Tayyip Erdoğan: Devlet mi Hükümet mi? Karar Vermeli!
31 Mayıs 2013 tarihinden itibaren “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş!” çağrılarıyla ülke sathına yaygınlaştırılmaya çalışılan protestolar, Başbakan Erdoğan’ın sürekli tekrarladığı gibi bir avuç “marjinal”in veya bir avuç “çapulcu”nun eseri mi idi? Marjinal kabul edilse bile Gezi Parkı olaylarını sürekli canlı yayınla aktaran ve canlı yayınlarda protesto eylemlerine davette bulunan Halk TV’nin ve Ulusal TV’nin etki gücü hiç de küçümsenecek gibi değildi. TKP, ÖDP, ADD, ÇYDD, İP, TGB, SDP, KESK gibi organize Kemalist ve sosyalist gruplar yanında, çağrıcılardan olan ve birçok ilde örgütlü bulunan sadece Halkevleri’ni bile ele alsak, CHP tabanı içinde konuşlanmış bu örgüt Halk Partisi kitlesinden nasıl ayırt edilecekti?
Ayrıca Hükümet politikalarını genellikle tasvip eden TV 24, TVNET, Ülke TV, A Kanal, Kanal A, Kanal 7, TGRT Haber, Beyaz TV, Hilal TV gibi televizyon kanallarının, Taksim gösterileriyle ilgili nasıl bir hattı hareket izleyecekleri konusunda kafası karışık yönetici ve muhabirlerinin ortaya koydukları yaklaşımların ise ne özgünlüğü ne de berraklığı vardı. Bu kanalların 1 Haziran’da Taksim’de yürüyen 10 binlerce protestocunun söylemlerini ekranlarına taşırken; Fatih’te Mescid-i Aksa ve Mavi Marmara şehitleri için yürüyen 10 binlerce Müslüman’ın görüntülerini ekranlarına taşımamaları, haber yapmamaları veya arka sıralardan haber yapmaları ve haberde de bu yürüyüşten “yüzlerce kişi” diye bahsetmeleri, dindar kesime hitap eden medya yöneticilerinin ve habercilerinin ne kadar basiret ve tutarlıklık sahibi olduklarını da ortaya koymaktadır.
Taksim olaylarında Ergenekoncuların ve CHP kitlesinin Tayyip Erdoğan’a karşı ve Marksist-anarşist grupların, ayrıca bu koronun kimliğine sığınan Türkçü, Kürtçü, Esedci ve bazı marjinal “Politik İslamcı” grupların iktidara duydukları öfke ile; İsrail gazetelerinin ve Türkiye’deki iz düşümlerinin, Fethullah Gülen bağlılarının karşı çıktıkları Hakan Fidan’ı koltuğundan edememenin hırsı içinde Erdoğan’a yönelttikleri öfkenin kesişim noktası Taksim Gezi Parkı’nda ağaç kesip kesmemek meselesi oldu. Ayrıca Hükümet’in bu protestonun birleşenlerinin amaçlarını ve organize güçlerini kavramak konusunda vakıayı ve sahadaki güçlerini doğru analiz edememekten kaynaklanan yetersizliğini de belirtmek gerekir. Bu bağlamda “Muhalefetin senelerce uğraşsa da başaramayacağı bir şeyi 5 günde başardık” ifadesi Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’ya aittir.
Taksim olaylarının arkasında üç eğilim ve tavır söz konusu olmuştur:
Birinci grup: Taksim’e camii yapılacağı korkusu içinde doğaseverliğe tutunarak bir dizi serkeşin mekanı haline gelen Gezi Parkı’ndaki ağaçları ikonlaştırmaya çalışan “endişeli modernler” ve Avrupa Birlikçileri. Zekireya Köy-Kilyos hattında, Bodrum’da veya Marmaris’te yazlık veya garsoniyerlik edinmek, PKK nedeniyle doğu ve güneydoğu dağlarında ise güvenlik sağlamak amacıyla kesilen veya yakılan yüzbinlerce ağacın katledilmesine göz yumanlar, İslamofobi içinde 12 ağacın sökülerek başka bir yere dikilmesi karşısında fanatik çevreciler haline gelebilmişlerdir. Endişeli modernler veya laikler Osmanlıyı ve İslami olanı hatırlatan her türlü projeye karşı Taksim’i savunmak amacıyla iki-üç yıldır örgütlenme içindeydiler. Onlar Peyami Safa’nın “Fatih Harbiye” romanında Harbiye’yi savunan Jön Türklerin ve tüfeyli garpzedelilerin devamcısı olan elitlerdi.
İkinci grup: Üçüncü Boğaz Köprüsü’ne Yavuz Sultan Selim ismini vermek gibi, Taksim Gezi Parkı’nın da kamuoyunu ilgilendiren boyutunu hesaba katmadan ve katılımcı bir hava yaratmadan ele alınmasını fırsat bilen iktidar karşıtı tüm “müzmin muhalif unsurlar”. Bu unsurların özellikle Suriye konusunda İsrail’in göz kırptığı, Esed İktidarı ile İran-Rusya yönetimlerinin oluşturdukları eksen çerçevesinde kümelendiklerini görebiliyoruz.
Bu unsurlar arasında;
Erdoğan’a karşı düzenlenen suikast planlarının ve komploların arkasındaki Ergenekon bağlantılı darbecileri ve yönlendirdikleri siyaset aktörlerini görebiliriz…
Başbakan’a Suriye halkından/Müslümanlarından yana tavır aldığı için “katil” diyen CHP yönetimini ve militanlarını da görebiliriz…
2011’de ABD’de yaşanan “Wall Street’i İşgal Et” eylemini Türkiye’ye kopyalayarak iktidarı yıkacak bir devrim zemini yaratmak isteyen anarşist ve komünist öykünmecileri de görebiliriz…
28 Şubat’tan bu yana “Karanlığı boğmak” adı altında İslami olan kazanımlara karşı üniversitelerde sırtı sıvazlanıp bursiyer hale getirilen Kemalist sosyalistleri ve Kemalist Türkçüleri görebiliriz…
Nasıl olacağını bilmediği “İslami devrim ve devlet” hayalciliğinin çökkünlüğü içinde, özlemleri anarşistlerin veya sol-liberallerin “isyan” ve “revolution” çukuruna düşmüş, Müslümanlarla da ilgisini pragmatizmin politikliğine indirgemiş müflis İslamcıları görebiliriz…
Ve her türlü muhalefet imkânını amaçları için kullanmayı fırsat bilen tüm bu gruplar, ilkin “endişeli modernler”in ve Avrupa Birlikçilerinin marjinal çabalarıyla yeteri kadar ilgilenmeseler de, onlarla Beyoğlu’nun arka sokaklarında hep masa ve kafa arkadaşlığı yaptılar. Zaman geldi endişeli modernlerle birlikte İnci Pastanesi’nin profiterol zevkini de Emek sinemasını da yaşatmak için, Beyoğlu’nun ara sokaklarında yayaları engelleyen yol kenarlarına atılmış içki masalarını da, gay ve lezbiyenlerin fuhuş özgürlüğünü de korumak için ortak tepki verdiler. Ayrıca Beyoğlu’ndaki kamusal alanları normalleştirmek isteyen muhafazakâr Beyoğlu Belediyesi AK Partili idi. Birinci ve ikinci kümede yer alan protestocular ise, Beyoğlu’nun ve Harbiye’nin eski levanten hayranı tüfeylilerinin muharref geleneklerine dayanıyorlardı.
Üçüncü grup: Gezi Parkı projesindeki kamusal boyutlu istişari zaafları ve “endişeli modernler”in çevreci söylemlerini “daha içerden bir söylemle” ön plana çıkartanlar. Bunların çoğunluğu, bazı vakiî ve prosedürel yanlışların sorumluluğunu sadece Başbakan Tayyip Erdoğan’a yıkmak isteyen Erdoğan karşıtlığında cepheleşen “Protestanlaşma” formunu seçmiş muhafazakâr dindarlar ve liberallerdir. Başbakan Erdoğan’ın MİT’in başına getirdiği Hakan Fidan, ABD’de Neo-conlar’ı ve Siyonist lobiyi; ayrıca İsrail’i ve İsrail basınını oldukça rahatsız etmişti. Ne hikmetse bundan Gülen’in Hizmet Cemaati de Taraf gazetesinin sol-liberalleri de oldukça rahatsız olmuştu. İşte Abdurrahman Dilipak, bugünkü Yeni Akit’teki yazısında bu grubun tiyniyetini şu vurgularla ortaya koyuyor: “Sen misin Erdoğan, birileri ile iktidarı paylaşmayan, onların siyasi rant taleplerine olumlu cevap vermeyen? Erdoğan daha önce “gücünüz yetiyorsa, gelin beni alın” demişti, hatırlarsanız. Bu iş bugün bu noktaya geldi ise, bu üstü örtülü hesaplaşmanın bunda payı hesaba katılmalı...” Cemaat veya ekol asabiyesi, İslami aidiyetlerin ve vahyi ölçülerinin önüne geçtiğinde hikmet ve basiret buharlaşmaktadır. Yoksa Cemel veya Nehrevan Savaşlarını nasıl izah edebiliriz?
Hizmet Cemaati’nin yazılı, görsel ve sosyal medyadaki yayınlarıyla; liberal Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyeleri’nin Soros devrimlerine öykünen imzalı bildirisi ile Gezi Parkı eylemcilerinin arkasında duran bu güruhun amacı, Erdoğan’ın AK Parti içindeki inisiyatifini ve Başkanlık Sistemi ile amaçladığı hedefi tartışmalı hale getirmektir. Hizmet kadroları ile ilgili gazeteci Atılgan Bayar’ın cemaatin gazetecilerinin tavrına ilişkin şu twit’leri oldukça ilginçti: “Hocaefendi cemaatinden arkadaşların tamamının Gezi Eylemi’ni desteklemesi çok tuhaf geldi bana… Hocaefendi Cemaati’nden arkadaşlar, twitter’da Gezi Eylemi’ni destekliyor. Sorum şu: Oraya gidecekler mi, yoksa buradan gaz mı verecekler?” Bu soruyu Hizmet Cemaati ile ilgili TV kanallarına ve gazetelere bakınca tekrar etmemek mümkün görünmüyor.
Hele 1 Haziran günü canlı yayında mikrofon tutulan Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç’ın Erdoğan’ın tek adamlığı, Gezi Parkı ve polislerin tutumu ile ilgili açıklamaları “Devrime beş adım kaldı” tarzını çağrıştırıyordu. Zaman ve Fehullah Hoca camiası ile irtibatlı kişilerin bu tür beyanlarda bulunması, oturdukları bazı sitelerde tencere tava eylemlerine öncülük etmeleri, Erdoğan karşıtı kamuoyu oluşturmak konusunda ne kadar iştahlı olduklarını gösteriyor. Fakat Gezi Parkı Eylemleri’nde ülke çapında inisiyatif, organize güç olarak sosyalist, Kemalist ve Türkçü küfürbaz holiganların eline geçince Zaman Grubu da, liberaller de, kafası karışık dindarlar da, endişeli modernler de “Eylemi kirletiyorlar!” diye feryat edip, twit’ler atmaya başladılar.
Erdoğan ve AK Parti kadroları, ilk olarak “diklenmeyen ama dik duran” söylem çerçevesinde, duruş ve kullandıkları dil ve üslup açısından şuna karar vermeliler:
1. Siz iktidarınızı Kemalist, Batıcı, ulusalcı ve laik ilkelere göre kurulmuş, NATO’nun bağımlısı konumundaki T.C. Devleti’yle özdeş olarak mı görüyorsunuz?
2. Yoksa iktidarınızı, resmi kimliğini topluma dayatan ve bağımlı T.C. Devleti’nde, çevrenin haklarını savunan, topluma hizmet verip özgürlük alanları açmaya çalışan, hak ve özgürlüklerden yana toplumsal bir güç ve araç olarak mı görüyorsunuz?
Eğer “Biz Devletiz” diyorsanız [ki bazı siyasi aktör ve danışmanlarınız bu tür vurgular yapmaktan kaçınmıyor], Müslümanlar zulüm yapıp yapmadığınıza, verdiğiniz sözlere uyup uymadığınıza göre karar vereceklerdir. [Devlet ve Müslümanlar ayırımını mevcut durum itibariyle hem kimliksel farklılık, hem tüzel kişilik farklılığı nedeniyle yapıyoruz.] Doğru davrandığınızda bizler de size adil davranmaya çalışacağız. Yanlış yaptığınızda da eleştireceğiz.
Eğer ikincisi ise; yani devletin değil halkın hizmetkârı olan bir “Siyasi Otoriteyiz” söylemine göre davranıyorsanız; yani halkın ve ortak değerlerin önünü açmak, özgürlük alanları oluşturmak için davranıyorsanız; o zaman her türlü zulme ve şerli saldırıya karşı Müslüman toplumun da yaşanan ve kurumsal masiyetler dışında sizlerle “ittifak hukuku” oluşur. Ayrıca “anlaşmalı vatandaşlar” oluşumuz unutulmamalıdır. Vahyi ölçüler bütünlüğü ile anayasal nizamınız şekillenmediği için, vatandaşlığımız ile Müslümanlığımızın aynı şeyler olmadığının da bilincinde olunmalıdır.
Bütün bu olumlu ve yapıcı yaklaşımlar karşısında, sizler de iktidarlı veya partili tüzel kişiliğiniz ile yükümlülüklerinizi önemsemelisiniz. Bu bağlamda dikkat edilecek konulardan sadece ikisini hatırlatmakla yetinelim:
Vesayet rejimine, darbecilere, ulusalcılara, Doğulu ve Batılı küresel güçlerin işbirlikçilerine karşı Türkiye coğrafyasındaki onurlu, erdemli, ilkeli ve alanda bulunan bağımsız çevrelerin yaklaşımlarına kulak vermelisiniz. Çevrenizde iletişim kanallarını tıkama ihtimali taşıyabilecek yönlendirmelerin oluşturduğu hudutların daha ilerisini görebilmelisiniz.
Türkiye’de ve tüm ümmet coğrafyasında Osmanlı kimliği ve Türkiye’nin çıkarları çerçevesinde bir görünürlülükle değil, Müslüman halkların tarihinden bu yana akıp gelen ortak kültürümüzün sahih değerleri ile ve küresel kuşatmaya karşı alternatif müşterek arayış bilinci ile bir iletişim ve diyalog ağı içinde olmalısınız. Akıl öğreten ve ağabeylik yapan değil, istişare edip birikimleri paylaşan bir yaklaşım tarzının coğrafyamızda alternatif bir kalıcılık üreteceğini göz ardı etmemelisiniz.
Gezi Parkı Eylemleri bağlamında hatalar, tedbirler ve kazanımlar meselesi ise ikinci yazımıza kaldı.
YAZIYA YORUM KAT