Tecavüz Mağduruna Kürtaj Caiz mi?
Ali Bulaç: "Cenini anne-baba veya devlet yaratmış değildir, onların mülkiyetinde olan bir nesne de değildir."
Ali Bulaç, bugünkü yazısında Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in kürtaj için koyduğu üç istisnadan bir olan ‘tecavüz’ kaydını analiz ediyor. DİB’in Bosna Savaşı sırasında Sırp çetecilerinin tecavüzüne maruz kalmış Müslüman kadınlar için kürtaj lehine beyan ettiği görüşü ve Hayrettin Karaman’ın DİB’in görüşüne itirazını değerlendiren yazısını ilginize sunuyoruz:
NEFRET ÇOCUKLARI
Ali Bulaç / Zaman
Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez, süren kürtaj tartışmasıyla ilgili görüşünü açıklayıp "bedenimiz ve hayatımız bize mülkiyet olarak değil, emanet olarak verilmiştir" deyip genel anlamda kürtaja karşı çıkarken üç istisna getirdi: "Annenin hayatını korumak, tecavüz gibi cinsel saldırıların sonuçlarını ortadan kaldırmak ve anne rahminde ceninde ortaya çıkan ağır hastalıklar" söz konusu olduğunda kürtaj yapılabileceğini belirtti.
Bu konu 1993 yılında gündeme gelmişti. Tempo Dergisi muhabiri, dönemin DİB Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz'a "Bosnalı kadınların Sırp tecavüzü sonucu hamileliklerini" sormuş, Başkan Yılmaz, "Bosnalı kadınlar nasıl taşısın bir Sırp çocuğunu?" deyip kürtaj lehine görüş beyan etmişti (Tempo, 20 Ocak 1993, Sayı: 3).
DİB Başkanı'nın o gün açıkladığı görüş Devlet'in arzusu istikametinde idi. Zira Tempo'nun kapak dosyası yaptığı habere göre Dışişleri Bakanlığı'nın da kürtaj konusunda bir talebi vardı. Sağlık Bakanlığı, bu talebi değerlendirdi ve kadın doğum uzmanı bir kadın doktoru kürtaj konusunda Bosnalı kadınlara yardımcı olması için Saraybosna'ya gönderdi.
Yine Batı'dan rahat zihinle iktibas ettiğimiz yeni terime göre, tecavüz sonucu doğan çocuklara "nefret çocukları" denir. Hiçbir suçları olmadığı halde nefret objesi haline getirilen çocukların anne karnında öldürülmelerine gösterilen gerekçeler şöyle: a) Tecavüz sonucu hamilelik travmaya yol açar. b) Tecavüzler yabancı bir erkekten olmaları dolayısıyla İslam'ın izzetine aykırıdır, Müslüman kadını zillete düşürür. c) Doğacak çocuğun da sağlıklı olamayacağı ihtimalinin kuvvetli olması.
Ancak 1993'te fıkhî görüşlerine her zaman başvurulan Hayrettin Karaman Hoca aksi görüş beyan etti: "Karınlarında taşıdıkları çocukların hiçbir günahı ve suçu yoktur. Hiçbir şey olmamış gibi başlarından bir kaza geçmiş gibi telakki etmemeliler. İslam açısından çocuğu aldırmak babası belli olmadığında caiz, olduğunda değil diye bir kaide yoktur." (Zaman, 14 Ocak 1993.) Netice-i kelam:
1) Ensest veya tecavüz sonucunda hamile kalan kadın travma geçirebilir. Bu büyük bir sınavdır, bir kadının başına gelebilecek en büyük musibetlerden biridir, ama mü'min bir kadın merhameti bol olan Allah'a sığınıp bu sınavı bebeğine sahip çıkarak atlatmaya, karşılığında Allah'tan mükâfat kazanmaya çalışır.
2) Bir işgalci ve tecavüzcü alçaktan hamile kalmanın cezası Allah'ın kendisine can bahşettiği bebeğe ödetilemez. Bu durumda olan kadın bebeğini doğurur, acısını içine gömer, ama Müslüman, salih bir evlat yetiştirerek bu alçaklığa cevap verir. Bu, kadının zilleti kabul etmesi değil, eşref-i mahlûkat bir canlıyı ahsen-i takvim hale gelecek şekilde terbiye ederek kendisini ve çocuğunu izzet sahibi kılar. Hiçbir şekilde bebeğe sahip çıkamayacaksa bebeğini reddetme özgürlüğünü kullanır. Bu sefer bebeğin sorumluluğu farz-ı ayın olarak bütün topluma terettüp eder, ama yine bebeğin hayatına son verilemez.
Diyanet'in açıkladığı görüşte, (Fetvalar-1995) her ne kadar "zillet ve izzet" anahtar terimler seçilmişse de, "düşman bir ırkın tecavüz yoluyla tasallutu"na karşı tepki ve öfkeye vurgu vardır. Bu doğrudur, nitekim Sırplar, hamile bıraktıkları kadınları aylarca tutup Sırp çocuk doğurtmayı hedeflemişlerdir. Ancak bu mülahazaların ötesinde şu veya bu şahıslardan döllenmiş yumurtanın ve oluşan ceninin "Allah'ın yarattığı can ve insan olması"dır. Döllenme yolunun gayrı meşruluğu ve ahlak ya da hukuk dışı olması, bir cana kastetmenin gerekçesi değildir.
3) Eğer yakınlarının (babası, kardeşi, amcası, dayısı) veya bir yabancının tecavüzüne uğrayıp da hamile kalmışsa ve bebeği doğurması durumunda ailesinin kendisini kesin olarak öldüreceğini biliyorsa, annenin hayati tehlikesi söz konusu olduğundan bebeğini aldırabilir.
Tartışmanın özü, cenini yaratanın hayatına kadının, erkeğin veya devletin hayat hakkına son veremeyeceği konusudur. Çünkü cenini anne-baba veya devlet yaratmış değildir, onların mülkiyetinde olan bir nesne de değildir.
Eğer Din İşleri Yüksek Kurulu, Yılmaz ve Görmez'in görüşlerini fetva mahiyetine sokacaksa, bu durumda fetvayı hangi delillere (nass) dayandırdığını da açıklamak durumundadır. Bekliyoruz.
HABERE YORUM KAT