1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. “Tarihe Bakışımız-Hilafet ve Halife Seçimi”
“Tarihe Bakışımız-Hilafet ve Halife Seçimi”

“Tarihe Bakışımız-Hilafet ve Halife Seçimi”

Almanyada faliyet gösteren İrşad kitapevinde bu hafta Hasan korkmaz tarafından’’ Tarihe bakışımız- hilafet ve halife seçimi tartışmaları’’ konulu seminer verilirdi.

23 Ocak 2011 Pazar 17:51A+A-

Semineri Lokman ihtiyar yönetti, ihtiyar giriş konuşmasında "İnsanlık tarihi Hz. Ademle başlar günümüze kadar devam eder ve kıyamete kadar devam edecektir, tarih'te ya eşrefi mahluk olarak rahmetle anılan yada hayvanlardan bile aşağılık olarak anılan iki türlü insandan bahs edilir. Bu hal tüm zamanlarda olagelmiş, olmakta ve olacaktır. İnsanın zaman açısından kendinden önceki tarih, kendisinin yaşadığı zaman, ve gelecek zaman olmak üzere üç dönemi vardır. Geçmiş zamandan sorumlu değiliz ancak ibret almalıyız, yaşadığımız zamandan direk sorumlu olurken, gelecek zamandanda dolaylı sorumluyuz'' dedi ve sunusunu yapmak için mikrofonu Hasan korkmaz'a bıraktı.

Korkmaz sunusuna "Tarih şu an ile insanın ilk yaratılışı arasındaki zaman dilimidir'' diye başladı ve şöyle devam etti.

"Tarih, geçen zaman dilimi içinde insan ve toplum hayatıyla ilgili edinebildiğimiz veya edinemediğimiz tüm bilgilerin toplamıdır.İnsan gözlerini hayata açtığı sosyal çevreden etkilenir, onun için bu sosyal çevrenin dinamikleri etkindir.Düşünce ve düşünme gücüne ulaştığında soru ve sorgulamalar da başlar.Nereden geldik nereye gidiyoruz ? İçinde yaşadığım bu toplumda herşey uygun mu, olumsuz giden birşeyler yok mu ? v.s.

Geçmiş dönemlerde tarih değerlendirmeleri konusundaki eğilim, genellikle bilgi aktarımcılığı ve belge toplayıcılığı şeklinde tezahür etmiştir.Geçmişi bir kere daha yaşamak ve gözlemlemek şansımız yoktur. Var olan tarihi verilerin de, güvenilirlik açısından irdelenmeleri ve tartışılmaları gerekmektedir.Sosyal yaşamın karmaşasına aydınlık ve ölçü getiren ve öneren Rabbani bilgi (vahiy), tarihi olayları evrendeki ayetler olarak göstermiştir. Vahiy, bu ayetler üzerinde de düşünüp ibret almamızı önerirken; bize tarihi olayların nedenleri ve toplumsal dönüşümün şartları hakkında çok önemli bilgiler ulaştırır.Vahyi bildirime kulaklarını tıkamış olmakla birlikte, toplumsal yaşamın tesadüfi bir oluşum olmadığı gerçeği üzerinde duran son dönem düşünürleri, tarihi gerçekliğin günümüze ulaşan dinamikleri bulunduğunu ve toplumsal yasaların tarihin içinde saklı olduğunu kavrama noktasına ulaşmışlardır. Artık yaygın olarak tarih; geçmişle ilgili bir bilgi yığını olarak değil, yaşanmış olanın günümüz toplumsal yapıları ve ilişkileri için ne ifade ettiğinin araştırıldığı dinamik bir disiplin olarak algılanmaya başlanmıştır.

Tarihin sağlıklı yorumu, sağlıklı bilgi üzerine inşa edilebilir. Lakin yaşadığımız andan ilk yaradılış anına doğru uzandıkça tarihin bilinemeyen olayları çoğalmaya başlar. Ancak Kur'an'ın Allah'tan geldiğini ve korunmuşluğunu aklederek tasdik edenler, gaybın mutlak bilgisine sahip olan Rabbimizin Kur'an'da bildirdiği tarih kesitleri hakkında kesin olan bilgilere ulaşmış ve onları gereğince kavramış olabilirler.

 Bu noktada tarihi kavramanın yolu, vahyin, eşyanın tabiatı ve vakıasıyla mutlak mutabakat içinde olduğunun akledilmesi ve kabulünden geçer. Vahye inananlar için; tarihi yorumlamak ve ondan günümüz şartlarına ve geleceğe dönük dersler çıkarmak bakımından, iki temel sahada önemli kolaylıklar söz konusudur.

 Birincisi; tarihi yasalar ve toplumsal olaylar hakkında, gaybın mutlak bilgisine sahip olan Rabbimizin bildirmiş olduğu vahyi önermelerin mevcudiyeti.

 İkincisi; tarih yorumlarına ışık tutacak olan olayların yine vahiy ile kesinleşen bilgisi.

 Vahyi bilginin sağladığı imkanlara rağmen, tarihi, bu iki sahada da vahyi bilginin kesinliğini dışlayarak anlamlandırmaya çalışan tarih felsefecilerinin veya sosyal tarihçilerin çabaları, hep bilinmezler üzerine varsayımlar oluşturan bir zannilik taşır. Her ne kadar bu düşünürler tarihi gelişimin dinamikleri hakkında vakıasız düşünce üretmediklerini iddia etseler bile, iddiaları sınırlı ve yakın zamanlı olgularla ve zanni bilgilerle beslenmektedir.Beşeri bilgi gücünün zaafları¬nı gündeme getiren bazı tarih düşünürlerinin varlığı da söz konusudur. Bunlar mevcut imkanlarla tarihi yasaların yeterince bilinemeyeceğine dikkat çekiyorlar.

Bizi yaratıp başıboş bırakmayan Rabbimiz, tarihle ve tarihi yasalarla olan ilişkilerimizi vahyi bildirimiyle aydınlatmaktadır.

Tarih, evrenin yaradılışı ve sonu (kıyamet) arasında sonlu, bir vakıadır.

İlk önce tek ümmet olan insanlık, aralarındaki ihtilafları çözmek üzere elçiler vasıtasıyla gönderilen Kitabın hükümleri doğrultusunda uyumlu bir bütünlüğü oluşturuyordu.

Ama insanlar Kitaplarını ihmal etmeye, istidatlarını ölçüsüz bir özgürlük anlayışı ile kullanmaya başladıklarında, nefislerin tanrılaşması ve nefisler arası kıskançlık tabloları çoğalmaya yüz tuttu (2/213).

Toplumsal ilişkiler planında dün olanlarla bugünkü durum arasında farklılaşan genel bir konum veya herhangi bir değişkenlik olmadığı gibi ciddi paralellikler vardır.

Tarih, toplumların farklı biçimlerde tezahür eden iradelerinin çekişme ve çalışmalarıyla devam etmektedir. İnsan fıtratındaki iyiye ve kötüye meyletme istidatları, hayatın sonuna kadar bu çatışmanın süreceğine dair en önemli delili oluşturmaktadır.

 Bireysel tercihlerde olduğu gibi, toplumsal tercihlerde de sosyal ve nihai bir akibet sorunu vardır.

 Kur'an, kuvvet ve yeryüzündeki eserleri bakımından çok daha güçlü nice toplumların günahları yüzünden nasıl çöktüklerine dikkatleri yöneltmektedir (40/21).

 Tercihlerini kötüden yana kullanan toplumların, kendilerine verilen mühleti doğru değerlendirmeleri beklenir; yoksa onların da sosyal ve nihai gelecekleri azapla kuşatılacaktır (8/38).

 Bu akibet, Rabbimizin bildirdiği kaçınılmaz bir yasadır (50/36).

 Günümüzde de şirk üzerinde bina edilmiş sosyal sistemleri -verilen mühlet dışında-, öncekilerin yasasından başkası beklememektedir (35/43).

 Ancak bu azap yaratıcımızın bir zulmü değildir. Herkes kendi tercihiyle zulmü veya kurtuluşu seçmektedir (11/101).

Rabbimiz evreni; bir ölçü ile yaratmıştır (2/2).

İnsanların biyolojik yapıları da bu ölçüye tabidir.

Ancak insana akletme gücünü, topluma kollektif iradeyi lütfeden Rabbimiz, hayatın amacını ve ilkelerini de elçileri aracılığıyla bildirdikten sonra, onları kendi tercihlerinde serbest bırakmıştır.

Tarih, toplumsal yapıların iradi tercihleriyle oluşmaktadır.

Dünyevi üstünlük ise toplumlar arasında çevrilip durmaktadır. Ancak Allah'ın muradı, inananları ortaya çıkartmak ve onları galip getirmek noktasındadır.

Zira Allah zalimleri sevmez (3/140).

Ancak üstünlük kendiliğinden de gelmez. Toplumsal diriliş ve bütünleniş şartlarını oluşturabilen bütün toplumsal çabalar bu tarihi misyona ulaşabilir.

Zaten Rabbimiz, toplumsal değişimin ve başarının şartını toplumun kollektif iradesine bağlamıştır (13/11).

Daha hayırlı sosyal oluşumların diğer toplulukların yerini alması yolu ise açık tutulmuştur (70/41).

Toplumsal çöküşü oluşturan da, yine toplumsal iradenin tutumu ile alakalıdır (8/53).

Kur'an'a göre tarih, toplumsal değişimlerin, çöküşlerin ve yeni oluşumların çevrimi içindedir.

Bu döngüde belirleyici olan; toplumsal yapıların dünyevi gücü ele geçirip yükselişleri değil, güçlü iken veya güçsüz iken barışın, adaletin ve esenliğin kaynağını oluşturan yaratılış amacımıza uygun bir hal üzerinde olup olmadıklarıdır'' dedi.

Korkmaz tarihi bu şekilde anlattıktan sonra Halife konusuna geçti.

Korkmaz sunusuna şöyle devam etti ''Tarih boyunca insanlar, zihni donanım ve düşünsel potansiyelleri ile Allah'ı tümden inkar etmeye güç yetirememişlerdir. Ancak onu inkar yerine vahyi ilkelerde anlam kaydırmaları yaparak hevai istem ve dileklerine meşru zeminler sağlamışlardır. Kur'an'da geçen halife kavramı da bu kültürel tahriften nasibini almıştır. Halife kelimesi tarihte, en çok siyasi bağlamda kullanılmıştır. Fakat, bu makalenin asıl konusu ise, halife'nin siyasi erkle ilgili olarak kullanılıp kullanılmayacağı değil; genel olarak insanın Allah'ı temsil etme yetki ve yeteneğine sahip olup olmadığıdır. Yani farklı ontolojik [varlıksal] bağlamlarda yer alan insan ile Allah arasında bir vekalet ilişkisinden söz etmek mümkün müdür? İnsan gibi eksik bir varlığın Allah'ın yerine geçmesi ve O'nun temsilcisi olarak varlığa hükmetmesi tevhide uygun mudur?

Bu sorulara cevap vermeden önce "halife" kavramının lügatte, Kur'an'da ve tefsirlerdeki kullanılış biçimleri üzerinde durmak istiyoruz.

 "Halife"nin Sözlük Anlamı

Halife kavramının kök harfleri "ha-le-fe"dir. Masdarı, hilafettir. Half, Kuddam'ın tersidir. Hilafet, başkasının yerine geçmek demektir; yerine geçilenin hazır bulunmamasında, ölümünde veya acizliğinde ya da yerine geçene şeref vermek için olur.

Halife'nin çoğulu, "Halaif" veya "hulefa"dır; birinin ardından makamına geçmek demektir. Hilafet, riyaset, reislik, başkanlık anlamlarına gelir. Taberi'ye göre, Halife bir yere yerleşen, oturan, yaşadığı yeri imar eden anlamındadır.

Halife, birbirinin ardından gelip ona halef olan, onun adına hükmeden kimse demektir. Bir kimse bir başkasından sonra gelip onun yerine geçerse "falan adam filan adama halef oldu" denir.

Halife sözcüğü hem ism-i fail, hem de ism-i meful olarak kullanılan bir kalıptır, ism-i fail olarak kullanıldığında, "yerine geçtiği kimsenin yürüttüğü işi yürüten" anlamındadır. İsm-i mefül olarak kullanıldığında ise "yerine başkası geçen" demektir.

Kur'an'da "Halife" Kavramının Kullanıldığı Yerler

Bu kelimenin kök harfleri olan "Ha-le-fe" birçok varyantı ve birçok anlamıyla Kur'an'da kullanılmıştır. Bunlar:

a. Hakim, hükümdar, yönetmek, efendi, egemenlik kurmak.

b. Dönmek, caymak.

c. ihtilaf, çelişki, muhalefet etmek, aykırı davranmak.

d. Kaçmak, arkayı dönmek, geri kalmak.

e. Ayrılığa ve anlaşmazlığa düşmek.

f. (Gece ile gündüzün) yer değiştirmesi.

g. Muhtelif, çeşitli.

h. Ard, arka, ardından gelmek, yerine geçmek vekalet/niyabet, nesil.

ı. Çapraz.

Araştırmamıza konu olan Bakara suresi 30. ayette geçen HALİFE kavramı etrafındaki Kur'ani anlam örgüsünü kurmadan önce, konu ile ilgili, müfessirlerin ve İslam düşünürlerinin

görüşlerini aktarmak istiyoruz: "Bir zamanlar Rabbin meleklere: 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.' demişti. (Melekler): 'Orada fesat çıkaracak, kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek teşbih ve takdis ediyoruz.' dediler. (Rabbin): 'Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.'dedi." (2/30)

Konu İle İlgili Görüşler

Bakara-30, ayetteki insan için "halife" nitelemesi, birçok klasik ve çağdaş tefsirde Allah'ın halifesi/vekili/naibi olarak yorumlanıyor. Fakat tek bir mana ve tek bir görüş üzerinde ittifak da söz konusu değil. Konu ile ilgili görüşleri beş ana başlığa ayırmak mümkündür.

i) "Yeryüzünün ilk sakinleri cinlerdi. Ancak yeryüzünde bozgunculuk çıkardılar, kan döktüler. Bunun üzerine Allah meleklerden oluşan bir orduyu üzerlerine gönderdi. Bu ordu o cinleri yenerek onları adalara, dağlara sürdü ve Allah Adem ve soyunu o cinlerin yerine yeryüzünde halef olarak yarattı." Bu görüş ibn Abbas'la ibn Ömer'den nakledilmiştir. Bu görüşte olanlar Yüce Allah'ın meleklere: "Yeryüzünde bir halife yaratacağım." sözünden sonra, meleklerin: "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?" şeklindeki cevaplarından esinleniyorlar. Çünkü melekler gaybı bilmezler, bu bilgileri olsa olsa daha önce cinlerin bu durumlarına şahit olmalarından kaynaklanıyor olmalıdır. Nitekim Allah Teala Kur'an'da cinlerin insanlardan Önce yaratıldığını belirtmektedir. Bu mantık, cinlerle insanların kıyaslanabileceği tezine dayanıyor. Acaba böyle bir kıyas mümkün müdür? Eğer birbalina, ineğin temsilcisi olabilirse bu mümkündür. Fakat bu görüş insanların cinlerin yerine geçtiği değil de, cinlerin ardılı olduğu noktasında değerlendirilebilir.

ii) '"Daha önce yeryüzünde melekler bulunuyordu. Yüce Allah bu melekleri yeryüzünden göğe çıkardı. Onların yerine yeryüzünde insanı yarattı." Yani Adem ve zürriyeti daha önce yeryüzünde bulunan "meleklerin halifesi"dir. Bu görüş Zeyd b. Eslem'den rivayet edilmektedir. Herhalde meleklerin Hz. Adem'in yeryüzünde halife olarak yaratılışına hoşnutsuzluklarını ima ettiren sözlerinden hareketle bu görüş ileri sürülmüştür.

iii) "insan yeryüzünde Allah'a halife olarak yaratılmıştır. O Allah adına Allah'ın emir ve hükümlerini uygulayacaktır." Hz. Adem'in dolayısıyla insanoğlunun Allah'ın yeryüzündeki halifesi olduğu görüşü (gerek Sünni ve gerek Şii müfessirler arasında) en yaygın görüştür. İbn Mesud ve İbn Abbas bu görüştedir. (İnsanın cinlerin halifesi olduğu görüşü de İbn Abbas'dannakledilmişti.)

İnsanın, "Allah'ın halifesi" olduğu görüşü, İslam kültürü içerisinde çok meşhurdur. Mevdudi, S. Kutup, Elmalılı Hamdi Yazır, Süleyman Ateş vb. bu görüştedir. Bu konum onurlu bir STATÜ olarak nitelendirilmektedir ‚'' dedi.

Korkmaz sonuç olarak şöyle dedi ve sunusunu bitirdi.

''insan ancak insana temsilci olur (Halife). Ontolojik denge açısından eşitliğe sahip olmayan insanla Allah arasında müşterek bir vekalet sistemi yoktur. O halde Allah'ın vekil (halife) edinmesinden söz etmek mümkün değildir, insanın Allah'ın halifesi olduğunu iddia etmek, koyunların meleklerin temsilcisi olduğunu iddia etmek kadar saçmadır. Çünkü bu iki varlık arasında ontolojik (varlıksal) denge yoktur'' .

Soru ve katkı bölümünden sonra haftaya buluşma temennisiyle çay sohbetine geçildi.

Haber: Lokman İhtiyar

HABERE YORUM KAT

1 Yorum