Tanklara meydan okuyan beyaz önlüklü kahraman!
Mehmet Akif Koç, Gazze’nin kuzeyinde yer alan ve uzun bir süredir İsrail ablukası altında hizmet vermeye çalışan Kemal Advan Hastanesi’nin başhekimi Dr. Ebu Safiye’nin tanklara doğru yürüyen son fotoğrafının öyküsünü inceledi.
Mehmet Akif Koç / Fokus Plus
Tanklara meydan okuyan beyaz önlüklü kahraman: Dr. Hüssam
Yaklaşık 15 aydır devam eden ve ne zaman sona ereceği tamamen saldırganların insafına kalmış, uluslararası toplumun üç maymunu oynadığı, kör ve sağır kesildiği bir katliam, 2,5 milyona yakın insanın yaşadığı küçücük bir şehirde halen sürüyor. Her gün yeni katliam görüntülerinin geldiği bölgeden bugünlerde başka bir buruk ve kırıcı fotoğraf karesi geldi.
Bu fotoğraf karesinde –sonradan kısa bir video kaydı da yayınlandı- beyaz önlüklü bir adam tanklara doğru yürüyor. Yürüyüşündeki aksaklık dikkatli bakınca fak ediliyor, sırtı kameraya dönük olduğu için yüzündeki ifade anlaşılmıyor. Ancak tereddüt etmiyor yürürken, duraklamıyor, geriye dönüp bakmıyor, aklından geri dönmenin bile geçmediği anlaşılıyor. Doğruca ilerideki iki tanka doğru yürüyor. Evet, beyaz önlüklü ve orta yaşlı, sivil bir adam yıkıntılar arasındaki iki tanka doğru yürüyor. Fotoğraf karesi bu kadar.
Sonradan bu adamın bir doktor olduğunu yazıyor haber ajansları. Gazze’nin kuzeyinde defalarca bombalanmış bir hastanenin, İsrail bombardımanı sonucu henüz yıkılmamış ve hasta kabul edebilen tek hastane olan Kemal Udvan Hastanesi’nin başhekimi olduğu kaydediliyor bu adamın. Bir çocuk doktoru bu beyaz önlüklü bu adam, tanklara doğru dimdik yürüyen bu hekimin adı Dr. Hüssam Ebu Safiye.
Dr. Hüssam’ın kişisel öyküsü de Gazze’nin hemen tüm talihsiz çocukları gibi acı ve keder dolu. 1973 doğumlu Ebu Safiye, on yıllardır açık hava hapishanesine dönüştürülmüş olan, son bir yıldır da ağır bir bombardıman ve abluka altında tutulan, öldürülen insanların naaşlarının dahi keskin nişancı askerlerin tehdidi nedeniyle sokaklardan toplanamadığı ve sokak hayvanlarının cesetleri kemirdiği bu talihsiz şehirde çocuk doktorluğu yapmaya çalıştı yıllarca.
Nitelikli göçmen statüsünde Batı ülkelerinde yaşayan çok sayıda meslektaşı ve vatandaşının aksine, yurt dışında hekimlik yapmayı seçmemiş, bu talihsiz kara parçasındaki halkıyla birlikte kalmayı ve onların kaderine ortak olmayı tercih etmiş, adanmış bir adam Dr. Hüssam. Hüssam’ın şu sözü hala kulaklarımda yankılanıyor:
“Bizim kanımız, Gazze halkının kanından daha değerli değildir.”
***
İsrail’in sivil hedeflere, kamplara, çadırlara, hastanelere, okullara, kreşlere vd sivil hedeflere hususi bir kinle saldırdığı, sivil-askeri ayrımı yapmadan Gazze’deki insanları keyfince öldürdüğü bilinen bir olgu. Şimdiye kadar onlarca uluslararası raporda ve insan hakları gözlemcilerinin tanıklıklarında buna dair bolca örnek ve malumat var.
Nitekim Dr. Hüssam’ın başhekimi olduğu Kemal Udvan Hastanesi’ne de son olarak 25 Ekim tarihinde, yan iki ay kadar önce saldırılmış, hastane binasının üçüncü katı hedef alınarak bombalanmış, hastanenin hayati önem taşıyan oksijen konsantratörü devre dışı bırakılınca solunum güçlüğü çeken yoğun bakımdaki iki bebek hayatını kaybetmişti.
Bu baskın sırasında hastanedeki bakıma muhtaç hastalar ve personel bahçede toplanarak sorgulanmış, hastane çalışanlarının hemen tamamı gözaltına alınıp götürülmüştü. O gün Dr. Hüssam da gözaltına alınıp sorgulananlar arasındaydı, ancak İsrail ordusunun hastaneyi tamamen tahliye etme taleplerini reddetmişti. Bu talebi kabul etse ne olacaktı gerçi? Ellerinde serumlarla kilometrelerce yürütülecek hastalar, boş arsalarda gelişigüzel kurulmuş korunaksız çadırlarda tıbbi bakım alabilecekler miydi?
Fakat İsrail askerleri hastane çalışanlarından 57’sini alıp götürmüş, bilhassa cerrahlar hedef alınıp kasten götürüldüğü için acil vakalarda –bu acil vakalar çoğunlukla vahşi bombardımanlardan güç bela kurtarılabilen kolu bacağı kopmuş, iç organları dışarı çıkmış kadın ve çocuklar oluyor- müdahale edebilecek doktor bırakmamıştı. Dr. Hüssam’ın kendi ifadesine göre, iki ay önceki bu baskından sonra hastanede kendisiyle birlikte yalnızca bir çocuk doktoru kalmış, başka da herhangi bir doktor bulunmadan hizmet vermeye çalışıyorlardı.
Dr. Hüssam’ı kişisel olarak cezalandırmak isteyen İsrail askerleri, hastanenin girişini bombalamış, doktorun 15 yaşındaki oğlu İbrahim’i de bu saldırılarda öldürmüştü 26 Ekim’de. Hüssam, evladının cenaze namazını kendi kıldırmış, sonra da işinin başına dönerek en azından başka çocukları hayatta tutabilecek, Gazze’deki çaresiz insanların sesi olabilecek işler yapmaya, feryadını uluslararası kamuoyuna duyurmak için gayret göstermeye koyulmuştu. Doktor, kendi sosyal medya hesabı üzerinden bu feryadı İngilizce ve Arapça olarak dünyaya duyurmaya çalışıyordu. Ancak tüm çağrıları sonuçsuz kaldı, bütün bir dünya sessizce izledi olan biteni.
***
Bugün itibariyle Dr. Hüssam o tanklara yürüdüğü yıkıntılar arasındaki yerden geri dönmedi, hastanedeki tüm personelle birlikte o da İsrail tarafından tutuklandı. Hüssam’dan geriye kalan tek şey, beyaz önlüğüyle o tanklardan birine binerken çekilmiş bir kare. Negev çölünde Gazze sınırına yakın Sde Teiman gözaltı merkezine götürüldüğü iddiaları var ki burası daha önce işkence, tecavüz ve cinayetlerle anılan bir yer. Hastaneyse ateşe verildi; evet, hastane yakıldı.
Dr. Hüssam’ın özellikle son iki aydır kendi insanları ve hastanesi için yaptıkları, delikanlılık çağındaki evladını kaybettikten sonra bile hastaneyi kapatmayı ve hastaları sokağa atmayı reddetmesi, sadece kuru bir övgüyle geçiştirilemeyecek kadar destansı bir direniş örneği. Şimdiden on milyonlarca kişinin gördüğü o fotoğraf karesinde simgeleşmeye başlayan ve direnişin yıllar boyu hatırlanacak sembollerinden biri olmaya aday olan tanklara karşı yürüyüşü, 5 Haziran 1989’da Pekin’deki Tiananmen Meydanı’nda tankın önüne dikilen o meçhul direnişçi gibi elden ele dilden dile dolaştırılıp anlatılacak.
Bu saatten sonra uluslararası toplumun bu keyfi tutuklamaya ses vermesi, bütün diplomatik kanalların harekete geçirilerek en azından başta bu doktor olmak üzere Gazze’deki sağlık çalışanlarının özgürlüğüne kavuşturulması için tüm imkânlar seferber edilmeli.
***
Teşekkürler Dr. Hüssam! Kendi konfor alanında kalıp, aldırmaz ve umursamaz bir tavırla kişisel güvenliğin ve işlerinle ilgilenmek yerine, halkının hizmetine koştuğun, canın pahasına bu kritik mevziyi terk etmediğin, evladını kaybettikten sonra bile bize gerçek bir direniş ve cesaret, adamlık ve adanmışlık örneği sunduğun için. Yiğit adın şimdiden ölümsüzleşti bile Dr. Hüssam! Bu yazıyı da senin bu asil direnişine, cesaretine ve adanmışlığına armağan ediyorum.
HABERE YORUM KAT