Tam Adam, Yarım Sosyolog, Çeyrek Mumbar
Hafta başında Şerif Mardin’in Neşe Düzel’e verdiği ve Taraf gazetesinde iki gün boyunca yayınlanan mülakatı Türkiye’de sosyoloji ve kimi sosyologların nasıl bir işlev gördüklerine dair enteresan veriler sunuyor.
Röportajın girişinde Şerif Mardin ‘din ve siyaset sosyolojisinde hocaların hocası’ olarak takdim ediliyor. Mardin’in röportajda ifade ettiği tespit ve öngörülerden yola çıkarak bu sıfatı ve şöhreti ne kadar hakettiğine karar vermeye kalkışacak değiliz. Lakin ilk elde göze çarpan bazı zayıf, çelişkili hatta temelsiz tezleri görmezden gelmemiz mümkün değil. Bu sebeple ‘hocaların hocası’ tarafından serdedilen görüşlerin tespit mi, temenni mi yoksa devlet sınıfları adına yaşanan tedirginlikten kaynaklanan bir manipülasyon girişimi mi olduğuna bir bakalım istedik.
Birçok yerde olduğu gibi yayınlanan son kitabı “Türkiye, İslam ve Sekülarizm”in arka kapağına düşülen notlarda da Şerif Mardin’in toplumsal değişim dinamiklerini genel geçer kalıplara sokmadığı, resmi ideoloji ve Kemalist söylemin etkilerinden uzak kaldığı vurgulanır. İslam’ın toplum ve siyasetle ilişkisini tahlilde objektif tutumuyla Prof.Dr Mardin'in Cumhuriyet aydınlarının önemli bir kısmından net olarak ayrıştığı gibi vasıflarıyla takdim edilir hep.
Peki, gerçekten öyle mi acaba? ‘Hocaların hocası’ Türkiye’deki toplumsal zemin ve arka planı ne kadar anlamış ve acaba bize ne kadar doğru anlatmaktadır?
Dikkat çekici en önemli husus şudur: Şerif Mardin röportajın başından itibaren söylediği hemen her sözü Kemalist Cumhuriyet adına söylüyor. Başarılar, başarısızlıklar, yarım kalan işler gibi neredeyse her durum Cumhuriyet’in idealleriyle örtüşüp örtüşmediği üzerinden ele alınıyor.
Şerif Mardin'e göre Cumhuriyet’in lütfu sayesinde “en basit insanlar” dahi “Ben kimim?” sorusunu sorabilecek duruma gelmişler. Fakat bu ‘en basit insanlara’ soru sormayı öğreten Cumhuriyet’in maalesef makul ve kuşatıcı bir cevabı yokmuş: Büyük halk kitlelerinin mobilizasyonu tam istediğimiz gibi olmadı Cumhuriyet’in sonucunda.
Mardin, Cumhuriyet’in Rusya’daki gibi radikal bir değişiklikte karar kılmamasıyla tehditlerin önünü açtığını vurgular: İnsanları tamamen saran bir kültür olan İslamiyet’in bazı öğelerine dokunmadı, onları çalışır durumda bıraktı. Cumhuriyet’in ‘bayram, hac’ gibi dokun(a)madığı kısımlar Müslüman toplumda bir canlanma, diriliş ve enerji oluşturunca da bu durum toplumun hayatına birtakım yasaklarla yansıyormuş.
Mesela diyorsunuz, Şerif Mardin başlıyor sıralamaya: Türbanı da aşan böyle giyinilsin, giyinilmesin tartışmaları, eskiden hiç görmediğimiz bir biçimde televizyon programlarında İslami ahlak dersi vermeler, artan İslami yayınlar, Başbakan’dan gelen çok çocuk yapın çağrıları, tesettürlü kadınların çalışma talepleri vs...
Şerif Mardin bir taraftan toplumdaki çok yaygın ve meşru talepleri Cumhuriyet’in tahammüllerini zorlayan tuhaf şeyler kapsamında analiz(!) ediyor diğer taraftan finansal tabanı çok güçlü sofistike bir ağdan, çok büyük bir alemden bahsediyor. Ancak nasıl oluyorsa yer yer tam anlaşılamadığı, çözümlenemediği izlenimi verilen bu sofistike ağın basit bir propagandaya ve tarikat amigolarına yaslanan temellerinden bahsediliyor.
‘Hocaların hocası’ toplumu bekleyen tehlikelere dair mesajlar vermeyi ihmal etmiyor. Korkunç hikayelerden, insan üzerindeki baskıyı artırıcı hikayelerden etkilenen insanların özellikle esnafların içinde olduğu Anadolu’da İslami bir bekleyiş varmış. Mardin’in ihtisas alanı 18. Yüzyıl’ın ortası ile 19. Yüzyıl’ın başı olduğu için bu dönemde Osmanlı toplumunda popüler fakat ilmi değeri son derece düşük Kara Davut, Muhammediye, Ahmediye gibi kitapların halen yaygın olarak okunduğunu zannediyor. Oysa Hoca hiç farkında olmasa da toplum mealle, tefsirle, hadisle, fıkıhla, kelamla, siyasetle tanışalı çok oldu.
Şerif Mardin’e göre “Türkiye’de tam adam milliyetçi adamdır!”. Bu yüzden Türkiye’deki her türlü İslami düşünceye sızmış olan Panislamizm çizgisine karşı direnç oluşturulmasını önerir. İslamcıların modern teknoloji ile mutlak anlamda kavgalı olmamasını hayretle karşılar. Çünkü Mardin’in ailesinden edindiği din anlayışı tam da indirgenmiş ve taklide dayalı bir dindir.
Türklüğünün İslamiyet’le bağını anlaması için Ağa Camii’ne getirilen hocaların hocasına kendisi dışarıda bekleyen büyükbabası şöyle demiş: “Git, bu insanlar ne yapıyorlarsa sen de onu yap!” Sonra da Balık Pazarı’nda mumbar yemeye gitmişler.
Sonuç: Türklük ile İslam’ı, mumbar ile camiyi iki küçük hareketle birbirine bağlayan hocaların hocası bir sosyolog. Saygılar, bilim dünyasına!
YAZIYA YORUM KAT