1. YAZARLAR

  2. Etyen Mahçupyan

  3. Tahrir'den bu yana itiraz ve siyaset
Etyen Mahçupyan

Etyen Mahçupyan

Yazarın Tüm Yazıları >

Tahrir'den bu yana itiraz ve siyaset

27 Ekim 2011 Perşembe 03:16A+A-

Tahrir Meydanı'ndaki gösterilerle sembolleşen 'Arap baharı', tahminlerin ötesinde bir iyimserlik rüzgârı yarattı. Bunda söz konusu dinamiğin kendisinden kaynaklanan önemli bir unsur etken oldu.

Direniş barışçı ve çoğulcuydu... Hem farklı kimlikleri eşdüzeyli bir potada bir araya getiriyor, hem de sivil itaatsizliğin yeterince güçlü bir yöntem olduğunu kanıtlıyordu. Öte yandan aynı yöntem bundan belki 15-20 yıl önce hem işlevsel olmaz, hem de bugün yarattığı coşkulu desteği yaratmazdı. Fark bu süre içerisinde dünya siyasi ve ideolojik tasavvuruna demokrat zihniyetin girmesiydi... Çünkü şimdi Tahrir'deki yaklaşımın 'doğru' ve insanlık için 'iyi' olduğunu düşünüyor ve tam da bu nedenle böyle yöntemlerin başarılı olma şansını artırıyoruz. Ancak 'Arap baharının' yarattığı iyimserliğin bir de psikolojik zemini var: Başka ülke ve toplumlarda yaşayan kişiler, böyle bir eylemin sonuç getirmesiyle bizzat kendi hayatları için de umutlandılar. Bu durum özellikle Batı dünyasında bireyin siyasî bağlamda ne denli etkisiz ve kişiliksiz hale geldiğinin de göstergesi. Obama 'Yes, we can' demişti... Şimdi Batı dünyasının itiraz sesi de sanki 'Yes, we can too' diyor. Diğer bir deyişle Doğu'da sivrilen çıkan toplumsal direncin benzerinin Batı'da da mümkün olduğunu ve değişim yaratabileceğini söylüyorlar. Wall Street'in işgali sloganıyla yola çıkanların kısa zamanda böylesine genişlemesi ve birçok Avrupa kentine yayılan bir hareketlilik haline gelmesi, toplumların ihtiyacını ortaya koyuyor.

Ancak meselenin bu kadar basit olmadığını, altı boş iyimserliklerin her zaman statükoyu bir başka biçimiyle üreteceğini akılda tutmakta yarar var. Bunun ilk belirtilerinden biri Roma oldu... Oradaki gösterilerde şiddet ön plandaydı ve bu durum kendi bindiği dalı kesen bir hak arayışının hazin tablosunu sundu. Ama sorun sadece kullanılan yöntem ve üslupla ilgili değil... Amorf toplumsal direniş hareketlerinin çok önemli bir handikapı bulunuyor: Siyaset üretmekte aciz kalıyorlar ve böylece var olan sistemin bir 'gaz alma' operasyonuna dönüşme istidadı taşıyorlar.

Çoğulcu toplumsal direniş hareketleri ahlakî olarak doğru bir konumda durmalarına karşın, kendi içlerindeki çoğulculuğu hazmetmiş olmayabiliyor, hatta hemen her zaman böyle bir konumda bulunuyor. Çünkü demokratlık, henüz sistem olarak yaşanmış bir deneyim değil. Normatif bir referans... Dolayısıyla bir 'şeye' karşı olunduğunda güçlü bir birlikteliği ima eden çoğulculuk söylem ve eylemleri, yeni bir sistem kurma misyonuyla karşılaştığında bocalıyor ve çözülüyor. Haksızlığın, adaletsizliğin, eşitsizliğin ve özgürsüzlüğün farkında olmak ve bunu seslendirmek zor bir şey değil. Sistem tarafından hırpalanma riski var, ama ideolojik olarak epeyce özgüvenli bir duruş... Böylece sistemin 'yanlış' olduğunu hem işlevsel hem de ahlakî açıdan gösterme fırsatını kullanabiliyorsunuz. Diğer taraftan zihni dağarcığınızda 'olması gerekenler' de mevcut... Bunlar kabaca şimdiki sistemin neredeyse tam zıddını işaret ediyor ve var olanla olması gereken arasındaki böylesine bir fark, eylemcilere sağladığı ahlakî üstünlük sayesinde onları psikolojik olarak rahatlatıyor.

Böylece Tahrir'den Wall Street'e uzanan her açıdan kozmopolit bir yelpazede, toplumların bir kesimi çoğunluğun hissiyatını da taşıyan bir biçimde sisteme itiraz ediyor. Bu itirazın haklılığına kimsenin bir diyeceği yok... Söz konusu itiraza eşlik eden istek ve taleplere gelindiğinde ise mesele biraz daha karmaşıklaşıyor. Çünkü çoğul ve karmaşık bir itiraz zeminini tatmin eden istekler genellikle var olan sistemin apaçık yanlışlarına ilişkindir. Öte yandan bir yanlışı ortadan kaldırmak kendiliğinden doğruyu yaratmadığı gibi, karşınızda tek bir doğru olmadığını da idrak edersiniz. Nitekim aslında sistemin yanlışı da tek olası yanlış değil, olabilecek yanlışlardan sadece biridir. Yani sistem bir yanlışı 'tercih' etmiştir... Bu nedenle sisteme yapılan itiraz o yanlışın yerine 'hangi' doğrunun konulması gerektiği tartışmasını ima eder ve dolayısıyla bir 'tercih' yapmayı gerektirir.

Apaçık yanlışları işaretle yetinen toplumsal direniş hareketlerinin handikapı, bu noktada siyaset üretmekte çekingen davranmalarıdır. Çünkü altyapısı kurulmamış siyaset aktivist koalisyonları parçalar. Bu nedenle aktivizm gerçekte bir siyaset korkusu içerir ve sıkıştığı noktada da siyasetten kaçar. Bu da bütün o olumlu enerjinin heba olmasıyla sonuçlanabilir...

Siyaset yarına ilişkin tutarlı sözler etmeyi, yarının inşasına ilişkin güven veren bir vizyon oluşturmayı gerektirir. Diğer bir deyişle toplumla ilişki kuran bir zihniyet ve derinleşmeyi sağlayacak bir emek... Ne yazık ki birçok itiraz hareketi bu açıdan eksik. Tahrir'deki öyleydi, Wall Street'teki de öyle... Türkiye'deki ise hayli hayli öyle.

ZAMAN 

YAZIYA YORUM KAT