Suud’un Operasyon ve Çılgınlık Kapasitesi
Suudi Arabistan doğrudan ve bizzat kendi diplomatik temsilciliğinde, kendi diplomatlarını kullanarak Türkiye’yle ilişkileri kopartabilecek sonuçları çok ağır bir istihbarat operasyonuna kalkıştı. Suudi rejiminin despotik karakteri, bölgeyi terörize eden teamülleri ve günden güne artan meşruiyet sorunsalı bölgeye biraz ilgili olan hiç kimsenin gözünden kaçacak gibi değil. Ümreye veya hacca gidenler, haber akışlarına kulak kesilenler Suud rejiminin ülke içinde bırakın siyasal bir muhalefete herhangi bir mescidde okunan hafif eleştirel bir hutbeye, verilen farklı bir vaaza tahammül edemediğini gayet iyi biliyor. Mutlak monarşi mutlak itaat istiyor ve en küçük itirazları dahi demir yumrukla eziyor.
İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda gerçekleşen ve kısa süre içinde tüm dünyanın gündemine oturan gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın kaçırılması hadisesi esaslı bir kırılmanın miladı olarak çoktan tarihe geçti. Konsoloslukta yaşanan hadiseyi ne buradaki diplomatik misyon ne de Kraliyet yetkilileri izah edebiliyor. Son derece basit bir inkâr süreciyle icra ettikleri hukuksuzluklar silsilesini geçiştirebileceklerini hatta suçüstü yakalandıkları bu büyük cürümden kolayca sıyrılabileceklerini ihsas eden lakayd tavırları aldatıcı olmasın. Sergiledikleri bu lakaydlık ödeyecekleri faturayı ağırlaştırmaktan başkaca bir işe yaramayacak esasen.
Hadise Yeterince Vahim Değil mi?
Son yıllarda hamaset ve komplo teorileriyle beslenen öylesine akıldışı bir iklim oluştu ki artık aniden bastıran yağmurdan, büyük şehirlerde yağan doludan başlayıp dolar kuru ve buğday fiyatlarına, Afrika’dan Çin’e değin yeryüzündeki tüm gelişmelerden kısaca “hep, öncelikle ve daima Türkiye’ye verilen mesaj” diye bir idrak biçimi oluştu. Bu idrak biçimi her ne olursa olsun Türkiye’ye verilen mesajı arama, anlama ve analiz edip kamuoyuna takdim etmekle mükellef sayıyor kendini. Fakat akli melekeleri karıştırıcı bu tür söylemler toplumu en yalın ve açık hadiseleri dahi kendi bağlamı içinde konuşup tavır alamaz hale getiriyor.
Suudi Arabistan rejimi kendi vatandaşı Cemal Kaşıkçı’yı bazı eleştirel görüşleri veya muhalif duruşu dolayısıyla bir biçimde etkisiz hale getirmek istiyor. Susturmayı beceremeyince kendi ülkesine davet ederek tuzağa düşürmek ve diğer muhalif görüş sahibi alimler, aydınlar ve Suud ailesinin bireyleri gibi hapsetmek için türlü teşebbüsler devreye sokuyor. Kaşıkçı’yı ikna ederek kafese sokmak mümkün olmayınca ihtiyaç duyduğu bazı resmi evraklar dolayısıyla önce Washington’dan İstanbul’a yönlendiriliyor.
Yönlendirme sürecinde Suud’un İstanbul’daki diplomatik misyonunda Kaşıkçı’yı alıkoyma ve kaçırma üzere hazırlıklar yapıldığı anlaşılıyor. Cinayet baştan tasarlanmış olsa ne bunun için konsolosluğa davet edilirdi ne de on beş tane üst düzey adam seferber edilirdi. Kaşıkçı veya bir başka muhalif isme suikast yaptırmanın riski ve maliyeti zannedilenden daha düşük olurdu. Türkiye’de veya başka bir ülkede Rusya ve İran’ın muhaliflerine karşı tertiplediği suikastları şöyle bir hatırlarsak ne demek istediğimiz kolayca anlaşılır sanırım.
İsim ve resimleriyle, İstanbul’a gelişlerinden otele yerleşmelerine oradan konsolosluk binasına geçişlerine değin 15 kişiden müteşekkil bir istihbarat ekibinin Kaşıkçı’nın kaybedilmesi hadisesinde başrolde oynadığı resmen tespit edilmiş durumda. Ancak bu istihbarat operasyonu birçok yönüyle başarısız olmuş, hatta yüzlerine gözlerine bulaşmış bir operasyondur. “Türkiye’ye mesaj vermek için özellikle iz bıraktılar” veya “bütün muhaliflerine Türkiye’nin güvenli bir ülke olmadığı mesajını verdiler” gibi çıkarım ve söylemler hem mantıksız hem de zararlı sonuçlar üretmeye aday. Suud istihbaratı ne kadar güçlü ve tecrübeli olsa, başta Amerika ve İngiltere olmak üzere bazı istihbarat örgütleriyle ortak iş yapsa da suçüstü yakalanmıştır. Kaşıkçı’nın katledildiği tespit edilememişse de kaçırıldığı kesinlikle tespit edilmiştir, Suud rejiminin meseleyi izah edebilecek hiçbir geçerli argümanı yok.
Başarısız Operasyonun Mesajı!
Suud istihbarat timi ve diplomatik temsilcileri hakkında yapılabilecek adli işlemler oldukça karmaşık. Fakat İstanbul’da giriştikleri bu eşkıyalığın, gaspın (ve eğer işlenmişse cinayetin) siyasi sonuçları çok ağır olacaktır. Taht kavgası dolayısıyla ülke içinde yaşanan huzursuzluklar tavan yapmış durumdayken iktisadi açıdan israfla yoksulluk amansız bir yarışa girişmiş durumda. Suudi rejimi geçen her gün Mısır’daki General Sisi cuntasına, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Muhammed Dahlan üzerinden tertiplediği bölgesel fitnelere angaje olmakta. Yemen’de yaşanan hezimetin en büyük paydaşı olmak yetmiyormuş gibi Katar’a yönelen ablukanın öncülüğüne soyunarak İslam dünyasında devlet eliyle örgütlenen fitnenin merkezi konumuna oturdu resmen. En başından bu yana mali ve askeri yardım şantajıyla Suriye’deki direniş gruplarını birbirine karşı kışkırtıp savaştıran ve netice itibariyle Esed rejimin ömrünü uzatarak bölgedeki despotik statükoyu muhafazaya soyunanlardan biri de Suud rejimiydi.
Suudi Arabistan devletinin diplomatik, iktisadi ve istihbari operasyon yeteneği çok yüksek olabilir. Ancak giriştikleri son operasyonda fena halde yakayı kaptırmış durumdalar. Veliahd Prens’in yakın korumalarından Adli Tıp Kurumu Başkanı ve Başkonsolos’a kadar tüm operasyon ekibi çok ağır bir suçun faili olarak takip ediliyor ve soruşturuluyor. Resmen tespit ve teyid edilen yönleri skandalın yeterince büyük olduğunu ispat ederken “özel olarak getirilen testereye, on beş parçaya bölünüp valizlerle çıkarılan cesede” dair söylentilere çok da yer vermemek lazım.
Bu skandal Suudi Arabistan’ı Türkiye’den ve Müslüman halklardan daha fazla uzaklaştırırken Amerika ve İsrail çizgisine olan mecburiyet ve mahkûmiyetini perçinleyecektir. Suud hanedanı Amerika ve İsrail hesabına iş gördükçe bölgede Rusya ve İran’ın nüfuzunu daha fazla arttıracak bir rol oynuyor. Suud ve İran bölge hakimiyeti adına giriştikleri kirli savaşlarla bölgeyi Amerika ve Rusya’ya açmak üzere seferber olmuş bir pozisyonu temsil ediyorlar.
Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri Tunus’ta başlayıp Mısır ve Yemen’e yayılan intifada halk ayaklanmaları süreciyle ama özellikle Suriye’deki direniş gruplarına yaklaşımda ayrıştı. Mısır’daki Sisi darbesiyle, Libya’da darbeci Hafter’e verilen destekle ciddi bir gerilime dönüştü. Katar’a uygulanan ambargoyla, İhvanı Müslimin ve Hamas’a karşı sergilenen düşmanca tutumlarla çatışmaya dönüştü. Kudüs’ün İsrail’in başkenti ilan edilmesi sürecinde Amerika’yla bitişik nizam çalışması çatışmayı tüy dikti.
Türkiye için İstanbul’da tertiplenen operasyonunun hesabını sormak kadar önemli bir diğer mesele de Suudi Arabistan’ı bölgesel açıdan Mısır-BAE ve küresel düzlemdeyse Amerika-İsrail çizgisinden nasıl çıkarılacağına dair stratejik bir siyaset yürütmektir. Suud’a suçunun bedeli ödettirilirken Amerika ve İsrail’e bağımlılığını pekiştirecek siyasetlerden, Rusya ve İran’ın önünü açacak boşluklar oluşturmaktan kaçınmak da hayati önemi haizdir.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT