Takdir-i İlahi değil de ne?
Depremde yakınları enkaz altında kalanların, yaşadıkları o büyük acıya rağmen büyük bir metanetle, “Takdir-i İlahi. Ne diyebiliriz ki?” teslimiyetlerine, bazı medya kalemşörleri küçümseme ile bakıyorlar..
“İnşaat kötü yapılmış hacı amca. Takdir-i İlahi değil bu!” diye, çıkışıyorlar..
“Yanındaki binaya bak, yıkılmamış.. Senin bina yıkılmış. Takdir-i İlahi değil bu” sözleri ile paylıyorlar, acılı depremzedeleri..
“Kötü inşaatta oturmanın bile, bir Takdir-i İlahi olduğu” gerçeğini göremeyerek..
Hiç düşünmüyorlar, “kendisi yıkılmayan binada oturduğu halde, yıkılan binadaki komşusunda depreme yakalanan ve enkaz altında kalanları..”
Bilgiççe alaya alıyorlar, Allah’ın takdirine teslim olanları..
“Takdir-i İlahi” cevabı, bir teslimiyet, aslında..
Allah’a teslimiyetin gereği, “Takdir-i İlahi” cevabı..
Hiç kimse, kendi aleyhine olabilecek bir sonuca, bile bile davetiye çıkarmaz..
Hani o bilgiç kalemşörler, depremden önce o insanlara gidip, “Kısa süre sonra, burada bir deprem olabilir. Sizin şu binanız çürük. Burada oturmayın” dese... Onlar da, “Takdir-i İlahi” deseler.. Belki sorarız, “Niye tedbir almadınız” diye..
Ama deprem olduktan sonra.. Acılı yakınların tek manevi tatmin aracı olana teslimiyetlerine, “Canım göz göre göre olmuş bir yıkım.. Takdir-i İlahi de ne ki?” şeklinde yaklaşmak, ukalalık değil de nedir?
475 insanın öldüğü depremde, hayatını kaybedenlerin 60’ı öğretmen.. O öğretmenler, aslında topluma örnek olacak konumdaydılar. Kendi sonlarını getirecek bir apartmanda oturmayı, bilerek istediklerini kim söyleyebilir?
Ama gelin de görün, her sekiz ölenden biri öğretmen..
Takdir-i İlahi, işte bu..
İnsanlar, “Canım binanın iki tane kirişi de olmasın. Bir şeycik olmaz” diyerek, sağlamları varken, bile bile gidip çürük binada oturmamışlar ki..
İnsanlar “Depremde ev yıkılsın da, altında kalalım” dememişler ki.. Niye sorgulamaya kalkışıyorsunuz, o depremzedeleri..
Takdir-i İlahi demeyip, ne demelerini bekliyordunuz sanki?
Yoksa, takdir-i İlahi’nin önüne, siz geçebileceğinizi mi sanıyorsunuz?
Alın, Erciş’teki polis memurunun durumuna bakın.
Lojmanı belirleniyor.. Evini taşıyor. Takdir-i İlahi, ailesini bırakmıyor. Evin taşınacağı gün, depremde yakınlarını enkaz altında bırakıyor..
Takdir-i İlahi değil de, nedir bu?
Alın Azra bebeğin durumunu..
Prematüre doğmuş bir bebeğin, sıcak odalarda bile nasıl bakacağımızı bilmezken, enkazın altında saatlerce yaşadığına şahit oluyoruz.
Takdir-i İlahi değil de, ne bu?
Hani binan çürüktü. Çürük binaya gelip oturursan, sonun bu olurdu.
Olmadı işte, sonun ölüm..
Ya Yunus'a ne diyeceksiniz?
Arkasındaki kahraman adam, ona siper olmuş, ölümden kurtarmıştı..
Canlı Yunus, enkaz altından çıktı.. Çıktı ama, enkaz altında vermediği canı, hastane yolunda verdi..
İşte takdir-i İlahi bu..
Hepsinde, ince ince ibretler var..
Anlayabilene.. Sorgulayabilene..
İlla deprem olması da gerekmez..
Yolda gidiyorsunuz. Hadi kendi hatanız sonucu kaza yaptığınızda, yine o çok bilmişler “Canım hatalı araç kullanırsan, tabii ki sonun bu olur” diyecekler.
Peki, karşı şeritten gelen otomobilin, yolunu atlayıp, gelip size kafadan çarpmasında ne yapacaksınız?
“Takdir-i İlahi” demeyeceksiniz de ne diyeceksiniz?
Tabii ki tedbiri elden bırakmayalım..
Tabii ki dalgacılık yapmayalım..
Ama, acılara karşı, insanların son sığınak yerine teslimiyetini ilan eden “takdir-i İlahi” kabullenişini de, küçümsemeyelim..
“Takdir-i İlahi” sözünü, alaya almayalım..
“Takdir-i İlahi”nin nelere kadir olduğunu, burnuna sinek kaçıp ölenler karşısında, enkaz altından günler sonra canlı çıkanları görerek kabul edelim..
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT