1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. Tanpınar Kritiği: Modernleşme ve Modernlik
Tanpınar Kritiği: Modernleşme ve Modernlik

Tanpınar Kritiği: Modernleşme ve Modernlik

Bu haftaki Zonguldak Çağrı-Der seminerinde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserleri üzerinden Türkiye’deki Modernleşme sürecinin ve Modernliğin kritiği yapıldı.

11 Şubat 2013 Pazartesi 18:35A+A-

Bu haftaki Zonguldak Çağrı-Der seminerinde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserleri üzerinden Türkiye’deki Modernleşme sürecinin ve Modernliğin kritiği yapıldı. Sunumu Âkif Tevfik Erdem yaptı ve aşağıdaki sunumu gerçekleştirdi:

Aliya İzzetbegoviç, “Rönesans, Reform ve Aydınlanma yüzyıllarını okumak için yalnızca Sosyal bilim okumanın yeterli olmayacağını, bununla birlikte, bu süreçleri anlamanın en iyi yolunun Balzac okumaktan geçtiğini” söyler. Batılı modernlerin içinden bir isim olarak Peguy “Tarih Bergsonca sezilebilir.” der. Sosyal bilimlerden daha çok bu ülkede edebiyat okunması bu sözün eşiğinde önemlidir. Türkiye’de Muhafazakâr bir aydın olarak bilinen Tanpınar da, Bergson felsefesinin sezgisel gücünden yararlanarak birçok eser ortaya koymuştur. Besim F. Dellaloğlu Modernleşmenin Zihniyet Dünyası isimli eserinde Tanpınar için: “Onda Rönesans, Reform, Aydınlanmanın temellerini bulmak mümkündür.” der. O da tıpkı diğer modernleştirmeci aydınlar gibi, modernliğin doğasında var olmuş ve modernliği radikal Batıcı kadrolara göre daha da özümsemiş bir isimdir. Modern Türkiye’nin entelektüellerini anlamada Tanpınar’ın bir derinliğe sahip olduğunu düşünüyorum. Tanpınar, modernleşmeyi istediği gibi, bu süreçlerin tamamının bir süreklilik içerisinde olmasını savundu. Tanpınar, modern batı paradigmasının zihin dünyasına sahipti fakat bu durum nasıl gerçekleşti? Sağ ve muhafazakâr çevrelerde “Tanpınar, Modern Batı’nın en önemli figürü olarak duruyorken neden bu kadar çok okunabildi?” 70’lerden beri Kumarbaz, CHP’li, İnönü’ye hayran biri, Fransız ayakkabılarına hayran ve Paris özlemi çeken birinin, modern, Batıcı birinin kitaplarını Dergâh yayınları basıyor. Bu bir paradoks olarak karşımızda duruyor. Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve daha birçok eserinde modernleşmenin getirdiği trajediyi sunması mıydı onu bu kadar önemli kılan?

Evet, gerçekten de Modernleşme ve modernlik arasındaki derin uçurumun yarattığı trajediyi; Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Beş şehir adlı eserlerinde ve birçok makalesinde işlemiştir. Bahsettiğimiz çevrelerde onu bir aydın olarak önemli kılan bu trajediyi en iyi biçimde sunmasıydı. Tanpınar’da Batılılaşma hem toplumsal açıdan irdelenmiş hem de bu zorlu sürecin bireyler üzerindeki travmatik etkileri tartışılmıştır.

Yaşadığı zaman dilimi olan 1901-1962 yılları itibariyle tam anlamıyla bir geçiş dönemi sanatçısı, fikir adamı, siyasetçisi, yazarıdır. Tek Parti döneminde yaşanan kültürel/siyasal dönüşüme, Çok partili yıllara geçiş sürecine, 27 Mayıs Darbesine tanık olmuş biri olarak romanlarında, makalelerinde ve günlüklerinde bu büyük değişim sürecine eğilmiştir. Geleneği estetik ve düşünsel açıdan yeniden icat eder Tanpınar. Tanpınar’ın romanlarında da yeni bir ulusal kimlik yaratma çabası vardır. Ancak bu ulusal kimlik oluşturma erken dönem Cumhuriyet devrindeki gibi geçmişin kalıntılarını silmeye dönük tasfiyeci bir yaklaşım değildir. Onda söz konusu olan ulusal kimlik: geleneğin birikiminden beslenerek yaratılmasıdır. Tanpınar özellikle 1940’lı yıllarda tek tip makbul vatandaş yetiştirme ve milli eğitim ideolojisinin aygıtlarından biri olan Halkevleri’ni över. (Asım Öz: Mütereddit Entelektüel; Darbeci Cengâver: Ahmet Hamdi Tanpınar/ Haksöz Dergisi)

Tanpınar tarihin yeniden yazımı ile oluşturulacak yeni nesil hafızasıyla doğrudan ilgilenir. Tarih her zaman bir şimdide yazılır. Tarih yazımı, şimdinin geçmiş şimdilere bakan gözüdür. Şimdinin geçmiş şimdileri yorumlama tarzıdır.  Tarih nerede yazılır? Padişahın otağında, kralın sofrasında yazılır. Dolayısıyla tarih hep güçlülerin, kazananların tarihidir. Ezilenlerin tarihi henüz yazılmamıştır. Hegel: “Afrika’nın tarihi yoktur.” der.

Tarih yazımı dediğimiz şey şimdilerin kaydedilmesidir. Geçmiş olmuş, geçmişe dönüşmüş şimdilerin yeni bir şimdide kaydedilmesidir. Ama nesnel bir tarih yazımı diye bir şey yoktur. Ve asla olamayacaktır. Tarih yazımını hafızanın inşası olarak algılamalıyız. Birileri bir tarih yazıyor ve bu tarihtir diyor. Bu birilerinin gölgesinde, hegemonyasında oluşturulmuş bir bilinç, bellek, bir tasarım, hafıza oluşturma deneyimidir Tarih yazımı. Hafızanın yeniden üretilmesidir.  Her büyük reform ve devrim sürecinin temelde yaptığı bazı şeyler vardır. Yeni bir siyasal proje varsa kendini meşrulaştırmanın bir ayağı da tarihi yeniden yazmadır. Cumhuriyet Dönemiyle bu görevi Türk Tarih Kurumu üstlenmiştir. Padişahları kötülersek yeni rejimi meşrulaştırmış oluruz.  Bu yolla gerekirse tarihin faillerinin hepsi yeniden nitelendirilir. Laikleşme çabası açısından İslam öncesi bir tarihe ihtiyaç vardır. Ulusal eğitim de bu tarih yazımının bireysel hafızaya taşınması için bir araçtır. Tarih yazımı ulusal zorunlu eğitimle bireysel hafızaya dönüşür. Resmi tarih hafıza üzerinden bireyselleşir. Tarihin yeniden yazılması bireysel düzlemde hafızanın formatlanmasıdır. Tarih yazımı işin makro yönünü, hafıza işin mikro yönüdür.  Henri Bergson “bellek bilinçtir.” der. Belleği kontrol ettiğinizde bilinci de kontrol etmiş olursunuz. Bir vatandaşta böyle üretilir. Hafıza, modern zamanların en politik kategorilerinden biridir. Her devrim, her reform, her ulus-devlet kuruluşunun ilk yaptığı şey hafızayı yeniden formatlamaktır. Yani tarihi yeniden yazmak. Hafızayı biçimlendirme işlemine Tanpınar şöyle cevap verir: “Yıkmak, yapmak için olsa dahi daima zararlıdır ve hakiki yapıcılık ise ilave etmektir.” Tanpınar tarih yazımıyla ilgili değildir fakat esas derdi hafızadır. (Besim F. Dellaloğlu, Modernleşmenin Zihniyet Dünyası, Bir Tanpınar Fetişizmi, Kapı yayınları)

Günlüklerinde Türkiye’deki Tanpınar algısını kendisi şöyle anlatır. “Gariptir ki eserimi sathî okuyorlar ve her iki taraf da ona göre hüküm veriyorlar. Sağcılara göre ben angajmanlarım -Huzur ve Beş Şehir- hilafına sola kayıyorum, solu tutuyorum. Solculara göre ise ezandan, Türk musikisinden, kendi tarihimizden bahsettiğim için ırkçının değilse bile, sağcıların safındayım. Hâlbuki ben sadece eserini, şahsen yapabileceğim şeyi yapmaya çalışıyorum. Ben maruz müşahidim. Sempatilerim var. Şüphesiz İsmet Paşa’yı seviyorum. Bunun dışında inkılapların taraftarıyım ve dil meselelerindeki ifratlar hariç, geriye dönmek, bir adım bile istemem. Feda edemeyeceğim birtakım şeyler var: Sağlara karşı hiç olmazsa inkılâpların bugünkü statüsü. Sollara karşı Türk Milletinin istiklâli ve tarih hakkı. İmkan bulsam, yaşım müsait olsa ve bir organ sahibi olsam müdafaa edeceğim tek şey: Kalkınma ve plan. İnkılâpçılardan ayrılıklarım Allah’a inanıyorum. Fakat tam Müslüman mıyım bilmem. Fakat anamın babamın dininde ölmek isterim ve milletimin Müslüman olduğunu unutmuyorum ve Müslüman kalmasını istiyorum. Garplıyım. Hıristiyanlığın daha zengin miraslarla ve daha derinden işlendiğine eminim. Burada kendi kendimle aşikâr şekilde tezattayım.

Modern, geleneği bir anlamda anlamaya çalışan ve onu hayatının sürekliliğine yayarak değişebilen biridir. Modernleşmeci, gelenekle arasına mesafe koyan, dolayısıyla değiştiğini düşündükçe kendiliğini kaybeden biridir. Batı modernizmi ile Türkiye modernleşmesinin uyuşmazlığı tamda buradadır. Tanpınar sanki bu uyuşmama halini dert edinen bir yazardır. Onun musikiyle, eski hatıralarla, Dede Efendiyle, Yahya Kemal'le, yitirilmiş zamanla içli dışlılığı vardır. Aynı zamanda Proust-Fransız, Bergson(sezgici) romancı, deneme yazarı-, Mallerme-Fransız şair-, Baudelaire gibi modern sanatçıları kendisine üstad bellemiştir. Yani, hem Yahya Kemal'in hem Proust'un mecralarında dolaşır. Tanpınar'ın ”Değişerek devam etmek, devam ederek değişmek” sözüyle anlatmak istediği birazda budur.

Modernleşme ve Modernlik Nedir?

Batılılaşarak modernleşmeye çalışan bir ülkenin İstiklal Marşı’nda benzemeye çalıştığı medeniyeti “tek dişi kalmış canavar” olarak nitelendirmesi bir trajedi değildir de nedir? Bu trajedi, bu paradoksa Tanpınar’ın romanlarında bulunabilir. Sürekli kendisi olmak ile başkası olmak arasında radikal seçimler yapma durumunda kalmak. Bizim modern olmamız için başka tür bir takvim, alfabe ve başka bir tür şapkaya, başka bir dine ihtiyacımız olmuştur. Bu ülkenin modernleşmesi bir tür kendimiz olmaktan utanmanın hikâyesidir aslında. Bu gerçekten trajik bir meseledir. Bu nedenle bizim memleketin modernleşmesinin biliminden çok sanatı yapılır. Tanpınar da bu sanatın piri olduğu için anlamlıdır. Çünkü bunu edebiyatla anlatmak daha münasiptir. Tanpınar bu trajedinin yazarıdır. Trajedinin içinde ondan beslenen biridir Tanpınar. (Besim F. Dellaloğlu, Modernleşmenin Zihniyet Dünyası, Bir Tanpınar Fetişizmi, Kapı yayınları)

Türkiye’de Kemalizm’in Modernleşme/Modernleştirme deneyimi bir toplumsal deneyimsizlik olarak ortadadır. Yaşanan hayatla, gündelik hayatla Kemalizm’in bağları giderek kopmaktadır. Peki Neden? Bu Tanımlamalar Ne İfade Ediyor? Nedir Modernleşme, Modernlik Nedir?

Modernleşme, aslında modernlikle belli bir ilişki kurma tarzına tekabül ediyor. Ancak modernleşme modernleşmeyi Batı ile bir saymakla eşdeğerdir. Batı, bu anlamda modernleşmemiştir. Modernleşme; modernliğin ve kendisinin modern olmadığının bilincine varma durumudur. Modernlik, bizatihi Batı’nın Rönesans, Reform ve Aydınlanmadan yola çıkarak geçirdiği toplumsal süreçlerin adıdır. Modernlik: Ulus Devlettir, Cumhuriyettir, Kentleşmedir, Sınıftır, Kadındır. Modernliğin arkasında sınıflar, toplumsal özneler ve onların çıkarları, arzuları, hırsları vardır. Modernleşme bizim gibi ülkelerin, yani modernliğin kıyısında yaşayan toplumların modernliğe verdiği bir tepkidir. Modernleşme siyasal bir projedir. Modernlik ise toplumsal bir süreçtir. Modernleşme hissiyatı bir “geri kalmışlık”, bir “gecikmişlik”, hatta bir “yenilgi” bilincidir. Bu nedenle bizim modernleşme geleneğimizin temel sorusu genelde devletin nasıl kurtulacağı olmuştur. (Besim F. Dellaloğlu, Modernleşmenin Zihniyet Dünyası, Bir Tanpınar Fetişizmi, Kapı yayınları) Modernleşme doğası gereği demokratik bir süreç değildir. Devletin, birtakım seçkinler aracılığıyla toplumu biçimlendirmesidir. Bugün, Türkiye’deki modernleşmecilerin (ulusalcıların) cumhuriyeti, demokrasinin karşısına koymaları aslında bu açmazın bir itirafıdır. Bir ülke sadece modernleşerek demokratikleşemez. Modernleşme bu anlamıyla demokrasiyle bağdaşmaz. Bu yüzden Tek Parti sürecini modernleşmeciler benimser. Bugün Türkiye’de yaşadığımız kriz: Modernleşme projesinin ardındaki siyasal seçkinler ile yeni gelmekte olan toplumsal modernliğin ardındaki sınıflar arasında yaşanan çatışmadan kaynaklanmaktadır. Bu çatışma yakın tarihimizin en önemli siyasal süreçlerinden biridir aslında.  Modernleşmenin arkasındaki iktidar artık yavaş yavaş toplumsal modernliğin arkasındaki iktidara doğru kayıyor. Modernleşme projesi iktidarı devrediyor. (Besim F. Dellaloğlu, Modernleşmenin Zihniyet Dünyası, Bir Tanpınar Fetişizmi, Kapı yayınları)Sorun, modernleşme zihniyetinin hâlâ sürdürmek istediği siyasetin artık toplumsal bir karşılığının olup olmamasıdır. Modernleşme projesinin taşıyıcı partisi CHP’nin çok partili hayatın başından beri tek başına iktidar görememiş olması bu gerilimin ciddi bir geçmişi olduğunu göstermektedir.

 

Nihayet

-Batı ve Batılı modernler Bizim için ya hep ya da hiçtir.

-Batı’nın tekniğini alalım ahlakı kalsın perspektifi bütünüyle bir yıkımdır.

-İslami değerlerin çağımızın bilim ve teknik kafasıyla birleşip beraber yaşayabileceğini düşünmek bir avuntudur. Çünkü bahsettiğimiz gibi bilim ve teknik Batı’da Rönesans, Reform ve Aydınlanma süreçlerindeki kafa yapısının bir ürünüdür. Bu kafa yapısı toplumsal yapının sinesinde gelişmiştir. Nitelikleri itibariyle İslama taban tabana zıt bir sınıf eliyle gücünü dünyada yaymıştır.

-Batı’nın inancı, felsefesi, bilimi ve tekniğiyle bir bütündür, ya tümden reddedilir, ya da tümden kabul edilir.

-İslami olmayan bir yaşama biçimiyle İslam prensiplerini uzlaştırma gayreti, imanı bir zaafın bahanesi olabilir.

-Batı’da Teknik, insanın kendi aklına tapmasıdır. Bizim için teknik ne ifade eder? Bunu sorgulamak durumundayız.

-Bilim ve Tekniğin arttığı ve hatta Batı gibi olduğu kentlerde neden Tanrı şehrin dışına atılır?

-Kapitalizmin globalleşmesindeki en önemli sömürü aracı “teknik” değil midir?

-Bu ülkenin tüm diğer siyasi ideolojilerine sahip olanlar modern dünya karşısında aynı safta, İslamcılar ve Müslümanlar ayrı bir safta olmak durumundadırlar.

- Tanpınar’ın trajedisi bir yabancılaşma sendromudur. Tanpınar bu toprakların çocuğudur ama Batıcıdır, Batılıdır. Artık aslında o kendisine yabancılaşmıştır. Kendisine ve kendi kültürüne yabancılaşmıştır. Huzur bu anlamda Türkiye toplumunun Batılı bir modern birey ve Batılı yaşam tarzına karşı yaşadığı aşağılık sendromunu ortaya koyar.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum