Suud'un asıl derdi ne?
Pakistan’da yapılan açıklamalarda “Suudi Arabistan’la ilişkilerimizde herhangi bir sorun yok” dense de, İslamabad-Riyad hattını dikkatle izleyenler, derin bir krizin devam ettiğini görmekte zorlanmıyor.
Taha Kılınç, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında son dönemde iyice gerilen Pakistan - Suudi Arabistan ilişkilerini yorumluyor:
“Bir yıldır İslâm İşbirliği Teşkilâtı’na çağrıda bulunarak, Müslümanların zulme maruz kaldığı Filistin ve Keşmir konularında dışişleri bakanları düzeyinde bir toplantı düzenlenmesini talep ediyoruz. Hindistan, 300 yıllık Babri Mescid’i yıkarak yerine Hindu Ram Tapınağı’nı inşa ederken, İslâm İşbirliği Teşkilâtı sessiz. Neden? Ben bugün, dışişleri bakanları toplantısının yapılması talebimi tekrarlıyorum. Eğer onlar [Suudi Arabistan hükümeti] bunu yapmazsa, ben de Başbakan’a [İmran Han] Keşmir ve Keşmir’deki zulüm gören Müslümanlar konusunda zaten yanımızda duran İslâm ülkeleriyle [Türkiye, İran, Katar ve Malezya] alternatif bir toplantı düzenlemesi teklifini götüreceğim.”
Pakistan Dışişleri Bakanı Şah Mahmud Kureşi, birkaç hafta önce yaptığı bu açıklamayla, Suudi Arabistan’ın Keşmir meselesinde artık “Hindistan’a meyleden” yeni dış politika çizgisini ve Pakistan’ı desteklemekteki isteksizliğini eleştirmişti.
Suudi Arabistan’la Pakistan arasındaki ilişkiler, on yıllara dayanan bir geçmişe ve çok boyutlu bir derinliğe sahip. Suudi Arabistan, uzun yıllardır Pakistan’a ekonomik katkı, ucuz petrol, askerî yardım ve dinî altyapı sağlıyor; bunun karşılığında ise Pakistan, Suudilere ucuz işgücü ve gerektiğinde asker desteğinde bulunuyordu. 1979’da Sovyetler Birliği Afganistan’ı işgal ettiğinde, “Moskof kâfirine karşı savaşmak üzere” Afganistan’a “yabancı mücahit” akınının organizasyonunda da Suudi Arabistan ve Pakistan birlikte çalışmıştı. (Daha öncesinde ise, 1970’lerin başında ülkedeki Filistinlilerin ayaklanmasını bastırmaya çalışan Ürdün yönetimi de Pakistan’dan yardım istemiş, -bilâhare Pakistan Cumhurbaşkanı olan- Tuğgeneral Ziyâul Hak komutasındaki bir askerî birlik, Amman’da konuşlanmıştı.) Suudiler, Pakistan iç siyasetinde de sürekli etkili olmuşlar, 1999’da General Pervez Müşerref tarafından devrilen Başbakan Navaz Şerif’e sürgünde ev sahipliği yapmışlardı. Ayrıca, yeni göreve başlayan her Pakistan başbakanı, ilk yurtdışı ziyaretini mutlaka Suudi Arabistan’a gerçekleştirirdi. Tüm bu arka plan eşliğinde düşünüldüğünde, Kureşi’nin çıkışı gerçek bir sürprizdi.
Aynı gün Pakistan basınında yer alan haberlerde, Suudilerin, Pakistan’a 2018’de verilen 3 milyar dolarlık borcun 1 milyar dolarını vadesinden dört ay erken talep ettiği belirtiliyor; anlaşmanın çerçevesine dâhil olan petrol yardımlarının da geçtiğimiz mayıs ayından bu yana durdurulduğu kaydediliyordu. Kureşi’nin sözleri, anlaşıldığı kadarıyla, iki ülke arasında yaşanan krizde buzdağının görünen kısmını oluşturuyordu. Nitekim, Suudiler, krizi daha da derinleştirmeyi seçti: Pakistan Genelkurmay Başkanı Kamer Cavid Bacva, “iki ülke arasındaki ilişkileri yeniden onarmak için”, Kureşi’nin konuşmasından 12 gün sonra Riyad’ı ziyaret etti. Suudi Arabistan Savunma Bakan Yardımcısı Halid bin Selman (Kral Selman’ın oğlu ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın kardeşi) tarafından kabul edilen Pakistanlı General ve heyeti, önceki karşılıklı ziyaretlerin aksine Muhammed bin Selman’la (MBS) görüşemedi. MBS’nin, Pakistan Dışişleri Bakanı Kureşi’nin açıklamalarına tepki olarak bu tavrı gösterdiği kaydedildi.
Hem Pakistan Başbakanı İmran Han hem de Dışişleri Bakanı Kureşi, son günlerde yaptıkları yeni açıklamalarla “Suudi Arabistan’la ilişkilerimizde herhangi bir sorun yok” demeyi sürdürseler de, İslamabad-Riyad hattını dikkatle izleyenler, derin bir krizin devam ettiğini görmekte zorlanmıyor. İkili ilişkilerin kötüleştiğinin bir başka göstergesi olarak, son aylarda on binlerce Pakistanlı işçiyi sınır dışı edip ülkelerine gönderen Suudi Arabistan, Pakistan yönetimini ekonomik, siyasî ve askerî yönden iyice sıkıştırmaya kararlı görünüyor. Pakistan Başbakanı İmran Han’a karşı, bir ucu askerî darbeye bile uzanabilecek olan politik bir kumpasın kurulmakta olduğu da, medyaya yansıyan bir diğer konuyu oluşturuyor. Suudi Arabistan’ın çeşitli ülkelerde sahnelediği veya desteklediği komplolar düşünüldüğünde, bu ihtimal gerçeklikten çok uzak olarak değerlendirilmemeli.
Suudilerin Pakistan’a yönelik “öfke”sinin arka planındaki en önemli unsurlardan birinin Türkiye-Pakistan ilişkilerindeki sıcaklık olması, ayrıca dikkate değer bir nokta. Siyasî bir rekabetten öte, düpedüz düşmanlık boyutuna vardırılan bu meselede, Suudiler sadece Pakistan’ı değil, kendi etki ve nüfuz alanlarındaki başka ülkeleri de “Ya biz, ya Türkler!” şeklinde bir tercihe zorluyor. Müslüman dünyanın zaten sınırlı olan gücünü daha da zayıflatan bu saplantının çok çeşitli nedenleri, ayrı bir yazının konusu olmaya değer.
HABERE YORUM KAT