Tek kişilik adalet
Seçimlerden hak ve adalet duygularımız daha da gelişmiş olarak çıkmamız beklenir. Herkes iyi niyetlerle temiz sayfaları düşleyerek uyanır böyle sabahlarda.
Başbakanımızın konuşmasında 'artık hesaplaşma değil, helalleşme günü' demesi çok etkileyiciydi. İnkâr ve asimilasyon politikalarının bir daha nüksetmeyecek biçimde sona erdiğini kesin bir dille bildirmesi toplumdaki zihinsel ilerlemenin pekiştiğine inancın, parti politikalarının tutarlılığının ve kararlılığın göstergesiydi. Tevazuda toprak gibi davranacaklarını, halkın efendisi değil hizmetkârı olduklarını bir kez daha açıklaması da önemli. İnsan umutla ayakta durur ve varlığını sürdürür. Umut verdi açıkçası. Nasıl ki Peygamberimiz'in dediği gibi "bir kişinin öldürülmesi bütün insanlığın öldürülmesi gibi" ise, bir kişiye adaletle muamele edilmesi de hepimize adalet bahşedilmiş gibi çoğaltan bir etkiye sahip.
İnan Suver 35 yaşında, inşaat işçisi, üç çocuk babası, kendi deyimiyle bilerek ince belli kara karıncayı incitmemiş, hep güçsüzden kaybedenden yana olmuş, futbolda bile hep küme düşme tehlikesinde olan takımları tutmuş, asla kimseye hükmetme derdinde olmayan, aynı zamanda kimsenin de emrine girmeyen, yalnız doğmuş, yalnız gömüleceğini bilen, buna göre yaşamak isteyen biri. Ağustos 2010'dan bu yana tutuklu ve açlık grevinde. Suçu 2001'den beri askerlik yapamamak. Van doğumlu bir Kürt yurttaş olan Suver askere çağırıldığında gitmek istememiş en baştan, ama ailesinin zorlamasıyla Erzincan'da birliğine teslim olmuş. Öldürme ihtimali onun ruhsal durumunu derinden sarsmış ve kardeş kanı dökmektense ölmeyi tercih edeceğini anlamış. Defalarca firar etmiş bu yüzden. Dokuz sene boyunca sürmüş bu durum. 'Bir kahvehaneye girip de çay içemedim, otobüse binemedim, evden çıkamadım, yıllarca saklandım.' diyor. Bu yüzden yakalandıkça da birçok işkenceye maruz kalmış ve vicdani retçilikte öyle içten ve samimi ki, kendisine işkence edenlere de silah çekmesinin mümkün olmadığını söylemesinden anlıyoruz bunu. Halinin vicdani redde karşılık geldiğini de geç zamanlarda internetten öğrenmiş. Bu mesele üzerine kafa yormaktan kaçınamayız artık.
sadece 'İNSAN' olarak anılabilmek
17 bin faili meçhulden söz edilen, yüzlerce köyün yakıldığı, köylerinden yurtlarından zorla şehirlere göç ettirilen aç perişan insan yaşamlarının olduğu, on binlerce insanın hayatını kaybettiği, intihar, ruhsal rahatsızlıklar ve karşılıklı kin ve nefretin çoğaltıldığı bu savaşta yer alamadığı için ruhsal dengesi de bozulduğundan sonunda kendisine 'askerliğe elverişsizdir' raporu verilmiş. Şimdi bu raporlara itimat etmeyen sistem onu tutukluluğunun devamına mahkûm ediyor. Bu konular konuşulmalı, özgürlükler ve hür irade kapsamında ele alınmalı bir an önce. O tanımlanma yorgunu, birilerinin onu Türk ya da Kürt olarak tarif edip sonra bunun üzerinden mahkûm etmesine itiraz ediyor. Bu durumdan kurtulmak için vatandaşlıktan çıkarılmaya da razı. "İnsan"dan başka hiçbir adla adlandırılmak, kimliklendirilmek istemiyor. Sadece vicdanının sesini dinlediği için bedeller ödeyen ve çocuklarını alın teriyle kazanarak yetiştirmeye çalışan bir işçinin hapiste uğradığı şiddet ve hakaretlerden kurtulması için cezaevi yöneticisinin can yakan öğüdü ise 'vicdani retçiyim' yerine 'gaspçıyım, hırsızım' demesi suçunu soranlara. Çünkü bunlar daha temiz mahkûmiyetler bu zihniyete göre. Suver'in tutukluluğu neye yarıyor, ailesi ve toplum için nelere yol açıyor bunu bir düşünmeli.
Yakup Köse'nin hikâyesini ise bir an kendi evladımız olsaydı diye düşünerek dinlememiz gerek. O zaman görebiliriz kötülüğün acımasızlığın kimsesizlere yapılabilecek olanların boyutlarını. Erzincan doğumlu. Sıhhi tesisatçı bir babanın oğlu. Ailesiyle Antalya'ya göçmüş ve babası okuyup kendini kurtarsın diye ilkokuldan sonra onu imam hatip lisesine yazdırmış. Siyasi bir görüşü olmayan, fakat dönemin Çeçenistan, Bosna meselelerine dinî atmosferlerden öğrendiği kadarıyla vakıf olan on dört yaşındaki Yakup'un başına ne geldiyse arkadaşlarıyla öylesine katıldığı bir Çeçenistan mitinginden sonra gelmiş. '23 arkadaşımla birlikte İBDA-C üyesi olmakla, örgüte destek vermekle suçlandığımda, iddianameye antiemperyalist, Siyonizm'e karşı diye yazıldığında bunların ne olduğunu bile bilmediğim bir yaştaydım sonuçta...' diyor. Ama inanılmaz bir zulümle idama mahkûm edilmiş. Çocuk yaşta kulaktan dolma bilgilerle safiyane duygularla haksızlıklara karşı çıkıyorum sevinciyle katıldığı bir mitingin ardından 1995'te 28 Şubat zihniyetinin bir sonucu olarak evden alınıp tutuklanması, on dört yaşındaki çocuğun okuldan bir hiç uğruna koparılarak çete, uyuşturucu, hırsızlık gibi suçlardan yatan adamların koğuşuna konulması, yatağının karısını öldürmüş birinin yanına serilmesi. Sonra on yıl boyunca cezaevinde yatması, sahipsiz, yoksul oldukları için hiç kimselere sesini duyuramaması. Dönemin ruhuna uygun bir şekilde tertip edilen ifadelerin baskıyla imzalatılması, mahkûmiyet, ardından alelacele mahkûmiyetin onanması ve sonra yine işkence ve acı dolu günler.
Tek hayırla yâd ettiği kişi, onu darp edilirken gardiyanların elinden alan, kitaplar veren cezaevi öğretmeni. Said Nursi'nin Sözler kitabını, Tolstoy'un, Dostoyevski'nin, Necip Fazıl'ın kitaplarını okumaya başlamış sonra. Ona olanları unutturmuş okumak bir nebze de olsa, tesellisi olmuş yazılanlar. Hızla büyütmüş çocuğu hayat. İdam cezası aldığında maddi manevi çöküntü içinde olduklarından yanına gelemeyen ailesiyle bile paylaşamamış duygularını. Umursamamış da zaten, dalga geçiyorlar sanmış, öyle akıl dışı çünkü böyle bir ceza. Normal eşiğinin çoktan aşıldığı bir ortam. 'Devlet beni büyük gördü büyük suçlar isnat ettiyse ben de büyük gibi davrandım, dik durmayı cevap yetiştirmeyi altta kalmamayı öğrendim zaman içinde.' diyor Yakup. Kamuoyunun çok yakından bildiği 'Manisalı Çocuklar'la mahkemelerinin hep aynı güne denk gelmesi, onlardan yaşça küçük olduğu ve benzeri bir suçlamayla -gösteriye katılmak- yargılandığı halde onların geniş bir sanatçı, yazar ve entelektüel desteğiyle tahliye olması Yakup'u derinden sarsmış. Mahkemede "Hâkim bey dışarıda benim için gelmiş olan Türkan Şoray ablam, Yılmaz Erdoğan abim yok ama yine de tahliyemi istiyorum." demiş çocukça.
Cevap ürkütücü: Yok sana beraat, sen suçlusun, 146/1'den idam veriyorum sana, yaş küçüklüğünden 18 yıl 6 aya indirilmesine.. Kırmış kalemi hâkim. 1995'te tutuklanan, gençliğini devletin acımasız çarklarına kaptırıp on yıl yatan Yakup tahliye olunca evlenip iki kız babası olmuş.
Son durum: Şimdi yeniden tutsak olabileceği 20 yıla yakın ceza istenen bir başka davayla boğuşuyor. 2000 yılında Bandırma Cezaevi'nde yatarken Eskişehir Cezaevi'ne nakledilmelerine karşı direndikleri gerekçesiyle koğuşlarına silahla gaz bombalarıyla gerçekleştirilen Hayata Dönüş Operasyonu'nda yakan, yaralayan, öldüren, Yakup'un da kolunu kıran devlet şimdi de yıllar sonra patlayıcı yaptınız gerekçesiyle dava açmış ve yeni bir ölüm ve mahkûmiyet için harekete geçmiş durumda. Uğradığı bu haksızlıklara dindar bir Kürt genci olduğu için hiç kimsenin sahip çıkmadığını düşünüyor o. Bu düşünceyi boşa çıkarmanın, bir kez daha geç olmadan ona ve arkadaşlarına sahip çıkmanın zamanı.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT