Taliban direnişiyle Ümmete bir kere daha izzeti tattırmıştır!
Özgür-Der tarafından 2021-2022 yılı için düzenlenen “Afganistan’da Yaşananlar ve Yansımaları” paneli Ali Emiri Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Fatih Demir / HAKSÖZ HABER
Programın konuşmacıları Gazeteci yazar Selahattin Eş Çakırgil, Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya olurken programın yöneticiliğini ise Murat Ayar üstlendi.
Afganistan’da Taliban’ın 20 yıllık mücadelesinin sonunda elde ettiği zafer kritize edilirken konuşmacılar Afganistan ve Taliban’a dönük eleştirel yaklaşımları yorumladı.
Gazeteci yazar Selahaddin Eş Çakırgil, özetle şu görüşleri dile getirdiği müzakeresinde, "Dağlık coğrafyası ile meşhur Afganistan’da yaşamak tabiat şartları kadar çetindir. ‘Kuşten’ fiili Farsçada öldürmek manasına gelir, Afganistan’daki Hindi Kuş Dağları’nın ismi , Hintlilerin bu coğrafyayı ele geçirme mücadelesinin sonunu hatırlatır. Afganistan evet fakir bir ülkedir ama mücadeleden yılmayan, baş eğmektense ölmeyi göze alan bir halktır. Burası tarih boyunca yabancılara karşı verilen çetin savaşlara sahne olmuş bir coğrafyadır."
Afgan diye etnik bir unsurun olmadığını vurgulayan Çakırgil, “Afgan kelimesi, ‘Figan’ kelimesinin çoğuludur ve bu coğrafyanın feryad’u figan diyarı olduğunun anlatılması için Afganistan denilmiştir derler. Nitekim Hindulardan sonra bu coğrafyaya İngilizler geldiler geçen yüzyılda ve tutunamayıp gittiler. 1978 nisanında Sovyet Rusya, bu ülkede kanlı bir komünist yaptırıp nice zulümler yaptırdı; sadece o komünist darbenin ilk haftasında ve sadece Herat şehrinde , sıradan halktan değil, halkın içindeki İslami kimlikleriyle tanınan 25 binden fazla insan katlettirdi.. 1989’da Rusya askerlerini çekti, 1992’de de komünist rejim tamamıyla çöktü.”
Selahaddin Eş Çakırgil sözlerini şöyle sürdürdü: “Afganistan ziraata da çok elverişli olmayan topraklardır. Çok zor şartlarda, oldukça çetin bir mizaca sahip 35 milyondan fazla insan yaşamaktadır bugün o coğrafyada. En büyük etnik unsur olan Peştunlar’ın yüzde 40 civarında olduğu kabul edilir. Geriye kalanlar ise, Tacikler, Özbekler, Kırgızlar ve Türkmenler ve Hezaracât /Hazaralar denilen Şiîler ve farslardan oluşan daha küçük kavmî topluluklardır. Ve bu etnik unsurlar arasında da asırlardır çetin mücadeleler olmuştur. Hatta hemşerilik ve kabile duygularının çok güçlü olmasından dolayı, Türk etnisitelerinden olanlar arasında da kanlı savaşlar cereyan etmiştir. Afganistan bölgesinde yaşayan insanların okuryazarlıklarının oldukça az olması da etnik duygu ve dayanışmaların güçlenmesine sebep olmuştur.
500 yıl öncelerdeki Babür Şah’ın hâtıralarını okusanız, onun, Sultan Huseyn Baykara veya Şeybek Han’la savaşlarında tarafların birbirlerini ne kadar acımasızca öldürdükleri, insan kellelerinden minareler dikildiğine dair hallerden gururla bahsedildiğini görürsünüz. Hâlbuki ölenler de öldürenler de Müslüman halklardır.
Ama okuma-yazması oldukça az olan bu halkın kültürü yine de çok zengindir. Bu coğrafyadan nice bilginler ve bilge kişiler de çıkmıştır. Ali Şîr Nevaî, Rudek, Celâleddin Rumî, Hakanî, Molla Câmî gibi ünlü şairler, ârifler, sufîler ve Gazneli Mahmûd gibi ünlü sultanlar da bu coğrafyada yetişmiştir.”
Çakırgil Sovyetlerin uzun süre işgale giriştiği Afganistan siyasal sosyal hayatı için, “Rusya’nın 1979’da yaptırdığı komünist darbeden sonra hem Rus askerleri hem de yerli komünistler eliyle yerli Müslüman halktan yüz binlercesi öldürüldü 14 yıl boyunca.
ABD de, 2001’deki işgalden bu yana 20 yıl boyunca sivil halktan yüzbinlerce Müslümanı da katletti. Hint Okyanusu’ndan atılan 3 bin km menzilli balistik füzelerle vurulan yerleşim bölgelerinde yüzbinlerce insan yıkılan-çöken toprak evlerinin altında can verdi, evleri mezarları oldu.
Evet, Afganistan toprakları, sadece yabancılara değil, yerli halkın çocuklarına da mezar oldu, on yıllar boyu süren savaşlarda. Ayrıca, yabancılara karşı savaşılırken, ortaya çıkan ve her birisi liderliğin kendilerinde olması gerektiği iddiasıyla, diğer teşkilatlara karşı da acımasız savaşlar verdiler, birbirlerini de öldürdüler.”
Afganistan siyasi sahnesinin son yüzyılı için Çakırgil,
"1920’li yıllarda Emanullah Han Afgan Şahı, kralı idi. Emanullah Han’ın 1925’lerde Ankara’ya gelişi ve Ankara’dakilerden ‘modernleşme dersleri’ aldığı biliniyor. İşte o sıralarda dikkat çeken bir isim de Beççe-i Saka Habibullah’dır. Ve Emanullah’ın İngiliz emellerine uygun yenileşme faaliyetlerine, ‘gavurlaştırma projeleri’ne karşı halkı mücadeleye çağırır. Bu kişinin en çok bilinen özelliği, Osmanlı çöktükten sonra, önce Moskova’ya ve oradan da Türkistan’a geçen ve bugünkü Tacikistan’da Bolşevik/ komünist güçlere karşı Müslümanları örgütleyen Enver Paşa’nın ‘emir eri’ olmasıdır. İttihad- Terakki liderleri arasında diğerlerinden daha olumlu kabul edilen Enver Paşa Duşenbe yakınlarında, İslam Orduları Başkomutanı olarak Kızılordu’yla giriştiği bir savaşta hayatını kaybettikten sonra onun ‘emir eri’ olan Beççe-i Saka, o sıfatla bile etkili ve güvenilir bir şahsiyet olarak sahneye çıkar. 1926-27’lerde halk kitleleriyle birlikte, başkent Kabil’i ele geçirir. Bir bakıma bugünkü Tâlibân’ı çağrıştıracak şekilde. Emanullah Han ise, Hindistan’a (yani, gerçekte, o zaman Hindistan’a hükmeden İngiltere’ye) sığınır.
İlginçtir, Behçe-i Saka Afganistan'a hâkim olur olmaz, okulları kapattı ve ‘İslam şeriatı’ adına birçok yasaklar getirdi. Ve kendince bir devrime girişti. Ama Behçe-i Saka, 9 ay sonra öldürüldü. Sürgünde ölen Emanullah Han’ın yerine oğlu Nadir Şah iktidara getirildi. Ve o da 1933’de ölünce yerine oğlu Zâhir Şah geçti. Tam 40 sene; 1973’e kadar Afganistan’ı, Amerika ve Avrupa’daki kapitalist dünya kadar komünist Sovyet Rusya arasında da kendince ustaca yönetti. Ama Afgan halkı o 40 yıllık dönemde dünyanın en geri kalmış ve fakir ülkelerinden birisi olmayı sürdürdü.
Bu arada, Türkiye’den de Rauf Orbay’ın kardeşi General Kâzım Orbay da uzun yıllar Afgan Ordusunu modernleştirme projelerinin başında kaldı. 1973’de ise Zâhir Şah Roma’dayken damadı Davud Han tarafından darbe ile Şahlık ’tan indirildi. Sözde bir Cumhuriyet rejimi ilân edildi. Kendisini de cumhurbaşkanı seçtirdi. Tıpkı bizdeki gibi… Halk, Cumhuriyet lafını duyuyordu ama ne olduğunu bilemiyordu…
5 sene sonra, Nur Muhammed Terekî isimli ve Rusya destekli bir komünist, kanlı bir darbe ile idareyi ele geçirdi. Davud Han ve bütün ailesini öldürerek elbette. O komünist darbeyle sadece Herat şehrinde sivil halkın önde gelen Müslüman kanaat önderlerinden 25 bin kadar insanın katledildiğini hatırlamak bile durumu anlatmaya yeter.
Ama Komünist darbe ile yönetimi ele geçiren Terekî’nin zulmü hemen bütün halk kitlelerini ellerindeki en ilkel silahlarla bile olsa ‘qıyâm’ etmeye sevk etti. Müslümanlar ellerinde ne varsa silahlanarak komünist yönetimi yıkmaya çalıştı. Bir yandan da kapitalizm dünyası da, komünist yönetime karşı Müslümanların İslami gerekçelerle mücadele etmesine sempati ile bakıyordu. Çünkü kapitalizm dünyası açısından, tek rakibi olan komünizmin başarılı olmaması, güçlenmemesi gerekiyordu." yorumunda bulundu.
“Komünist olmasa da kendisine itaat eden bir Afganistan istiyordu, Sovyet Rusya”
Sovyet Rusya ise her ne olursa olsun Afganistan’da başarılı olmak istiyordu. Bu yüzden Terekî yönetiminin başarılı olamayacağını anlayınca Brejnev Rusya’sı Terekî’yi 2 sene kadar sonra Hafizullah Emin isimli bir diğer komünist kuklaya yaptırdığı darbe sırasında öldürtüyordu. Ama Emin de başarılı olamayacaktı. Çünkü Müslüman gruplar mücahid teşkilatları halinde ülkenin her tarafında örgütlenmişlerdi. Nitekim bir kaç yıllık başarısızlık sonunda Emin de devriliyor ve Rusya lideri Brejnev, Babrak Karmal isimli bir diğer komünist kuklayı devreye sokuyor ve ondan, ‘komünist bir Afganistan değil, Rusya’ya mesele teşkil etmeyecek bir Afganistan’ı nasıl olursa olsun, kurmasını’ istiyordu.
(…)
Ama Babrak Karmal’ın da başarılı olamayacağı anlaşılınca Karmal, Moskova’da iken Necibullah isimli bir diğer komünist kukla yönetimin başına geçirildi. Ama halk arasında ’Necib-i Gaw’ (Öküz Necîb) diye anılan Necibullah’ın da Rusya’nın beklediği başarıyı sağlayamayacağı anlaşılmıştı. Esasen Sovyet Rusya kendi içinde de Mihail Gorbaçov’un sistemi kurtarma çabalarına şahit oluyor ve orada da dikiş tutmuyordu. Nihayet Gorbaçov Rus Askerî varlığının Afganistan’dan çekileceğini açıkladı ve 1989’da bu çekilme gerçekleşti. Ama Necibullah’ın hükûmeti bir süre daha; 1992’ye kadar devam etti. Mücahit teşkilatlar, var güçleriyle, bu son komünist kalıntıyı da ortadan kaldırmak isteğiyle yükleniyordu başkent Kabil üzerine.
Ama bu kez de ‘mücahid teşkilatları’nın liderlik mücadelesi daha bir ölümcül merhaleye ulaşmıştı. Bu teşkilatlar arası mücadele sivil halktan on binleri de ölümün pençesine atıyordu. Derken Burhaneddin Rabbanî’nin ‘Cemiyet-i İslamî’ güçleri, Ahmed Şah Mes’ud komutasında başkent Kabil’e giriyor ve Necibullah, Birleşmiş Milletler binasına sığınıyor, ama kızgın kitleler Birleşmiş Milletler binasını basıp, Necibullah’ı dışarı çıkarıyorlar ve hemen oracıkta darağacına çekerek öldürüyorlardı.
Ama bu kez de, Kabil’e kendilerinin gireceğini hesap eden ‘G. Hikmetyar’ liderliğindeki ‘Hizb-i İslamî’ isimli ‘mücahid’ teşkilatı, Kabil’i ele geçiren ve Cumhurbaşkanı seçilen Burhaneddin Rabbanî güçlerine karşı amansız ve kanlı bir savaşı başlamıştı. Cumhurbaşkanı Rabbanî, Hikmetyar’ı ‘başbakan tayin ettiği halde o, onu da kabul etmiyor ve kendi liderliğinde bir rejim kurmayı düşünüyordu. Ve Kabil’i füzelerle dövüyordu. Ayrıca Hikmetyar, ‘Afganistan’ın geleceğinde karar verecek olan aslî unsurun, son 300 yıl boyunca olduğu gibi, yine ‘peştun kavmi’ olacağını’ Peşaver’deki bir mitingde açıklamıştı; 1989’da. Bu da bir ayrı fitnedir Afganistan’ın Müslüman halkı arasında. Ve bugün iktidarı ele geçiren Taliban üyeleri büyük çapta Peştun kavminden olsa bile, ‘Peştuncu’ eğilimlere saplanmazlar inşallah.
Mücahid teşkilatları arasındaki savaş da komünist rejim döneminden daha korkunç bir tahribata uğratmıştı Afganistan’ı
Birçok İslami yapı, şahıs, etnisite veya grup Müslümanlık adına bir birleriyle çatışmalara girmiş ve yıllarca süren iktidar mücadelesi ile Afganistan’ı daha beter ve hükümetsiz ve hükûmet edilemez bir bataklığa sürüklemişti. Bu durum en çok da Pakistan’ı rahatsız ediyordu. Esasen Afganistan'ı ele geçirmesinden beri, Rusya'nın kendi ülkesi üzerinden Hint Okyanusu’na da geçeceği korkusunda olan Pakistan Ordusu, güçlü İstihbarat birimi aracılığıyla ‘Afganistan Buhranı’yla devamlı ilgileniyordu.
Artık ‘mücahid teşkilatları’ arasındaki korkunç kanlı boğuşmanın sona ereceğinden ümidini kesen Pakistan yönetimi; 13-14 yaşında Afganistan’ı terk eden ve Pakistan medreselerinde okuyan, çoğu ana-babasını kaybetmiş ve 30’larına gelen ‘tâlibleri- talebeleri askerî açıdan da eğiterek’ Tâlibân’ın kuruluşunu elbette kendisine göre iyi niyetlerle gerçekleştirdi.
‘Mücahid teşkilatları’ arasındaki boğuşma, komünist rejimin çökmesinden sonra da 3 yıl daha sürünce, 1994’ün son aylarında varlığını ilan eden ve Pakistan ile bazı diğer rejimlerden malî ve askerî yardım gören; hatta 100’den fazla savaş uçaklarına bile sahip hale getirilmesi ve bu uçakların Pakistanlı emekli subay pilotlarla kullanılır hale gelmesiyle Tâliban da bir kaç ay içinde Kandehar’dan başlattığı ‘kurtarma operasyonu’yla kısa zamanda Afganistan'ın büyük bir kısmını ele geçirdi. Pençşîr Deresi ve civarında Sovyet Ordusu’nu bile yıllarca çaresiz bırakan ve henüz de Cumhurbaşkanı Rabbanî’nin Savunma Bakanı sıfat ve konumunu koruyan Ahmed Şah Mes’ûd kontrolünde olan yüzde 15 kadarlık bir coğrafya hariç Tâlibân, o bölgeye yıllarca hâkim olamadı.
Bu arada Taliban güçleri Mezar-ı Şerif şehrindeki İran konsolosluğunu basarak oradaki 14 diplomatı katletti. Binayı da yerle bir. O İranlı 14 diplomat da hemen oracıkta defnedildi. İran yönetimi, bu saldırıya cevap vermenin eşiğindeyken, ‘İran güçleri Afganistan’a girdi’ diye fırsat bekleyen güçlere koz vermemek için tepkisiz kalmayı tercih etti.
Ama Taliban rejimi 1995-2001 arasındaki yönetiminde savaş yorgunu bir halkın beklediği rahatlığı sağlayacak tecrübe ve imkânlardan da mahrumdu.
Bu arada 9 Eylül 2001 gün Ahmed Şah Mes’ûd bir bombalı suikastle parçalanarak öldürüldü ve Afganistan’ın tamamı Taliban’ın kontrolüne geçti.
Ancak Ahmed Şah Mes’ud’un öldürülmesinden 2 gün sonra Amerika içindeki en hassas merkezlere yapılan ve 3 binden fazla kişinin ölümüyle noktalanan ‘11 Eylûl 2001 Saldırıları’ da gerçekleşince ve Amerika, bu saldırıyı Tâlibân’la işbirliği yaptığını iddia ettiği Usâme bin Laden’in üzerine atınca üstelik Taliban da onu Amerika’ya vermeyince: Kendi halkının intikam duygularını tatmin için Amerika, Afganistan’a füzelerle, ağır bombardıman uçaklarıyla saldırdı. On binlerle yüzbinlerce sivil Müslüman hayatını kaybetti. Tâlibân rejimi de ilginç bir yöntemle geride hiçbir iz bırakmadan ‘buharlaştı.’ Amerika’nın 20 yıl süren işgalinden sonra ise Amerika bu coğrafyadan geri çekilmek, kaçmak zorunda kaldı.
Amerikan desteğiyle ayakta duran hükümet ise beklenmeyen bir süratle çöktü. ‘Tâlibân’ örgütü, Afganistan’da fiili hâkimiyeti 26 yıl sonra tekrar ele geçiriverdi.
Müslüman coğrafyalarına tahakküm eden emperyalist güçlerin kaçmak zorunda kalmaları her Müslümanı elbette sevindirmelidir. Ancak çok ağır sosyo-ekonomik problemleri olan Afganistan’da Tâlibân’ın bu ikinci dönemi başarılı olmaya mecbur değil, mahkûmdur. Geçmişten de ders alınarak başarılı olur inşallah.
...
Küresel güçler ve medyanın kendi müfsid değerleri üzerinden Taliban’a yönelik karalayıcı bir imaj çizdiğini, Müslümanların bir kısmının da bu imajın etkisinde kaldığını hatırlatarak konuşmasına başlayan Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya, Afganistan’da yaşanan gelişmelere hamd etmemiz gerektiğini, kimi çevrelerde ihtiyatlı olma adına aşırı kuşkucu ve karamsar bir tavrın görüldüğünü, oysa üzülmemize neden olan konularda üzüldüğümüz gibi, sevincimize vesile olan hadiselerde de sevincimizi yansıtmamızın doğal olduğunu belirtti. 20 yıllık bir direnişle ABD ve NATO gibi devasa güçleri Afganistan’da bozguna uğratan Taliban’ın direnişinin Ümmet için büyük bir kazanım olduğunu, küçümseyen, arkasında birtakım bit yeniği arayan yaklaşımların hastalıklı yaklaşımlar olduğunu söyledi.
Batı’da ABD’nin yenildiği itiraf edilirken Türkiye’de kimi kesimler “ABD yenilmiş olamaz” havasında!
Rıdvan Kaya ABD ve Batı’da Amerikan ordusunun yenildiği hususunda herhangi bir tartışma olmazken Türkiye’de Taliban’ın zaferinin ardında başka planlar, hesaplar arama tavrının yaygınlığının çok dikkat çekici olduğunu, bunun emperyalist güçleri adeta Kadiri Mutlak olarak görme saçmalığının bir uzantısı olduğunu söyledi.
Kaya bu spekülatif mantığın geçmişte de Afganistan’da yaşanan büyük direnişi doğru yorumlayamamaya yol açtığını söyledi. Bu minvalde Kızıl Ordu’nun işgali karşısında Afgan halkının ve mücahitlerin 10 yıl boyunca verdikleri büyük direnişi anlamaktan ve takdir etmekten aciz zihniyetin Sovyetler Birliğini çöküşe götüren direnişi ABD yardımına bağladığını, Sovyetler Birliği ordusunun çöküşünü Stingerlerle açıklamaya kalktığını, oysa Stingerlerin çok sonra ABD tarafından kendisine yakın görülen bazı gruplara verildiğini ama bu zamana kadar Afgan direnişinin zaten Sovyetleri perişan duruma düşürdüğünü hatırlattı.
“Afganistan'a imparatorlukların mezarı denir”
Afganistan’da önce İngilizlerin büyük hezimete uğradığını, ardından Sovyetlerin ve şimdi de ABD ve NATO’nun zelil duruma düştüğünü söyleyen Rıdvan Kaya bunca bedele ve kazanılan büyük zafere rağmen kalıplaşmış bir kibirle Taliban’ı tahkir etmeye kalkışan, narkoşeriat gibi utanç verici bir kavram telaffuz eden ya da Taliban önderlerinin ABD tarafından planlı bir şekilde hapisten bırakıldığı yalanını tekrarlayanların iftiraya alet olduklarını ve tövbe etmeleri gerektiğini hatırlattı.
Hala Guantanamo’da Müslümanların tam bir hukuksuzlukla esir tutulduklarını ama kimsenin bu zulmü konuşmadığını belirten Kaya, aynı şekilde işgalcilerce katledilen kadınları, çocukları asla gündemlerine almayanların gece gündüz Taliban’ın kadın haklarını ihlal edeceğinden yakınıp, örtünme ve had cezaları vb. tartışmalar üzerinden karalama kampanyası yürüttüklerini söyledi.
“Sayısız yalan ve manipülatif bilgi ile Taliban üzerine olumsuz bir imaj çizilmeye çalışılıyor”
“Taliban’dan eylem yapan kadınlara dayak”, “Taliban sakal kontrolü yapıyor” vb. iddiaların çokça tekrarlandığı, hatta “Taliban insanların kollarını açarak vücut kıllarının yönüne göre abdest alıp almadığını kontrol ediyor” türünden saçmalıkların kolayca alıcı bulduğunu ifade eden Kaya, ABD tarafından özgürleştirilmiş 40-50 kadının Taliban’ı protesto için Savunma Bakanlığına yürüyüp, Taliban’la savaşırken öldürülen askerler için çiçek bırakmaları gibi bir eylemin benzerine dünyada herhangi bir yönetimin izin vermesinin mümkün olup olmadığının sorgulanmasının gerektiğini söyledi.
Taliban’ın hem önceki iktidar sürecinde, hem de uzun direniş döneminde çok önemli bir birikim elde ettiğini belirten Rıdvan Kaya, Taliban’ın en önemli hasletlerinden birinin güçlü bir istişari yapıya sahip olması, komutanlarının tümünün aynı zamanda savaşçı olarak cephede yer almaları ve lider merkezli değil, ilke merkezli bir hareket olmaları olduğunu vurguladı.
“Taliban’ı yargılamak bize mi düşüyor?”
Taliban’ı kimi kesimlerin insafsız ve hadsiz bir şekilde yargıladığına dikkat çeken Kaya şunları söyledi: “Müslümanlar adına Taliban'ın başarısını karalamak adına kimi isimler çıkıp yalan yanlış beyanlarda bulunuyor. Birileri kendilerini teftiş makamında görüp birilerinden hesap sorma noktasında kendilerini yetkili görüyor. Oysa bizim şu soruyu sormamız gerekiyor: ‘Biz niye yargılama, takdir makamındayız da onlar yargılanan konumunda? Biz hangi hak, birikim ve fedakârlığımız ile Taliban'ı yargılıyoruz? Onları sürekli testten geçmesi gereken, ne yapacaklarına çok güvenilmeyen şüpheliler konumunda sunan kesimler acaba kendileri hangi testten geçmişler?”
Taliban’ın bugün de dün de onurlu davrandığını 20 yıl önce ABD dayatması karşısında her şeylerini yitirme pahasına geri adım atmamalarının büyük bir gösterge olduğunu belirten Kaya “iktidar için herkesin her şeyini feda ettiği ortamlara şahit olan bizlerin, ilkeleri için iktidarlarını terk etmeyi göze alan bu kardeşlerimizin fedakarlığını ve samimiyetini görmemiz gerekiyor” diye konuştu.
Taliban’ın tam 20 yıl boyunca kendisiyle savaşmış ve her türlü zulmü, işbirlikçilik ve ihanet suçunu işlemiş unsurları bile Resulullah’ın (s) sünnetine uyarak affedebildiğini ama buna rağmen bazı İslami çevrelerin Taliban’ı sert ve aşırı olmakla itham ettiğini hatırlatan Rıdvan Kaya 15 Temmuz hadisesi sonrasında ortaya çıkan acımasız, merhametsiz ortamın aynı çevrelerce nasıl da rahat bir şekilde içselleleştirilebildiğine ve düne kadar eş, dost, akraba, komşu olarak görülen sayısız insanın en sert şekilde cezalandırılmalarına, mağdur edilmelerine onay verilebildiğine dikkat çekti.
Taliban’ın ne ölçüde sahih bir İslam anlayışını temsil ettiğini ve ortaya koyduğu modelin ne kadar gerçek sağlıklı olabileceğine yönelik tartışmalar yürüten Müslümanların dönüp kendi anlayış ve pratiklerinin sıhhatini sorgulamalarının daha hayırlı olacağını vurgulayan Rıdvan Kaya kardeşlerimizi yargılamadan önce kendi muhasebemizi yapmamızın elzem olduğunu belirtti.
HABERE YORUM KAT