Tarih başkalarına yüzlerce Kerbela yaşattığı halde kendisini Hz. Hüseyin’e nispet edenlerin yüzsüzlüğünü yazacak!
Yasin Aktay, tarih bilincinin önemini değerlendirdiği yazısında 1400 sene önce yaşanmış Kerbela’da kendisini Hz. Hüseyin’in safına yerleştirip bugün tüyü bitmemiş yüzbinlerce insana Kerbela zulümleri yaşatan zalimlerin iki yüzlülüğüne dikkati çekiyor.
Yasin Aktay’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısı (31 Temmuz 2023) şöyle:
Tarihten, malul hafızamızda kalan
Tarih her an yeniden yazılır, yeniden kurulur. Tarih çok nadiren geçmişte olanların bizimle alakası olmaksızın olduğu gibi bugüne taşınması meselesidir. Her zaman bizimle “alakalı/ilgili” bir bilgiyi bugüne getiririz. Bizimle alakası ise, bizim çıkarımızla, bugünkü olaylardaki duruşumuzla, aldığımız pozisyonlarla, çatışmalarımızla ilgilidir. Tarih yazmak o yüzden tarih yapmak kadar önemli, hatta ondan bile daha önemlidir. Bilhassa devlet kuranlar, bu devlete uygun milletler de inşa etmek istediklerinde ilk yaptıkları şey buraya gelişlerini haklı, meşru hatta zorunlu kılacak bir tarih yazmak olmuştur. Bu tarihin gerçeklere uygun olmasını, aslına sadık olmasını tarihe bir bilim olarak inananlar umsa ve beklese de bu çok naif bir beklenti olarak kalır. Bu naiflik Nietzsche’nin dalga geçmesini gerektirecek kadar fazla uçuktur: “tarihin şehvetli hadımları” demiştir bir keresinde bu tarz bir tarihi nesnellik beklentisine.
Fransa’nın nasıl Fransa olduğunu ve Korsikalılardan, Basklılardan, Normanlardan, Afrika, Germen veya binbir kökenden gelen köylülerden kısa bir sürelik tarihyazımı operasyonuyla nasıl Fransız milleti yaratıldığını Eugen Weber’in meşhur kitabına atfen yazmıştık. Tabii bu tarihyazımı silah kullanma tekeline sahip bir devlet gözetiminde olur.
Millet olmak için iyi bir tarih yazımı şarttır. Tarih bize geçmişte ne olduğunu anlatmaz, aksine geçmişten aktarılan destansı hikayelerin içerisine bugün yaşayan insanları bir halka olarak, hatta bir aktör olarak yerleştirir.
Tarihyazımı gerçekten çetrefil bir konu. İnsan hafızası gerçeklere o kadar da sadık değil. Nisyan ile maluldür. Nisyan ile malul olmak insan olmanın kaçınılmaz bir boyutu. İnsan ve nisyan aynı etimolojik kökten geliyor. Bu nisyanın ilk kulağa çarpan anlamından daha kötüsü insanın hiç yaşamadığı şeyleri, görmediği, duymadığı şeyleri kendi geçmişi olarak görebilmesi. Kendini İsa torunu görüp iki bin sene önce çarmıha gerilmiş Hz. İsa’nın intikamını bugün Yahudi komşusundan sormaya kalkışan Naziler de var bu cümlede, 1400 sene önce yaşanmış Kerbela’da kendisini Hz. Hüseyin’in safına yerleştirip bugün tüyü bitmemiş yüzbinlerce insana Kerbela zulümleri yaşatan Baasçı zalimler de. Bu ülkede ecdadıyla en fazla yüz elli yıllık geçmişi olan birileri de kendini Alparslan torunu saymak suretiyle dağdan gelenler de bağdakini kovma hikayesine soyunabiliyorlar. Burada tarihin sadece olabildiğince vulgar bir istismarının olduğu söylenebilir. Ancak sorunun bu kadar basit olmadığını da biliyoruz. Çok büyük bildiğimiz tarihçilerin en temel konularda yazmaktan, hatırlamaktan, hatırlatmaktan çekiniyor olmaları da var mesela.
Çok saygın bir tarihçi rahatlıkla ağzını bükerek “Cumhuriyet döneminde Kur’an’ın, yasaklanmış olduğunu söylemek cahilliktir” diyerek bütün tartışmaların üstüne otoritesini hoyratça kasabiliyor. Türkiye’de bilhassa Cumhuriyet tarihçileri asla bildiklerini söylemiyorlar, bu da tarihle ilgili bambaşka bir sorun.
Esasen hiçbir hafıza duygularından, çıkarlarından, kalbinden bağımsız bir kayıt tutmuyor ve bu kayıtlar görüntüyü/algıyı, dolayısıyla bu algılara dayalı bilgileri aktarır. Belki nesnel bir tarih yazılmasıyla ilgili sorunlar ve sınırlar tarih sosyolojisi aracılığıyla ortaya konulabilir.
Buradan daha dürüst daha makul ve daha gerçekçi bir tarihyazımına elbette ulaşılabilir. İbn Haldun’un tarihçiliği bize bu sınırları en sağlıklı şekilde çizebilmiş tarihçilerdendir. Sadece tarihi bilgiler aktarmamış, tarihi bilgini doğrusunu yanlışından ayırdetmenin yöntem ve kurallarını, felsefesini ortaya koymuştur.
Tarihin dünden ziyade bugün ve yarınlarla ilgili bir saha olması aslında tarih bilgisinin gözardı edilen en temel tabiatındandır. Çoğu insanın tarih algısı geçmişin en net biçimde aydınlatılması gibi naif bir beklentiye dayanır. Oysa tarihe bizi yönelten güncel ilgi kaçınılmaz olarak tarihin sadece belli bir noktasına götürür ve orası geçmişe ait her şey değildir, olamaz.
Diğer yandan bugün yaşanan birçok hadisede şayet taraflar arasında bir ihtilaf varsa, kişi bir haksızlığa maruz kalıyorsa, tarihin eninde sonunda adil kararını vereceği beklentisine girer. Oysa bugün yaşanan birçok hadiseye bizzat şahit olanlar bile arkalarında bir şahitlik bıraktıklarında bu şahitliğin anlatımında bariz farklılıklar görülür. Bugün gerçekleşmiş bir olay hakkında farklı gazetelerin nasıl manşetler attıklarına veya olayı nasıl haberleştirdiklerine bir bakalım mesela. Aynı olayın çok farklı bir dille ve neredeyse çok farklı bir yaklaşımla anlatıldığı görülür.
Doğrusu bu durum geçmişte yaşanmış olaylar hakkında vakanüvislerin bize aktarmış oldukları bilgilere uygulandığında tarih hakkındaki haberlerin ne kadar güvenilir olabileceği hakkında çok karamsar bir tablo çıkarır karşımıza. Buradan tarih bu haliyle işin gerçeğini bulmamızın çok zor olduğu bir alan olarak belirir. Bugünkü olaylar hakkında bile herkesin üzerinde uzlaşabileceği bir şahitlik ortaya koymanın zorluğu ortadayken geçmişe herhangi bir olayın en nesnel şeklini ortaya çıkarmak üzere nasıl gidilebilir? Bu insan varoluşu itibariyle çok mümkün görünmüyor. O yüzden tarih bilgisi başlıbaşına aslında fazla güvenilir bir bilgi değildir.
Esasen Kur’an-ı Kerim geçmiş şahsiyetlerin değerlendirilmesiyle ilgili yapılan ve güncele bir hesap taşımaya çalışan tartışmalara da “Onlar bir ümmetti geldi geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz” (Bakara, 134, 141) denilerek geçmiş hakkındaki bilginin peşine takıntılı bir şekilde düşülmemesi tavsiye edilmiştir.
Aslında bu şekilde bu ayetlerde biraz da tarihi bilginin tabiatı ve güvenilirliği hakkında hem bir işaret hem de bir uyarı vardır. Geçmişe takılıp kalmamak, hele tarihten günümüze anlamsız ve yersiz kan davaları türünden hesaplar taşımamamız gerekir.
Tarihte olan bir bakıma tarihte kalmıştır ve günümüz insanına bir sorumluluk getirmemektedir. Belki ibret almak, bir köken takip etmek veya farklı nedenlerle ilgiyi canlı tutmak gerekse de tarihi bilgiye güvenerek günümüze davalar taşımamak gerekiyor. Aslolan Kur’an’ın ortaya koyduğu, Allah tarafından kesin bir bilgi ile bildirilmiş tarih içinden bize yüklenen bilinci benimsemek ve onu bilinç inşasında tek referans olarak almaktır.
HABERE YORUM KAT