Tarık Ramazan (2)
“Müslüman alimler inanç alanıyla toplumsal alanı birbirinden ayırıyorlardı” diyor. Evet iman ve ibadet konuları ile muamelat (sosyal, siyasi, ekonomik, hukuki alanlar) kıyas konusu bakımından ayrılmış, “birinci alanda hükmün illetiden hareketle kıyas yapılamaz, ikinci alanda ise yapılır” denmiştir. Bunun manası muamelat alanını dinden çıkarmak, hüküm ve düzenlemelerini halka bırakmak değildir. Alimlerin ittifakı şöyledir: Kesin ve açık nassın (vahye dayalı metnin) bulunduğu alan hangisi olursa olsun orada metin usule göre yorumlanır ve uygulanır, nassın bulunmadığı yerde ise kıyasa gidilir; ama kıyas da Kitab'a ve Sünnet'e bağlıdır, kıyas ve ictihadla elde edilen bilgi ve hükümler, ictihada edene ve ona tabi olanlara göre dine dahildir.
Tarık Ramazan diyor ki:
“Benim için şeriat, fıkıh uzmanlarının ve İslam hukukçularının tek ve kesin olarak tanımladığı İslami hukuk sisteminden çok daha geniş kapsamlı bir şey. Şeriat onların tanımladığından çok daha başka bir şey, o Tanrı'ya ve inanca giden sadakat yoludur.
Biz kanunları bu anlayışın ışığında değerlendirmeliyiz. Bu anlayış bize, erişmemiz gereken kapsamlı vizyonu veriyor zaten. Bir Alman kanunu bana erkeklerin ve kadınların kanun önünde eşit olmaları gerektiğini ya da yapılan aynı işe karşılık, herkesin aynı maaşı alması gerektiğini söylediğinde benim için şeriat budur. Ben böylesi bir kanunla nelere erişebileceğimizi anlamaya çalışıyorum. Ben kanun önünde böylesi bir eşitlik istiyorum.
İşte bu benim Kur'an'ı bire bir -sözcük tercümesi olarak- algılayıp uygulamayı savunanlarla yaşadığım sorun. Bazı İslam bilginleri şeriat düzeni ile seküler düzenin birbirleriyle çatışmalı iki düzen olduğunu düşünüyorlar. Bence bu tamamen yanlış bir fikir. Gerçek sadakate giden yolda biz, miras kanununu, hukuku, toplumsal dinamikleri ve bilimleri göz önünde bulundurmalıyız.
Gayrimüslim zihinlerden çıkan bazı kanunlar İslam ülkelerinde yaşayan Müslüman zihinlerin ürettiği bazı kanunlardan çok daha İslami bir anlayışa sahip. Ben, İslam ülkelerinde yapılanlardansa Batı'da yapılanların yanında olmayı daha çok tercih ederim.
İşte bu yüzden ben İslami devleti bir konsept olarak ele almıyorum. Yine de bizim vatandaşlık olgusunu, ülkeyi yönetirken çoğunluğun kararını uyguladığınızı gösteren herkesin eşit şekilde faydalandığı oy kullanma sürecini, hukukun üstünlüğünü, güçlerin güvenirliliğini ve ayrılığını öngören prensipleri desteklememiz gerekiyor. Bizim asıl memleketlerimiz olan Mısır'da ve diğer diktatörlüklerde seçimle iş başına gelen, ömürlerinin sonuna kadar bu görevde kalan –sorumsuzluk örneği- insanlar var.”
Tenkit:
İslam ülkelerinde yapılan ama İslâmî manada adalete, eşitliğe, hürriyete aykırı olan kanunları “İslâmî” sayıp, bunlara Batı'da yapılanları tercih etmek doğru bir yöntem değildir. Doğru olan, İslam ülkelerinde yapılanları tenkit etmek, gerçek İslam'a göre yapılması gerekeni ortaya koymak ve bunun gerçekleşmesi için çaba göstermektir. Bir kanun, kural, hüküm hem İslâmî hem de adâlete, fıtrata, insanının manevi tekâmülüne aykırı olamaz.
“Vatandaşlık olgusu, ülkeyi yönetirken çoğunluğun kararını uyguladığınızı gösteren herkesin eşit şekilde faydalandığı oy kullanma süreci, hukukun üstünlüğünü, güçlerin güvenirliliğini ve ayrılığını öngören prensipler…” bunlar İslam'da yok mu? Elbette var, ama İslam'a göre var. Mesela “Çoğunluğun kararını uygulamak” Batı demokrsilerine ait olabilir, ama İslam'da çoğunluğun kararı da dine aykırı olmayacak; başka bir deyişle çoğunluk dinden bağımsız olarak karar veremeyecektir. Hz. Ebu Bekir halife seçilince bir konuşma yapmıştı, o konuşma hukukun üstünlüğü konusunda levhalık değil midir: “Ben İslam kanununa (Allah ve Resulüne) itaat ettiğim sürece siz de bana (devlete) itaat edin, ben kanundan, hukuktan saparsam itaat etmeyin…”. Halk veya temsilcileri (ehlü'lhalli ve'l-akd) güvenilemez hale gelen yöneticiyi görevden alır, yerine layık olanı getirirler. İslam'da yargı yürütmeden bağımsızdır; yüksek memurlar ve sultanlar bile yargılanmıştır. Yanlış ve eksik uygulamaları, sapmaları İslam'a yamamak zulümdür.
“Bizim Avrupa için İslami bir toplum modelimiz yok. Bana göre Avrupa'daki Müslümanlar için hayati öneme sahip üç şey var: Bulunulan ülkenin dilini konuşmak, kanunlara uymak ve yaşadığımız ülkeye sadık olmak; çünkü biz Avrupalıyız.”
Tenkit:
Avrupalı Müslümanlara bu üç konuda tavsiye edilecek husus bence şu olmalıdır: 1. Dilinizi asla unutmayın; dilini kaybeden dinini, kültür ve medeniyetini de kaybeder. 2. Avrupa'nın İslam'a aykırı olan kanunlarını din hürriyeti ilkesine dayalı olarak değiştirmesi ve Müslümanlara dayatmaması için çaba gösterin. 3.Yaşadığınız ülkeye hıyanet etmemek şartıyla İslam ülkelerinin (ümmetin) menfaatini kollayın, onlara karşı olan karar ve uygulamaları benimsemeyin, karşı çıkın.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT