Tefeül etmişsiniz Üsküp yolunda!
Fatma Barbarosoğlu, hikâyelerinin yanı sıra uzun bir zamandır yazdığı Yeni Şafak’ta sosyal-siyasal gelişmeler üzerine de dikkat çekici değerlendirmeler kaleme alıyor. Toplumsal değişme ve çözülmenin alametlerini kimi zaman üçüncü sayfa haberleri üzerinden kimi zaman bir fotoğrafçı vitrinine yansıyan düğün resimlerinden başarılı bir biçimde süzüp okurun önüne getiriyor.
Barbarosoğlu bazen modern ilişki biçimlerinin getirdiği yabancılaşmanın tezahürlerini konu ediniyor yazılarında. Bazen de kaybolmaya yüz tutan yüksek insani değerlerden neşet eden geleneksel akrabalık, komşuluk ilişkilerinin korunamamasının yol açacağı felaketlere dair bir erken uyarı sistemi gibi misyon yükleniyor. Kalemi güçlü, sistematiği ve mantık örgüsü yüksek vasıflı.
Bu yazıda konumuz Barbarosoğlu’nun öykücülüğü veya gazeteciliği değil elbet. Birkaç gün önce Başbakan Erdoğan’ın heyetinde Üsküp yoluna düşen Fatma Barbarosoğlu’nun yol hazırlığını nasıl yaptığına dair okuyucusuna anlattıkları unutulup gitmesin istedik.
Kendisine dair aktardığı ‘küçük’ bir anekdottan hissemize ne düşer acaba diye merak ettik. Böylece gelenekçi tutum ile Kur’ani tutumun ayrıştığı hatta çatıştığı noktalardan biri olarak belirginlik kazanan “fal-tefeül” bahsinde Barbarosoğlu’nun nerede ve nasıl durduğunu irdelemek bir hayra vesile olabilir zannıyla yazıya başladık.
Şöyle diyordu Barbarosoğlu: Âdetim olduğu üzere, yola çıkmadan önce tefeül ettim. Üsküp’e uçuyoruz ya... Yahya Kemal’den bir şiire niyet ettim. Yahya Kemal’in mısraları değil, Tanpınar’ın Yahya Kemal üzerine yazmış olduğu satırlar düştü nasibime: “Yahya Kemal’in ve neslinin nasyonalizmi, hangi zeminden hareket ederse etsin son şeklini Balkan harbinin çöküntüsünden ve acısından almıştı.”
Bir gezi notunun sıradan satırları gibi gözüküyorsa da yazılanlar bir inanış ve eyleyiş biçiminin temel kodlarını işaretliyor aslında. Anlaşılan İslam’ı anlama ve yaşama konusunda Barbarosoğlu’nun içine düştüğü belki de en önemli sorun geleneksel olanla sahih olanı ayırmak noktasında kendisini gösteriyor.
Hatırlatmak gerekirse tefeül/tefe’ül Arapça fe’l/fal kavramından türemiş bir isim. Fal tutma/açma, fala bakma anlamına geliyor. Ömer Seyfettin hikâye kahramanlarından birini “kış gecelerinde divanlardan tefeül eder” diye anlatır. İskender Pala ise “Eskiden bakla, kahve telvesi vs. ile fala bakmak yanında Kur’an-ı Kerim’den tefeül etmek de adetten idi. Hafız Divanı da tefeül edilen kitaplardan sayılır.” diye bahseder. (Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı)
Tefeül, cahiliye dönemi alışkanlıklarından biridir. Şekil değiştirerek yaşadığımız topluma da intikal etmiştir. Batıl bir folklor unsurudur. “Tıyere/bir şeyde uğursuzluk vehmetme”nin karşıtı olarak “tefeül/bir şeyde uğur vehmetme” anlamına gelir. İki kavram birbirine karşıt olsa da ortak noktaları “gelecekten haber verme”dir. Yani her iki kavram da “ileride ortaya çıkacak bazı olaylar için işaretler taşıma” hususunda birleşir.
Kur’an-ı Kerim’de (Maide, 5/3) tıpkı “leş, kan, domuz eti, putlar” gibi “ezlam/şans-fal okları” da haram kılınmış, fısk unsuru sayılmıştır. Fakat buna rağmen kılık değiştirerek tefeülü İslamileştirme girişimleri eksik olmamıştır. Mesela Kur’an-ı Kerim’in rastgele açılan bir sayfasından göze çarpan ilk ayetten, ilk satırdan veya kelimeden müspet veya menfi bir karar edinme yolunu tutanlar olmuştur. Kurşun dökme, bakla ve kahve falı gibi kitap falı da aynı sapmanın bir devamıdır. Hafız Divanı, Mesnevi, Ahmediye, Muhammediye vd gibi eserleri kimilerinin tefeül için kullandıklarını biliyorduk. Yahya Kemal veya A. Hamdi Tanpınar’ın eserlerinin tefeül için kullanıldığını ise bu vesileyle öğrenmiş olduk. (İsmail Kara duymasın! Bu durum tefeülde gelenekçi çizgiden bir sapma(!) sayılır.)
İslam, bütün bir insanlığı akıl ve iradeyi vahyin kılavuzluğunda kullanarak sebep ve sonuçları anlamaya sevk ediyor. Durum böyleyken bu nasıl bir itikat ve ne biçim bir siyasal-sosyal analizdir ki “tefeül”den medet ummayı adet haline getirir? Siyasal-sosyal analizlere İslam dışı mistik bir tarz katmanın getireceği zararları hesaplayabilmek mümkün değil.
Allahu Teâlâ başta Hz. Muhammed (s) olmak üzere bütün ümmete istişareyi emrediyorken birileri bize istihareye yatmayı salık veriyor. Allahu Teâlâ tefekkürü, tezekkürü ve tevekkülü emrediyorken birileri de bizi haram kılınan tefeüle sığınmaya davet edebiliyor.
Amellerimizi salih kılabilmenin yolu, kavramlarımızı yerli yerine oturtmaktan geçiyor. Felah için muharref geleneklerin değil, İbrahimî geleneğin yolunu tutalım.
YAZIYA YORUM KAT