1. YAZARLAR

  2. Orhan Miroğlu

  3. Tarih tekerrür etmez
Orhan Miroğlu

Orhan Miroğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Tarih tekerrür etmez

09 Aralık 2009 Çarşamba 14:33A+A-

Tehlikeli bir noktadayız. Şimdiye kadar sadece üniformalılar arasında süren bir iç-çatışma, siviller arası bir savaş olma yolunda hızla ilerliyor.

Bana bir okur, “Kürtlere dokuz il veririz, ama yine de onların isteklerine boyun eğmeyiz” diye yazmış.

Öyle bir yere geldik ki, Kürtlerin isteklerine “boyun eğmemek” adına ortaya atılan hiçbir düşünce, tekil değil artık.

Türkiye, düşündüklerini hayata geçirmek için, yasaymış, suçmuş filan aklına bile getirmeden, DTP konvoyu görünce, kimi vatandaşların sokağa fırladıkları bir ülke haline geldi.

Elinde satırla Adana’da evinden çıkan vatandaş karşısına çıkan insanı doğramaya hazır bir kıyıcılığı temsil ediyor.

O anda polisin müdahalesi durduruyor onu. Ama başka bir yerde Gaziosmanpaşa’da aralarında Kürtçe konuşan iki genç, satır darbeleriyle yaralanarak hastaneye kaldırılmaktan kurtulamıyor.

Korkulan oldu nihayet. Diyarbakır’da, üniversite öğrencisi gencecik bir insan, Aydın Erdem sırtından ve tek kurşunla öldürüldü.

Tokat’ta yedi asker şehit oldu. Çatışmanın yaşandığı ilçe, özenle seçilmiş, burası MHP’nin yüzde elli oranında oy aldığı bir yer.

Hangi hak, hangi talep, Aydın Erdem’in, Serap Eser’in ve yedi askerin hayatından daha kıymetli olabilir?

Ve hangi vatan toprağı, bu savaşta kaybettiğimiz elli bin insanın yaşamından daha değerlidir?

Ne olacak şimdi?

Bir ‘Kürt-Türk klasiği olarak’ gerilla ve kontr-gerilla savaşına devam mı?

Peki nasıl?

Bundan böyle, bir iç savaşı göze almadan İzmir’e, Adana’ya, Mersin’e asker cenazeleri ve aynı şekilde, Diyarbakır’a, Şırnak’a, Hakkâri’ye de gerilla cenazeleri gidebilir mi?

Bu halk Kürdüyle, Türküyle bu acıya katlanabilir mi, yeni acıların yasını tutabilir mi?

Kürtler ve Türkler, yirmi beş yıldır olduğu gibi, bundan böyle, gencecik insanların tabutlarını, acılarını içlerine gömerek ve sessiz sedasız, omuzlarında taşımaya tahammül edebilir mi?

Savaşan taraflardan birinin ordu merkezli Ergenekon iddianamelerine yansıyan tasarılarına, cinayetlerine, darbe planlarına bakın. Her şeyin bir iç savaşı göze alarak planlanmış olduğunu göreceksiniz.

Suikastlar, saldırılar, azınlık gruplarına, Kürt ve Alevi liderlere karşı tasarlanmış cinayet planları...

Yüzlerce çocuğu müzede gezerken katliama uğratmayı göze alan insafsız, korkunç ve caniyane planlar...

Yeni İttihatçıların, devleti ele geçirmesi ve iktidar olması, ancak bu konseptin üzerinden gelişecek bir iç savaş hamlesiyle mümkün olabilirdi.

Tarihin garip bir ironisi midir acaba, bilmiyorum.

Çocukların, Kürtlerin ve Alevilerin cesetleri üzerine basarak iktidar olmak isteyen yeni İttihatçıların, darbeci generallerin, cumhuriyet tarihinde ilk kez, savcılara hesap verdiği bir günde ve zamanda, Kürtler bambaşka taleplerle sokaklara döküldüler.

Sebep Öcalan’ın cezaevi koşulları mı?

Öcalan’ın cezaevi koşulları konusunda hemen bütün insan hakları savunucuları ve sivil toplum örgütleri, geçmişte ve bugün açık bir tavır içindeydiler ve zamanı geldiğinde bu tavırlarının da takipçisi oldular.

Bu yol geçmişte denendi ve sonuç ta alındı.

Ne var ki, Kürtlerin bugün sokakta olmaları sadece Öcalan’ın cezaevi koşullarıyla ilgili değil.

Gerçek sebep PKK’nin ve Öcalan’ın süreçten dışlandığını görmesi, tasfiye edildiğini düşünmesi ve buna itirazını yeni bir savaş konseptiyle hayata geçirme arzusudur.

Gelinen nokta iç açıcı olmaktan uzaktır.

Açılım süreci ‘resmî bir devlet politikasına’ indirgendiği için ciddi bir açmazla karşı karşıya kalındı.

Böyle bir politika ister istemez DTP’yi de görmezlikten gelir.

DTP’nin görmezlikten gelinmesi, DTP’nin kendini görmezlikten gelmesinden daha vahim sonuçlar yarattı.

Ve Anayasa Mahkemesi’nden DTP için kapatma kararı çıkarsa, bu, her şeyden önce Türk siyasi sisteminde Kürtlerin varlığına yer olmadığının bütün dünyaya resmen ilan edilmesi anlamı taşır.

Bu koşullarda, DTP’nin alacağı sine-i millete dönme kararı, ‘şimdilik gidiyoruz, bir başka seçimde görüşürüz’ gibi bir karar olmaz. Böyle bir karar, giderek derinleşen ruhsal ve siyasal kopuşa son noktayı koymuş olur.

Anlamak zor olmasa gerek. PKK’nin savaşmaktan vazgeçmediği şartlarda, “Kürt sorunu bir yandan demokratik açılım sorunu olmaya devam eder, bir yandan da güvenlik sorunu olarak sürer gider” deniyorsa, bu büyük bir yanılgı olur.

PKK savaşı sürdürmek isterse, Kürt sorunu bir güvenlik sorunu olmaktan da çıkar, bir ayrılma ve bölünme sorunu haline gelir. Çünkü yeni bir savaşı kontrol altında tutmanın hemen hiçbir koşulu ve imkânı yok bugün. Ve PKK savaşmaya devam ederse –ki bütün belirtiler bunu gösteriyor- DTP’nin kapatılması veya kapatılmaması arasında hiçbir fark kalmaz. 1990’lı yıllarda değiliz artık. Bu savaşı, DTP taşıyamaz ve fiili olarak siyaset sahnesinden silinir. Ahmet Türk’ün grup konuşmalarında okuduğu yazılı metinleri dinleyecek kimse kalmaz.

Başa dönmek böyle bir şey zaten. Ama başa dönmenin maliyeti, basitçe tarihin tekerrür etmesinin katlanılabilir bir maliyeti olarak düşünülmemeli. Yeni bir ‘tekerrürün’ bir tek maliyeti ve sonucu olur: ayrılmayı konuşan bir Türkiye.

İş o aşamaya gelirse, uluslararası güçlerin ve hukukun getirip önümüze koyacağı şartlara bağlı olarak gelişebilir her şey.

Ve ne yazık ki Türkiye Çekoslovakya olmadığı gibi, bütün Türkler de, bana yazıp, “gerekirse dokuz il veririz” diyen okur kadar bonkör değildir.

Doğrusunu isterseniz, bu kötümser senaryonun sonrasını insan düşünmek bile istemiyor.

Tarih, DTP ve AK Parti’yi, rekabetçi, muhtevası fazlasıyla polemik barındıran, açılıma hiç hizmet etmeyen, ötekini baskılamayı hedefleyen, hatta zaman zaman yok sayan siyaset üslubunun dışında, açık ve samimi bir diyaloga davet ediyor.

Çok geç olmadan, her iki parti gerçeği görmeli, burada siyaset filan yok artık, bir ülkeyi iç savaştan kurtarmak var.

(Diyarbakır Cezaevi’nin, tanığı, mağduru ve konuştuğu her defasında insanı düşündüren, insana hüzün veren anlatıcısı, Sevgili SELİM DİNDAR’ı saygı ve minnetle anıyorum.

Biliyor musunuz, Diyarbakır cehenneminden kurtulmak ve sonrasında da böylesine bir ölüm, gerçekten de fazlasıyla trajik, fazlasıyla kahredici oldu. SELİM DİNDAR’ın dostlarının ve ailesinin başı sağ olsun.)

TARAF

YAZIYA YORUM KAT