Tam teşebbüsçü darbeciler!
Balyoz kararının açıklanmasının ardından televizyon ve gazetelerde yapılan yorumlara baktım. Cumhuriyet tarihinin en önemli davalarından biri görülmüştü. İlk kez bir darbe sivil mahkeme tarafından karara bağlanmış, darbeye teşebbüs eden kimi isimlere ağırlaştırılmış hapis cezası verilmişti. Ancak ekranlar bunun farkında bile değildi. Yorum yapanların kimi davanın içeriğiyle ilgili hiçbir bilgiye sahip değilken bazıları ise tıpkı Balyoz’da kullanılacak gazeteciler listesinde olduğu gibi görevlerine kaldıkları yerden devam ediyordu. Sanıkların ailelerini ve avukatlarını anlayabilirdim. Peki, kendisine “gazeteciyim” diyenlere ne demeliydi?
Karar kendilerini memnun etmemişti. “İntikam” alındığını düşünüyorlardı. “Üretilmiş, fabrikasyon sahte delillerle” cezalar verilmişti.
Gazetem benden Balyoz’la ilgili bugün de bir yazı istedi. Dün oturup düşündüm. Ne yazmalı diye? Düşünürken aklıma bu “gazetecilerin” durumu geldi.
Gördüklerim, izlediklerim, okuduklarım, bilgisizlikten mi kaynaklanıyordu yoksa “kendilerine” yeni bir görev mi verilmişti?
İnanın çok düşündüm. Bu kişilerin son 17 yılda yaptıkları gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti. 28 Şubat, 2003-2005, 27 Nisan, 367 ve yüzlerce olay.
Aralarında genel yayın yönetmenliği yapmış isimlerin de bulunduğu bu kişilerin geçmiş sicili çok da temiz değildi. Aralarına yeni yüzler de katılmıştı. Yenilenmişlerdi. Kimi sarışın, kimi esmerdi. Ağabeylerinin, ablalarının verdiği görevi onlar da kusursuz yerine getiriyordu. Balyoz’u görmemek, onu değersiz kılmak bunların yeni göreviydi.
Kimsenin bu durumun farkında olmadığını düşünüyorlardı. Ancak yanılıyorlardı.
Önce 11, 17 no’lu CD’ler tek delil ve bunlar da sahte dediler. Sonra ses kayıtlarının iddianamede delil olmadığı yalanını ortaya attılar. Bu köşeden yalanlayamadıkları, orijinal dedikleri 4, 5, 7, 13, 15 ve diğer CD’lerin içerisindeki plan ve hareket tarzlarının delil olduğunu yazmamla sustular. El yazılı notları, Bayrak Hareket Planı’ndaki el yazılarını hiç gündeme getirmediler. Deliler arasında “Ses kayıtları” var bölümünü gösterdiğimde, “o da ne ola ki” diye soru sordular. Tankların sokak sokak konulduğu ve yalan diyemedikleri CD’lerdeki power point sunumları konuşmadılar bile. “Başbakanın, Dışişleri bakanının, hükümet üyelerinin, belediye başkanlarının tutuklanmasının seminer denen bir harp oyununda ne işi var” sorularını hep pas geçtiler. Uzatmayayım, işlerine gelmedikleri konuları görmezden gelerek, bizi de kendileri gibi zannettiler.
Gelin oturup her beraber düşünelim. Bu planları Çetin, Özden, İbrahim değil de ordu içerisindeki muhafazakâr, İslamcı başka birileri yapmış olsaydı. Şöyle de bir kaydı bulunsaydı; “Tüm Atatürkçüler tutuklanacak, stadyumlarda toplanacak, sorguları yapılıp en kısa zamanda askerî cezaevine gönderilecek. Atatürkçü, laik gazeteciler tutuklanacak. CHP’li Kadıköy Belediye Başkanı’nı ben, Eskişehir Belediye Başkanı Muhammet görevden alacak. Deniz Baykal ve Ahmet Necdet Sezer’in fotoğrafları yukarıda efendim. Şer-i kanuna muhalefet ettikleri gibi dini kaldırıp yerine laikliği, Atatürkçülüğü getirmeyi düşünüyorlar. Kendileriyle ilgili operasyon yapacak tim bir sonraki slaytta. Anıtkabir operasyonu perdede.”
Ses kaydını o kadar uzatabilirim ki.
Böyle bir ses kaydında bu arkadaşlar sizce nasıl bir pozisyon alırlardı? Ya da Balyoz ses kayıtlarında AK Parti, cemaatler, dindarlar geçen isimleri kaldırıp yerine CHP, Atatürk koyun. Bugün ekran maymunluğu yapanlar, kalemini birilerine satanlar ne yazıp ne konuşurdu?
Cevap ne kadar basit ve de tanıdık değil mi?
28 Şubat’ta tahta silahlarla ülkeye şeriat getirileceği safsatasını yapanlar, bugün herkesi kendileri gibi zannediyor. Kusara bakmasınlar bir sonraki adımda bu millet kendilerini ve patronları yargılayacak. Bu kez “tam teşebbüsten”.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT