayvan bile asla yapmaz” dedirten cinstedir. Siyonist İsrail ve şürekasının Gazze’de gerçekleştirdikleri soykırım tümüyle bir sapma ve azgınlık haleti ruhiyesiyle sürdürülmektedir. Yüzyılımızın ender düşünürlerden bir olan Aliya İzzetbegoviç: “zoolojik hususların, bir anda insani hususların önüne geçtiği bu fenomeni “vahşinin kompleksi” olarak adlandırıyor.”1
15. yüzyılın son çeyreğinde Endülüs’te üç milyon Müslümanı soykırımdan geçiren Avrupa, 20. yüzyılın son çeyreğinde Bosna’yı ikinci bir Endülüs yapma konusunda çoktan karar vermişti. Günümüzde de Siyonist İsrail/ABD, Filistin/Gazze’yi tekrar bir Endülüs yapmak için her yolu deniyor. Aliya, henüz tümden hayvanlaştığına inanmak istemediği dünyanın vicdanını, ahlaki duyarlılığını harekete geçirme yolunu seçtiği gibi bugün acıların fideliği Gazze’de işlenen cinayetler için [İsrail’in anlayacağı dilden cevap vermek mahfuz olmak kaydıyla] dünyayı ayağa kaldırmak için ne gerekiyorsa yapmak lazımdır. Eninde sonunda insan çağının fecrinde “vahşinin kompleksi” bakışları, göklere doğru yönelmiş, ahlaki vecibelerle donanmış insanların gücü karşısında yerle yeksan olacaktır.
Kurban, Ölümden Yapılmış Canlı Bir Konuşma
Din fedakarlıklarının tarihini insanın varoluşuna katan Kurban, bütün dinlerde vardır. “Kurban, zoolojik ile insani çağlar arasında güçlü, somut acı bir şekilde açıkça görülen sınır çizgisini ve menfaat, ihtiyaç ve yarar prensibine tamamen zıt bir prensibin ortaya çıkışını gösteriyor. Kurban, tekâmül yolunda insan dünyasının başlangıcını gösteren hudut taşıdır. Zira menfaatin mahiyeti zoolojiktir, kurban ise insanidir. Menfaat, siyaset ve ekonominin temel mefhumlarından; kurban ise, din ve ahlakın temel mefhumlarından olacaktır.”2
Ümitsizliğin gittikçe arttığı İslam coğrafyasında ulu geçmişten günümüze kalan Peygamber armağanı Kurban ibadeti, hala nefes aldığımız bir medeniyet esintisidir. Bu esinti, ilahi bir hediye olarak zulüm otoritelerinin yok olmasına kadar ümitlerimizi diri tutmaya devam edecektir. Kurban Bayramı’nda mübarek yaratıklar din uğruna canı feda etmenin canlı sembolleri şehrin çeliğine kanlarıyla nasıl su veriyorlarsa, Ümmetin işaret taşları olan Gazzeli şehit çocuklarının kanları ve anaların göz yaşları da toprağı sulayarak canlandıracaktır. Kabaran bu toprağın karşısında zalim Siyonist İsrail orduları kahrolacaktır. Çünkü kazanan hep şehitlerdir. Şehitlerin geride bıraktığı miras ise hep zafer olmuştur. Tıpkı Âmir b. Füheyre’nin şehid edildiği anda “Kazandım vallâhi!”3 diye haykırması gibi. “Hakikat medeniyeti, insanların sığınacağı Tanrı evidir. Ve o Tanrı evinin temelini şehitlerin kanı sulamıştır... Şehit nedir? Toprak uğruna ölen midir şehit? Hayır. Bir anlam uğruna, hakikat ülküsü uğruna ölendir şehit. Toprak da ancak hakikat ülküsünün yurdu olursa uğruna ölünmeyi hakkeder. Ve hiçbir karşılık beklemeden, ilahi medeniyet uğruna canını veren insana bir anda, perdeler sıyrılarak hakikat çırılçıplak gösterilir. Hak dolaysız gösterilir. Bu sebeple o “görmüş” olur. O görmüş, duymuş ve tadmış olur.”4
Kurban, Metafizikten Ahlaki Gelişime Giden Yol
Dini düşünce, ahlaki gelişim yaşantılarını daha büyük toplumsal derslerin açık örnekleri olarak sunar. Böyle bir ahlaki gelişimin en güçlü dersi Hz. İbrahim kıssasıdır. Bu kıssayla metafizikten ahlaki gelişime giden belirli bir yolun idealleştirilmesi sağlanır. Metafizik, tabiri caizse dinin kök hücreleridir. Her Kurban Bayramı gelince içine girmemiz gereken kök düşünce, İbrahim ve İsmail gibi olma yolunda kuvvetli bir teslimiyettir.
Sezai Karakoç’un düşünce yürüyüşünde, başta insana bakış olmak üzere, hayat, zaman, tarih, tabiat, varlık, eşya, aşk ve ölüm gibi daha pek çok konuda hayatla iç içedir metafizik. İnsanı metafizik kimliğinden uzaklaştıran her düşünceyi kıyasıya eleştiren Karakoç, Kurban ile ilgili olarak da ihlaslı anlayışını sürdürür: “Metafizik deyip geçecek, burun kıvıracak bazıları. Evet, Metafizik. Ey materyalist, şunu bil ki, senin insan olduğun halde bu metafiziğe ait duygulardan mahrumluğuna karşılık, kurban edilmek için yere yatırılıp kanı akıtılan hayvanın teslimiyet ve tevekkülünde lisan-ı hal ile söylediği, duygularında adeta metafizik alemden gelip ruhumuzu aydınlatan, parıltılar, ışıklar, yer ve göğü tutan merhamet çınlayışları ve çağıltıları var.”5
Güçlü bir anlatımla ve edebi inceliklerle bezenmiş Yitik Cennet’te Karakoç, “Bıçak ve Kurban” bahsinde: “İsmail, bıçak ve kurban / Hazreti İbrahim, bıçak ve kurban / Alınyazısı, bıçak ve kurban. Hangi yandan ve hangi yönden bakarsak bakalım, insanın varoluşuna ve varoluşun anlamına çıkıyor soru... Hazreti İbrahim, İsmail, bıçak ve kurban. Bunlar bir tragedyanın kahramanları değildir. Bu öykü, bir alınyazısı öyküsü değil, bir irade imtihanının, bir gönül imtihanının hikayesidir”6 der. Bu bağlamda Ali Şeriati de “Hac” isimli eserinde “İsmail’in Kurban Edilmesi / Baba ve oğul Arasındaki Konuşma başlıkları” altında kişisel tecrübesinin geniş bir analizini yapar: “İbrahim’in [hikayesi] kana susamış tanrıların, mazoistlerin veya insan cellatlarının hikayesi değildir. Tersine, insanın olgunlaşmasının, bencillik ve hayvani arzulardan kurtularak hürriyete erişinin hikayesidir. İnsanın daha yüksek bir ruh ve sevgiye ulaşmasını ve bilinçli bir insan olarak sorumluluğunu engelleyen her şeyden kurtaran, İsmail olarak kendini kurban etmeğe hazır hale getiren, bir şehid yapan ve son olarak, sözlükte bulunmayan bir şey İbrahim gibi olma’sını sağlayan kuvvetli bir iradeye yükseliştir! Hikâye, bir koçun kurban edilmesiyle biter. En büyük insani trajedinin sonunda Allah’ın istediği budur.”7 İslami gelenekte anıldığı şekliyle Kurban, sonuçta hiçbir fedakarlığa ihtiyaç duymayan Allah’a değil toplumsal bir iyiye yöneliktir. “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız (Allah’a bağlılık ve sorumluluk bilinciniz) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele.” (Hac: 22/37)
Bayramlar, nefes aldığımız bir medeniyet esintisi
Bayramlar hayatın dini boyutuna tüm doluluğu içinde tekrar kavuşma, toplumsal görünürlük / sorumluluk boyutlarının Mü’min’e yeniden kazandırıldığı kıymetli zamanlarıdır. Şehit kanlarıyla sulanan Gazze fideliğinde iniltiler göğe yükselirken Müslümanlar bu zor zamanlarda Bayramlarda ne yapmalı, nasıl hareket etmeli sorusuna verilecek cevap önemlidir. Sezai Karakoç’un “Kara Bayramı Aka Çevirmek” yazısı bu bağlamda şuur kazandıran, acılarımızı hafifletici açıklayıcı bir metindir: “Bayram, iki yüzyıldır İslâm dünyası için, içi acılıklarla dolu bir yemiş şehid kanlarıyla sulandığı gibi sunulmakta kader tarafından bize. Ne kadar çelişkili bir psikolojiyi yaşıyoruz bayramlarda! Gereğince üzülemiyoruz, ne de olsa bayramdır diyoruz, gereğince sevinip neşelenemiyoruz, gözlerimizin önünde İslâm âleminin her tarafındaki trajik levhalar canlanıyor. Filistin’de, Gazze’de esaretin en acı, en hor hakir kılıcı türü altında ezilen Müslümanlar geliyor gözümüzün önüne... Haykırarak ağlamalı mı bayram gününde. Bu da olmaz. Çünkü: bayramın da bir hakkı var üstümüzde. Bayram şekerini zakkum meyvesi yapamazsınız. Gecenin gece, gündüzün gündüz olduğu gibi, bayramın da bayram olması lâzım, hiç olmazsa bir nisbet derecesinde.
Evet, İslâm âlemi, neredeyse yüzyıllar oldu, hep kara bayramları yaşıyor. Ak bayramları unutmuş gibi. Bayramlarımız üzerine sabahın gümüşsü beyazlığı, ışığı saçılmıyor. Bayram aydınlıklarında bile yer yer karanlığın çizgileri hâkim.
Evet, bayramlar terkedilmez. Gerçek bayramlarımız gelinceye kadar, acı acı da olsa, buruk buruk da olsa, bayramlarımızı kutlayacağız. Bir hatıra gibi kutlayacağız. Geleceğe bir hazırlık gibi kutlayacağız. Kara bayramları ak bayramlara çevirme umudu kaybolmasın diye kutlayacağız. Sonra bir gün, bayramları gerçeğine dönüştürmenin sırrını aramaya başlayacağız ve mutlaka bulacağız. Tabiatı yozlaştırmaktan kurtarma gibi tarihi de hakikatine kavuşturma savaşı o gün başlayacaktır.”8
Dipnotlar:
1- Aliya İzzetbegoviç, Doğu Batı Arasında İslam, (Çev. Salih Şaban), Yarın Yayınları, İstanbul 2011, s. 45.
2- Aliya İzzetbegoviç, age., s. 44.
3- Bedir ve Uhud savaşlarına katılan Âmir, hicretin 4. yılında Necidliler’e gönderilen yetmiş kişilik irşad heyetinde yer aldı. Heyet Bi’rimaûne’ye geldiğinde tuzağa düşürüldü. Cebbâr b. Sülmâ’nın attığı mızrak, henüz kırk yaşında olan Âmir’in sırtından girip göğsünden çıktı. O anda Âmir, “Kazandım vallâhi!” diye haykırınca öldürdüğü insanın son nefesindeki bu sözüne bir mâna veremeyen Cebbâr, günlerce üzerinde düşündüğü bu olayın tesiriyle daha sonra Müslüman oldu.
4- Sezai Karakoç, Yitik Cennet, Diriliş Yayınları, tarihsiz, s. 70.
5- Sezai Karakoç, Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi I, Diriliş Yayınları, İstanbul 2015, s. 10.
6- Sezai Karakoç, Yitik Cennet, Diriliş Yayınları, tarihsiz, s. 63, 66.
7- Ali Şeriati, Hac, (Çev. Fatih Selim) Bir yayıncılık, İstanbul 1990, s. 133.
8- Sezai Karakoç, Samanyolunda Ziyafet, Diriliş Yayınları, İstanbul 2020, s. 125-127.
YAZIYA YORUM KAT