Tarih İhtiyaçlara Göre Kesip Biçme Sporu Değildir!
Tarihte serbest atış, tarihi bugünün ihtiyaçları için kesip biçmek sporu, hamaset ve ayrımcılık dışında başka bir şeye yaramaz.
Yıldıray Oğur, Karar gazetesinde yayınlanan yazısında TRT’de yayınlanan Payitaht Abdulhamid dizisinde kurgulanan 2. Abdulhamid ile gerçek 2. Abdulhamid’i karşılaştırıyor:
“Baron Rothschild ve kerimesi dün Talya vapuruyla Dersaadet’i terk eylemişlerdir... Baron Rothchild’in geçen Cuma selamlığından sonra (27 Temmuz 1888) Yıldız Sarayı Humayunu’nda gördüğü iltifat, Hazret-i Cihanbani ve huzur-i Hümayun’unda kabulden fevkalgaye mahzuz olduğu tahmin ediliyor. Zat-i Hazreti Padişahi, Baron ile bir saat kadar müddet mülakat ederek... Anadolu şimendiferlerinin Baron tarafından teşkil edilecek bir heyet-i sarrafiye tarafından inşa arzusunu dermiyan buyurmuşlardır....Baron’un mazhar olduğu envai iltifatlardan başka avdeti esnasında Zat-ı Hazreti Padişahi kendisine bilhassa imal ettirilmiş on bin adet sigara hediye buyurmuşlardır.”
30 Temmuz 1888’de Beyoğlu’nda çıkan Moniteur Europeen gazetesinin bu haberinde bahsedilen Baron Rothschild, Frankfurt’ta bir Yahudi gettosunda doğup, 19. Yüzyılda Frankfurt, Paris, Londra, Viyana, Napoli’ye dağılarak meşhur banker Rothschild ailesine dönüşen, beş kardeşten Edmond Edmund James de Rothschild’di.
İstanbul’a gelmeden önce Odessa’daki Siyonist liderlerle bir araya gelmişti. Çünkü Yahudiler için Filistin’de toprak satın alıp, koloniler kurmaya kendisini vakfetmiş ve bu yüzden sık sık Filistin’e gidip gelmekteydi.
1834’de ilk defa kardeşi Nathaniel de Rothschild yine bir Cuma selamlığı sonrası 2. Mahmut tarafından kabul edilmiş, Osmanlı 1852’den itibaren de diğer pek çok Avrupa devletinin yaptığı gibi Rothschild ailesinden borç almıştı. Kırım Savaşı sırasında onlardan alınan borçla silah alınabilmişti. Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz ailenin diğer üyelerine nişanlar vermişti.
1888’de Cuma selamlığından sonra Baron Rothschild ile görüşen ve kendisine hediye olarak on bin adet el yapımı sigara hediye eden Padişah ise Sultan 2. Abdülhamit’ti.
Abdülhamit döneminde de devlet Rothschild ailesinden borç almış ve aile üyelerine çeşitli zamanlarda nişanlar verilmişti.
Abdülhamit’le görüşen Edmund Rothchild, 1893, 1897 ve 1899’da tekrar İstanbul’a ve Filistin’e gelmiş, hatta 1903’de bir kere daha İstanbul’a geldiğinde Topkapı Sarayı’nda saklanan 400 yıllık Şehname’yi tuhaf bir şekilde satın almıştı.
Prof. Dr. Mustafa Balcıoğlu ve Doç. Dr. Sezai Balcı’nın “Rothschildler ve Osmanlı İmparatorluğu” adlı kitaplarında anlattıkları, Rothschild’lere nişan verip el yapımı sigara hediye eden II. Abdülhamit, televizyon dizisindeki Abdülhamit’e pek benzemiyor.
Prof. Dr. Vahdettin Engin’in arşiv belgeleriyle kaleme aldığı “Pazarlık” adlı kitabında anlattığı Abdülhamit de öyle. Tabii dizideki Theodore Herzl’le diyalogları da...
Dünya Siyonist Kongresi’nin lideri Herzl, 1896 ve 1898 yıllarında İstanbul’a gelerek Abdülhamit’in yakın çevresiyle görüşmelere başlamış, 1902’de de bizzat Abdülhamit tarafından kabul edilmişti. Kitaba göre o görüşmede Abdülhamit, Herzl’e “Devlet-i Âliye'min satılık tek bir karış toprağı yoktur" da dememişti.
Herzl sonrasında yazdığı mektupta görüşmenin sonucunu şöyle anlattı: "Majesteleri, memleketinde yaşayan Yahudiler'e gösterdiği âlicenaplığı mazlum ve mağdur durumda bulunan diğer Yahudiler'e de göstermekte, onları bir peder gibi himaye altına almakta ama toplu olarak bir yerde yaşamaları yerine, değişik bölgelerde bulunmalarına izin vermektedirler."
Abdülhamit, Herzl’in borçları sildirme, yardım tekliflerini, Fransızlarla yürüttüğü kredi pazarlıkları için koz olarak kullanmış, kendisine de Yahudilerin yerleşmesi için Filistin dışında Mezopotamya’da özellikle de Yahudi kabilelerin yaşadığı Irak Kuzey’inde yerleşme önermişti.
Abdülhamit, genel olarak şüpheci, evhamlı ve tedbirli bir padişahtı ama muhaliflerini Müslüman, Yahudi ya da Hristiyan olarak ayırmıyordu. Kendi hayatının anlatıldığı bir dizide kötü adamların ekalliyet ağzıyla Türkçe konuşturulmasından da, sık sık bağırırken gösterilmekten de herhalde rahatsız olurdu.
Çünkü Yıldız Sarayı, zamanın Avrupa ülkeleri sarayları ve hükümet merkezleri içinde belki en çokkültürlü olanıydı.
Çocukluk arkadaşı Artin Dadyan’ı paşa yapıp, Hariciye Bakanı yapmıştı. Vefat ettiğinde de Beşiktaş Ermeni Kilisesi’ndeki cenaze ve mezarlık masraflarını bizzat ödemişti.
Özel hekimi Fenerli Rumlardan Spiridion Mavroyeni’ydi. Yabancı dişçilere suikast endişesiyle pek güvenmiyordu ama dişlerini, annesi Yıldız’ın hareminde bohçacılık yapan bir Polonya Yahudisi’nin oğlu olan Sami Günzberg’e emanet etmişti.
Her sabah yabancı gazeteleri okuyup, onun için tercüme eden Nişan Efendi Ermeni’ydi. Saray’ın kütüphanesini ise kendisini eleştiren bir karikatürden dolayı önce hapse attırdığı, sonra da Paris’teki sürgünden çağırdığı Diyojen dergisini çıkaran Teodor Kasap’a emanet etmişti.
İmparatorluğun her yerinden onun için emlak alan, petrol arazileri tespit eden, parasını emanet emlakçısı Agop Paşa’ydı. Onun için camiler, saraylar inşa eden başmimarı ise Sarkis Balyan.
Bayındırlık Bakanı yaptığı Fenerli Rumlardan Aleksandros Karatodori Paşa’ya, onu Ayastefenos ve Berlin anlaşmaları müzakerelerinde görevlendirecek kadar güveniyordu. En yakını İzzet Paşa, Şam doğumlu bir Arap’tı. Bulgar Prensi Ferdinand’ı bile mareşal rütbesi verip şahsi yaveri yapmıştı.
İngiliz Elçisi’ne tokat atmayı bırakın, yaptığı hizmetler için Şevkat Nişanı taktığı İngiliz elçisinin eşi Lady Dufferin onun için “Sultan çok güler yüzlü ve nazikti. Misafirlerine bizzat elleriyle sigara ikram ederdi” diye yazmıştı. İmparatorluğu bir arada tutmak için ince bir denge politikası güdüyordu, o yüzden elçilere karşı her zaman diplomatik nezaketle davranıyordu. Hatta kaynayan Makedonya’da bir Türk zabitin kızıp vurduğu Rus Elçi için hem o zabiti hem de yanında görevli arkadaşını idam ettirecek kadar gözetilmesi gereken dengelerin farkındaydı.
Hayatı da günümüzün yerli ve milli kriterlerinin sınırlarını zorlardı. 16 yıl boyunca saray mimarlığını Sanremo’lu Art Nouveau tarzının önemli isimlerinden Raimondo D’Aranco yapmıştı. Saray ressamı yine bir İtalyan olan Fausto Zonaro’ydu. Yıldız Sarayı içinde porselen fabrikası açtırıp, Fransız ve İsviçreli uzmanlar getirmişti.
Baylan’a yaptırdığı Yıldız’daki sahnenin başına gezici İtalyan tiyatrocu Arturo Stravolo’yu getirmişti. Misafirleri ve saray eşrafıyla birlikte orada operalar ve operetler dinlemeyi severdi. Belki bu zevki 1872’de Nurnberg’deyken Bayreuth Richard-Wagner Operası’ndan, kendisi ve yeğeni Abdülhamit için 300 Thaler (altın para) verip 329, 330 ve 331 numaralı koltukları satın almış amcası Sultan Abdülaziz’den geliyordu.
Yıldız Tiyatrosu’nda Stravolo ailesi onun için Due Ciabattini, L'arrivo Dello Sposo, Napoli di carnevale, I Tre Gobbi, Il Travatore ve La Traviata’yı sahnelemişti. Ama La Traviata’nın acıklı sonu onu üzdüğü için, sonunda genç Violetta’nın doktor tarafından iyileştirildiği yeni bir mutlu son bulunmuştu. Belki de aklına Saray’da kibritle oynarken kendini yakan altı yaşındaki kızı Ülviye’yi kurtaramamasını getiriyordu.
Abdülhamid'in sevdiği kitaplardan dahi operetler bestelenmişti. Örneğin Giovanni Boccaccio'nun bir eseri padişah için bestelenmişti. Ama en sevdiği kitap Sherlock Holmes’du. İngilizce’de yeni çıkan Sherlock Holmes kitaplarını hemen çevirtirip kendisine okuttururdu. Bir rivayete göre serinin yazarı Arthur Conan Doyle’u da Yıldız’da ağırlamıştı.
Misafirlerini en güzel sofralarda ağırlardı. Kendisi içki içmezdi ama sofrasına misafir olmuş elçilerin ve gezginlerin anılarına bakılırsa misafirlerine Fransız şarabı ve punch gibi özel içkiler ikram ettirirdi.
(Constantinople: City of the World's Desire, 1453-1924/ Philip Mansel)
Şimdi, en büyük düşmanı gibi gösterilen Emanuel Karasu da, bir zamanlar onun İttihatçılar içindeki jurnalcilerinden biriydi. Altında “Selanik Dava Vekillerinden Emanuel Karasu Kulları” yazan üç jurnalden birinde Yıldız’a, “Avrupa’da yayınlanan ve Selanik’teki genel kahvehanelerde, halkın “fikrini ifsâd” edecek bazı makaleleri ihtiva eden gazetelerin serbestçe okunduğunu ve bunların polis dairesi tarafından kat’i olarak engellenmediğini” ihbar etmişti. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/32093
Daha sonra onun karşısına da Yahudi olduğu için değil, İttihatçı olduğu için çıkmıştı. Yoksa Osmanlı’yı parçalamak isteyen bir Yahudi komplosunun başaktörü değil, Balkan Harbi sırasında Sultanahmet’teki mitinglerde konuşmalar yapmış, İstiklal Harbi’ne silah bulmuş bir Osmanlı olarak yaşamıştı.
Abdülhamit’i devirmek konusundaki fikirleri de Kut-ül Amare kahramanı Halil Kut Paşa’dan farklı değildi. Ama Kut Paşa’nın yaptığına benzer planlar da yapmamıştı:
“...Makedonya’da işin böylece ve hayırlı sona erişi benim Cemiyet’e teklif ettiğim bir planı da artık lüzumsuz kılmıştı. Plan şuydu: Makedonya’da gizlice İstanbul’a gelecektim. Beşiktaş’a ve Yıldız Sarayı’nın Selamlık yolu üzerinde bulunan evimde gizlenecek ve oradan 5-6 metre mesafeden geçecek Abdülhamit’i öldürecektim. Sonra da Hürriyet’i ilan edecektik”(Halil Kut Paşa’nın Hatıraları)
Belki aynı kanalda yayınlanan dizileri sayesinde 110 yıl sonra Abdülhamit’le ona suikast planları yapan İttihatçı Halil Kut Paşa da barışır.
Böylece, tarihte serbest atış, tarihi bugünün ihtiyaçları için kesip biçmek sporu, hamaset ve ayrımcılık dışında da bir işe yaramış olur.
HABERE YORUM KAT