1. YAZARLAR

  2. Abdurrahman Dilipak

  3. Tanrılar kurban mı istedi, ya da..
Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Yazarın Tüm Yazıları >

Tanrılar kurban mı istedi, ya da..

15 Kasım 2009 Pazar 15:08A+A-

Çiçek “Tanrılar kurban istedi” diyor.. Bana kalırsa Çiçek “kurban” değil “günah keçisi”..

2 kez tutuklandı ve 2. kez de serbest bırakıldı. Yargılama tutuksuz devam edecek..

Haklarını yememek gerek. Kurtarmaya çalıştılar ama olmadı. Mızrak çuvala sığmadı..

Bu iş burada kalmamalı.. Çiçek’i feda ederek kurtulamazlar.. Onların “bizim iyi çocuk” dedikleri Çiçek, aslında Anadolu’dan gelen Müslüman bir ailenin çocuğu! O ailesine yabancılaştı, kendi çocuğu da kendine. Onun oğlu, bir “genç subay” olmadı. “Genç sivil” oldu! Nasıl dehşetli bir dönüşümden geçiyorlarsa.. Onun oğlu, babasının da bu kanlı ve kirli oyunda bir kurban olduğunu biliyor.. Çünki sistem öyle kurulmuş. Herkes birbirinden korkuyor. Bir “Korku imparatorluğu”ndan söz ediyoruz. “Görev ahlaktan daha önemli” ve verilen görevi yapmadığınızda başınıza gelebilecek olanları kendi hayat tecrübelerinizden biliyorsunuz..

İşin kötü yanı şu ki, evinde arama yapıyoruz diye, saatlerce kayıtları silmişler, imha etmişler ve yemek yiyip sohbet etmişler.. Yani arama yapmaya giden ekip arama yapmamış, belgeleri imha etmiş.. Bu ekibin de ortaya çıkartılması gerek, bu emri kimin verdiğinin de..

O belgeler neydi?

100’den fazla plan olduğu söyleniyor.. Yani tek başına bu olay bile 100’den fazla sanık demek. Bunların tümünü “Çiçek” kendi başına yapmış olamaz..

Biri bu kadar iş beceriyorsa, askeri istihbarat bundan habersiz olamaz herhalde. O zaman bilip susanlar, susturanlar kimlerdi?..

Görüldüğü gibi sistem yapının bütününü sarmış durumda.. Zaten birileri de buna güveniyor.. Bu işler rutin, sıradan, herkesin bildiği, ama kimsenin engellemek şöyle dursun eleştiremediği bir “sır”.

Bunlar kendilerini “İlah: Hüküm koyucu”, “Rab: terbiye edici” görüyorlar. Kendi kurallarına uymayanları ise ağır bir biçimde cezalandırıyorlar.. La-yü’sel, hikmetinden sual edilemez bir konumdadırlar.. İktidarı ve serveti onlar bahşediyorlar. Gerektiğinde de kahrediyorlar.. Ölümün ve hayatın ellerinde olduğunu düşünüyorlar.. Tanrıyı modelliyorlar, tıpkı Firavunlar gibi, Bel’amlar gibi, Nemrutlar gibi.. Kıskanç ve öfkeli birer Yunan tanrısı sanki her biri.. Merkez komite sanki Tanrılar kurultayı gibi.. “Tanrılar tanrısı” vardır, adına “1 Numara” dedikleri.. Kozmik bir düzen kurduklarını, bu anlamda evreni modellediklerini düşünüyorlar. Kahinlikleri, Müneccimlikleri oradan geliyor. Esoterik bilgilerin arkasında da, takdis ettikleri “düzenin ruhu”nu temsil eden “Şeytan” vardır.. Onun için Kahinlik, Müneccimlik de yaparlar.. Geometrik formlarla tanımlarlar her şeyi ve matematiksel bir düzen kurmuşlardır.. “En büyük Tanrı” onlar üzerinden gerçekleştirir iradesini. Kahinlikleri “en büyük Tanrı”nın iradesini anlamanın aracıdır. Onların geleceği okumaya ihtiyaçları yoktur. Çünki gelecek onların iradesi ile biçimlenecektir!.. Derin devletin müntesiblerinin din ve hayat algıları farklıdır..

Aslında her işledikleri cinayet şeytanlarına sundukları bir kurbandır..

Çiçek bu anlamda ancak, kendisi ve başkaları tarafından yapılan yanlışlıklar adına sunulan bir kefaret kurbanı olmak üzere seçilmiş bir günah keçisidir..

Ne yazık ki, bu büyünün etkisinden kimse kendini kurtaramıyor. Örümcek ağlarını parçalayıp, kara büyüyü bozacak bir yed-i Beyza çıkmadı aralarından henüz!

Ben zaman zaman bu yapıya “Bizim Sovyet” diyorum.. Aslında bu düzen Mısır’da da böyle idi, Yunan’da da.. Vatikan’da da böyle SSCB’de de böyle idi.. Brüksel, Londra, Pekin ya da Washington fark etmiyor.. Prezidyum, Sovyet Tanrılarının ruhani konseyi değil mi idi.. ABD-Rus soğuk savaşındaki diyalektik, siyasi ve felsefi bir konu olmaktan çok, Şeytani bir düzenin sürdürülmesi için gerekli çatışmanın dinamiğini oluşturmak adına bir Pankreas güreşi idi.. Politikacılar, aydınlar, sanatçılar, halk, kahrolası bir yalan rüzgarının peşine takılıp parlak sloganların peşinden emperyalizmin kanla dönen çarkına kendi kanlarını, gözyaşlarını ve alınterlerini boşaltmak için sıraya girdiler.. Hepimiz emperyalizmin savaş tanrısına kurban edildik! Ve üstümüze bayraklar örtüp, mezar taşlarımıza şehid yazdılar.. Mezar başlarında intikam yeminleri edildi. Din, mezhep, ırk, ulus, kin, intikam her ne ise ve kullanılacak ne varsa kullandılar daha fazla kan için!. Çünki “Tanrılar” öyle istiyordu! Daha fazla kan istiyorlardı ve bu ancak böyle mümkündü! Cellatlarımızı alkışladık ve kendi sırtımızda, kendi cehennemimize odun taşıttılar bize, tıpkı Romalıların kurbanlarına, kendi sırtında haçını taşıttıkları İseviler gibi..

Yargıdaki Ergenekon uzantıları, durup dururken Mahmut Esat Bozkurt adına hukuk ödülü vermiyorlar. O değil mi ki, Cumhuriyetin 10. Yıl albümünde Hitler’den yaptıkları alıntılarla aynı ideali paylaştıkları mesajını veren, Hitler ve Mussolini’ye ilham kaynağı olmakla övünen kişi.. Birileri o kişilerin izini sürüyor..

Adına ödüller verip okullar açtığımız kişi, adını meydanlara, caddelere verdiğimiz kişi, Türk Devriminin önde gelen eylem adamlarından, belli başlı kuramcılarından birisi ve “hukuk devrimi”nin mimarı olarak da anılan Mahmut Esat Bozkurt bakın ne diyordu vakti zamanında, “Azınlıklar, öz-be-öz olmayanlar, kendini Türk saymayanlar hiçbir zaman Türk devletinin kademelerinde görev alıp Türklere hükmedememelidir!.. Onlar eğer bu ülkede yaşamak istiyorlarsa, Türklere tâbi olarak yaşayabilirler.” Neyse, bu işler işte böyle.. Sahi mesela Tekin Alp ne kadar Türk’tü? O dönemin ünlü Türkçülerin kaçta kaçı Türk’tü ki!

Haberlere göre, Ergenekon davası kapsamında son ele geçen belgelerdeki “cuntanın, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız'a kadar uzandığı iddia ediliyor. Genelkurmay Harekât Daire Başkanlığı ve Bilgi Destek Daire Başkanlığı gibi birimlerin andıçlarla ve eylem planlarıyla yakından alakadar olduğu da subayın iddiaları arasında. Bahsi geçen isimlerin yanı sıra, ‘internet andıcı’nın altında imzası bulunan Yüzbaşı Murat Uslukılıç, Albay Cemal Gökçeoğlu, Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu ve Genelkurmay Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu'nun önümüzdeki günlerde soruşturma kapsamına alınması bekleniyor. İhbar mektubunda ismi geçen askerlerden, daha önce Havacı Binbaşı Hicri Dinçerol 'sanık' statüsüyle sorgulanmıştı. Mektupta Bilgi Destek Dairesi şube müdürlerinin bizzat yürüttükleri faaliyetlerden bahsedilirken, Dursun Çiçek'in yanı sıra Albay Sedat Özüer, Albay İlker Ziya Göktaş ve Albay Fuat Selvi'nin de isimleri yer alıyor. İhbarcı subayın verdiği bilgiler, millete ve hükümete yönelik bu komplo planının Orgeneral Hasan Iğsız'ın Genelkurmay İkinci Başkanlığı sırasında hız kazanarak devam etmiş. Buna göre Orgeneral Iğsız, 'doğrudan netice alınacak' bir eylem planının hazırlanmasını emretmiş ve bu işle Korgeneral Mehmet Eröz ve Tümgeneral Mustafa Bakıcı'nın ilgilenmesini sağlamış. Albay Çiçek'in tutuklanmasının ardından bahsi geçen generallerin de soruşturmaya dâhil edilmesi bekleniyor.”

Bekleniyor, beklenmesine de, bakalım bu işin sonu nereye varacak..

Başbuğ’un “kağıt parçası”, “boru” tanımlarından sıyrılıp, bu belgeleri sızdıranlardan önce, belgelerin arkasındaki sorumluları bulmaya öncelik vermesi gerekiyor.. Ya da Başbuğ biliyor da susuyorsa, o zaman durum çok daha vahim demektir..

Bakalım bu iş bundan sonra nereye varacak.. İş geldi Yargı, TSK ve Medianın kapısına dayandı. Bu yolun geri dönüşü yok. Bir adım sonrası ise…

Selâm ve dua ile..

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT