Tefrika Savunulamaz
'Bölünmeye giden yol kapatılmalıdır' başlıklı bir yazı yazmıştım. Hemen her yazıda olduğu gibi buna da katılan ve katılmayan, beğenen ve beğenmeyen, yumuşak veya sert/incitici ifadelerle tepki veren okuyucularım oldu.
Alim/fakih Abdulkerim Zeydan 'Bölücülere fırsat vermemeli, ısrar edenler cezalandırılmalı' diyordu. Buna karşı 'Zaten sizin işiniz zulümdür, işkencedir, cezalandırmaktır' cevabı geldi. Arkasından da şu sorular: 'Peki vaktiyle Suriye, Irak, Ürdün... ayrılıp ulus devletler olurken bu alimler nerede idi, niçin bunu engellemediler?'
Suçluya ceza vermek ne şahsi intikamdır, ne de zulümdür. Şeriata/hukuka göre suç olan ve sabit bulunan fiil cezalandırılır; cezanın felsefesinde belki bir miktar 'intikam' unsuru da vardır, ama ağırlıklı olan sebep daha derin, daha kapsamlıdır.
Osmanlı yenilip dağılma sürecine girince içeride ve dışarıda faaliyet gösteren, ortak ve özel menfaatleri bulunan bölücüler devreye girdiler ve bir büyük devletten (ümmetin olabildiğince büyük camiasından) birçok uyduruk ulus devlet çıkardılar. Bu sürece girmeden önce bu sonucu gören alimler gerekli uyarıları yaptılar, İslam birliği için yollar, yöntemler gösterdiler. Tefrika felaketi kapıyı çalınca da herbir parçada yaşayan basiretli alimler buna karşı çıktılar, birliğin bozulmaması için çaba gösterdiler; ama bir kere ok yaydan fırlamıştı. Bölünmeden sonra uyduruk devletçikler arasında 'bir şekilde birlik' oluşturmak için gayret edildi ve hâlâ da ediliyor. İslam ülkeleri arasındaki örgütlenmeler, işbirlikleri, diyaloglar, sıfır problem hedefleri... işte bu bütünleşmeye yönelik çabaların örnekleridir. Tabii şeytanın da vazifesi var, o da boş durmuyor, birileri bağlıyor, birileri çözüyor. Birileri barıştırıyor, birileri araya fitne fesat sokuyor...
'Belli bir dili konuşan Müslüman topluluğunun ayrı bir devlet kurmasını yasaklayan ayet veya hadis mi var' diye de itiraz edilmiş.
Pek çok ayet ve hadis var da bir tanesini hatırlayalım:
'Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirine düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.' (Âl-i İmran: 3/103).
Müslümanlar ayrı ayrı ulus devletler kurunca bölünmüş, parçalanmış oluyorlar. Sonra 'ulusal egoizm ve çıkar' din kardeşliğinin, ümmet birliğinin ve çıkarının önüne geçiyor. Sözde Müslüman uluslar, bazen kafirlerle işbirliği yaparak kardeşleriyle savaşıyorlar.
Eğer Müslüman isek, bu sözün manasını ve şümulünü biliyorsak yapacağımız tek şey 'davranışlarımızı dinimize uygun kılmaktır'. Ümmeti daha fazla bölmenin ve birbirine düşürmenin İslam'da yeri olduğunu kimse iddia edemez. İşte bu sebeple o yazıyı şöyle bitirmiştim:
'Müslümanlara düşen vazife daha fazla bölünmek, daha fazla çatışmak yerine birleşmek, bütünleşmek, hak ve adaleti birlikte sağlamak için işbirliği yapmak, birlik, dirlik ve düzenimizi bozarak meşru olmayan menfaat devşirme peşinde olanlara fırsat vermemektir. Mevcut düzen bu davranışa engel değildir. Kürt, Türk, Arab, Farsî, Berberî... bütün Müslümanların âkıl adamları, Müslüman kanaat önderleri bir araya gelmeli, olup biteni müzakere etmeli, ümmetin yoluna ışık tutacak açıklamalar yapmalıdırlar. Düzen buna da engel değildir.'
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT