Tayyip’le Birlikte İslamcılık da Biter mi?
Mümtazer Türköne’den sonra İslamcılığın sonunu görmek için heveslenenler kervanına Cengiz Çandar da katılmış görünüyor!
HAKSÖZ-HABER
AK Parti Hükümeti ile Gülen Cemaati arasında yaşanan kavga bazılarının iştahını bir hayli kabartmış görünüyor. Kör ister bir göz Allah verdi iki göz misali adeta sevinçten zıplıyorlar. Zıplarken de arzularını en ölçüsüz biçimde dillendirmekten ve içlerindeki tüm öfkeyi kusmaktan geri durmuyorlar.
Gazeteci olmanın çok ötesinde tutumlar sergileyen ve her dönemde etkin siyasi aktörlerle irtibatlı olmak suretiyle politik belirleyicilk hırsı içinde davranmış bir kişilik özelliğiyle temayüz eden Cengiz Çandar da bu süreçte coşanlardan biri. Kürt meselesini onca kurcalamasına rağmen bir türlü PKK ile hükümet arasında patlaması gereken savaşı görmek kendisine nasip olmayan yazar, yeni bir kriz noktası bulmanın sevinci içinde adeta. Yazısında AK Parti’yi ve Tayyip Erdoğan’ı bitirmiş, yetinmemiş İslamcılığın da iflasını ilan etmiş! Her zamanki iddialı ve çok bilmiş üslubuyla otoriter yargılar serdediyor.
İşte Çandar'ın Radikal'deki o yazısı:
Başbakan'a 'Siyasi Raquiem' veya 'Siyasal İslam'a ağıt
Cengiz Çandar / Radikal
Tayyip Erdoğan’ın ‘önlenemeyen yükselişi’nin de ‘gerilemesi’ ve giderek ‘çöküşü’nün de başlangıç tarihi, tarihçiler ve siyasal bilimciler arasında tartışma konusu olacak. Şimdiden başladı bile.
Örneğin, ‘önlenemeyen yükselişi’ ne zaman başlamıştı? İstanbul Belediye Başkanlığı’na 1994 yılında seçildiği gün mü, yoksa 1999’da dört aylık hapis cezasını yatmak üzere Pınarhisar Cezaevi’ne gittiği gün mü? 2001’de AKP’nin kuruluşu ile mi, yoksa 2002’de iktidara gelişi ile mi? Veya kabul edilmesi için gerekli ve yeterli hiçbir sıfatı olmamasına rağmen, Beyaz Saray’da George W. Bush’un konuğu olduğu o 2002 Aralık günü mü, Mart 2003’te Başbakanlık koltuğuna oturduğu gün mü?
Aynı şekilde, hatta daha da ‘tartışmalı’ biçimde ‘çöküş başlangıcı’ da tarihçiler ve siyasalbilimcilere konu olacak. Haziran 2011’de seçimleri yüzde 50 ile kazandığı vakit mi, Haziran 2013 Gezi olayları mı? Aralık 2013 rüşvet ve yolsuzluk soruşturması mı, başka bir tarih mi? Şimdiden bilmediğimiz geleceğe ait bir tarih mi? Hangisi?
Tayyip Erdoğan’ın ‘çöküşünün başladığı’ gerçeği, 30 Mart seçim sonuçları veya bundan sonra elde edeceği sıfattan veya sıfatlardan bağımsız olacaktır. Elbette, ‘siyasi sonu’ zaman alacaktır. Örneğin, Osmanlıların ‘gerileme dönemi’ ta 1699 Karlofça Antlaşması’na uzatılır. Oysa, Osmanlılar, Karlofça’dan sonra 200 yılı aşkın süre daha yaşamışlardır. Ama Karlofça ile ‘Yükseliş’ ve ‘Duraklama’ dönemlerine nokta konmuş, ‘Gerileme’ başlamıştı.
Tayyip Erdoğan için de aynı ölçüler geçerlidir. ‘Yükseliş’ bitmiş, zamanın çok hızla aktığı bir tarih diliminde, ‘duraklama’, ‘gerileme’ ve ‘çöküş’ iç içe geçmişe benziyor.
Tayyip Erdoğan’ı önemli ve ilginç kılan, sadece kendi kişisel serüveni değil. Onun başarısı, ‘İslamcı’ kimliği ve sıfatından ötürü ‘Siyasal İslam’ denilen akımın, bir yönüyle Batılı olan, bir laik ülkede başarılı bir ‘model’ haline gelmesini ifade ediyordu.
Dolayısıyla onun ‘başarısızlığı’ ve ‘gerilemesi’, kendisi ve Türkiye’den de öteye anlamlar taşıyor. Acaba, ‘siyasal İslam’ın ‘sonu’na mı tanıklık ediyoruz. Acaba, ‘siyasal İslam’ uluslararası sistem bakımından ‘kullanım süresi’ni doldurmuş bir proje midir?
Bunlar ciddi sorular.
Ertuğrul Özkök, dün Hürriyet’te ‘Siyasal İslam’ın çatır çatır çöküşü’ başlıklı yazısında, “Siyasetin başına ‘İslam’ı koydular...
Siyasetin içine ettiler, İslam’a en ağır haksızlığı yaptılar, en büyük günahı işlediler. Türkiye’den, sevgili vatanımızdan, derinlerden gelen şu gürültüye kulak verin...
Bu ses, Türkiye’de siyasi İslam’ın çatır çatır çöküşünün sesidir...
Ayakkabı kutuları, nereden gelip nereye gittiği belli olmayan milyonlarca dolarlar, her birimizin en mahremine, en özel hallerimize kadar musallat olmuş hâyâsız tecavüzler, ilkesiz, vicdansız, ahlaksız bir savaş...” yukarıdaki soruya cevabını ‘bazı laikler’ adına bir şekilde vermiş vaziyette.
İslamcı düşünce dünyasının önemli isimlerinden Ali Bulaç da bambaşka bir yoldan gelerek ve çok farklı bir üslupla aynı sonuca varıyor gibi. Zaman’da, AKP hükümeti-Cemaat çatışmasına bir kere daha değindiği perşembe günü çıkan yazısının başlığı ‘İntihar Ediyoruz’ idi ve son bölümü şöyleydi:
“Bu kavgaya uzaktan bakan, Eflatun’un şu sözünü hatırlar: ‘Savaşan iki ordu uzaktan intihar eden tek ordu gibi görünür.’ İntihar ediyoruz!”
Aynı gazetede Mümtaz’er Türköne, 4 Kasım Salı günü konuya ‘Siyasal İslam’dan Geriye Ne Kalacak’ soru-başlığı ile doğrudan girmişti. İlginç saptamaları ve çözümlemelerinin üzerinde durmaya, düşünmeye değer:
“Toz-duman arasında batan nesnenin, Türkiye’nin yaklaşık yarım asırlık Siyasal İslam projesi olduğu kolay fark edilmiyor. Ortaya çıkanlardan ilki şu: ‘Siyaset’ ve ‘İslam’dan meydana gelen bu terkip, ‘İslam’ın siyaseti’ değil, ‘siyasetin İslam’ı’; yani bir iktidar projesi imiş. İslam toplumlarında ilk defa yaşanan ve kader tayin edici bir tecrübe olduğu için, yaşadıklarımızdan çok önemli sonuçlar çıkacak. Devlet İslam’ı ile sivil İslam arasında zorlu bir karşılaşma sürüyor. Devlet katındaki İslam, hükümet ile birlikte pek parlak durumda değil.
Türkiye’de İslam’ı referans alan iki gelenek birbirine paralel ama farklı kulvarlarda ilerledi… Birbirine paralel iki ayrı kanalda ilerleyen bu iki farklı ana akım birinin diğerini asimile etmeye kalkması üzerine çatışmaya başladı. Kim? Tabii ki, devletin devasa iktidar araçlarını ele geçirmiş olan Siyasal İslam; yani AK Parti iktidarı. AK Parti-Cemaat kavgası, boydan boya Siyasal İslam-Sivil İslam çatışmasından ibaret…
Sonuç? Siyasal İslam’ın devletleştirme projesi boydan boya çöktü.
AK Parti iktidarı bu çöküntünün altından hasar durumunu bile tespit edemeden çıkmaya çalışıyor… İslamcı kalemlerin meseleye yolsuzluk değil de bir iktidar sorunu olarak bakmaları bu yüzden tutarlı. Yolsuzluk soruşturması ile doğrudan siyasal İslam projesi çöküyor; geriye sağlam bir miras değil sadece elli yılın boşa giden emekleri kalıyor.”
Bir de Mücahit Bilici’nin dün Taraf’taki yazısının son bölümüne göz atalım:
“Cemaat; bugün, geçmişteki bencilliğinin, Kürt sorunundaki ufuksuzluğunun, yol açtığı mağduriyetlerin şiddetli tokadını yiyor… Bununla beraber, Cemaat’i cezalandıran hükümetin yaptığı şey de zıvanadan çıkmış durumdadır. Cemaat’i işlediği suçlar ile suçla ve en ağır cezaya çarptır. Böylece ceza ağır bile kaçsa adaletin içinde kalabilirsin. Ama Cemaat’i işlemediği ama elverişli suçlar ile itham edip yalanlar ile linç etmeye kalktığında adaletin dışına çıkarsın. Başka hiçbir sebep olmasa bile hükümetin memurlarının devlet biziz kibirleri ve Gülencilere vurmada sınır tanımayan insafsızlıkları ileride büyük bir tokat yiyeceklerinin habercisidir.
Adına hükümetin darbe dediği ve Cemaat’in kendi menfaati için yaptığı salahat/ yolsuzluk hamlesi hükümetin kolunu kırdı… Bugün gelinen nokta ve gidişat dindar cumhuriyetteki ilk ihtilafın nasıl insafsız ve Müslümanları utandıracak bir seviyede bir yalan/iftira banyosuna döndüğünün tarihi olarak kayda geçecek. Hükümetin Cemaat’i cezalandırırken cezasından fazla vurduğu her darbe yarın dönüp hükümetin kendisini vuracak.
Bu gidişle hükümet ve Cemaat birlikte düşecek. Düştükten sonra Cemaat parçalarını kısmen toplayabilir ama hükümetin toplayacak parçası kalmayacak.”
Görülebileceği gibi, Türkiye’deki ‘siyasal İslam’ projesinin –ki, Türkiye ötesinde önem taşıyor- çöküntü halinde bulunduğuna dair birbirlerinden çok farklı, çok uzak hatta çok zıt isimler arasında neredeyse bir ‘konsansüs’ söz konusu. Peki, ‘siyasal İslam’ çökerse Tayyip Erdoğan ayakta kalabilir mi? Ne olarak? Nasıl? Ya da Tayyip Erdoğan’ın ‘çöküşü’ne rağmen, ‘siyasal İslam’ bir ‘proje’ olarak devam edebilir mi?
Bunlar da önemli sorular…
Ama şu kesin: Her kim tarihi anlamda yok olmak ister ise şu dönemde Tayyip Erdoğan’ın ipine asılır.
İster siyasi olarak ister düşüncesiyle ister cebiyle ister ahlakıyla...
HABERE YORUM KAT