Suudi Uleması Muhammed bin Selman'a Arka Çıktıkça İtibar Kaybediyor
“Suudi müesses nizamının iki ayağından birini temsil eden ulema sınıfı, Muhammed bin Selman'ın Haziran 2017’de veliaht olmasıyla birlikte, rejimin elinde bir piyona dönüştü.”
Analiz: Halil Çelik / AA
Suudi Arabistan tüm dünyayı kasıp kavuran yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınıyla mücadelede erken yol alan ülkelerden: Uygulanan tedbirler kapsamında umre ziyaretleri askıya alındı, Kâbe ve Mescid-i Nebevi dışında ülkedeki camilerde cuma namazı başta olmak üzere cemaatle namaz kılınmasına yasak getirildi, Mekke ve Medine’de sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
Tüm bu süreçte ülkenin dini otoritesini temsil eden kurumlar da alınan kararlara meşruiyet zemini sağlayan fetvalar verdi. Başmüftü Abdülaziz Al-Şeyh sokağa çıkma kararına uymayanların “günahkâr” sayılacağını açıklarken, ülkenin önde gelen alimlerinden Şeyh Abdullah el-Muni virüsü kasıtlı olarak bulaştırmaya çalışanların ölüm cezasıyla cezalandırılabileceği fetvasını verdi. İslam’ın ilk mescidi olan Kuba Mescidi İmam Hatibi Salih el-Megamisi de durumdan vazife çıkararak Twitter hesabından, cezaevlerindeki mahkumlar için af talebinde bulundu. Gelen tepkiler üzerine mesajı silip kendi tabiriyle “uygun olmayan” ilk paylaşımı için özür dilese de, kendisini bekleyen kötü akıbetten kurtulamadı ve görevden alındı. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın (MbS) projelerinin ateşli savunucusu Megamisi, bir Twitter mesajına kurban edildi.
Ulema sınıfının en itibarsız dönemi
Suudi Arabistan’daki resmî ulema sınıfının ülkenin yakın tarihinde hiç bu kadar itibar kaybetmediğini söylersek abartmış olmayız. Ülkenin siyasi iktidarını teşkil eden Suudi ailesi (Al Suud) ile ulemayı temsil eden Şeyh ailesi (Al Şeyh) arasındaki ittifak gereği, dini otoritenin, yani ulema sınıfının hanedanın aldığı kararları meşrulaştırma görevini yürüttüğü muhakkak. Zaten Suudi yönetimi, kurucu kral döneminden itibaren, siyasi rejiminin meşruiyetinin büyük ölçüde İslam dünyası içindeki konumuyla ve özellikle kutsal mekanlarla ilişkili olduğunun da farkında. Din “soslu” muhafazakâr kraliyet rejiminin içeride ve dışarıda bu meşruiyetini güçlendirmek için başvurduğu en önemli unsuru hiç kuşkusuz ulema temsil ediyor.
Bu bağlamda, müesses nizam Arapçılık ile dini düşünce arasında tedrici bir uzlaşı sağlamak için, belirli dini kurumlar üzerinden İslam dünyasındaki nüfuzunu genişletti. Söz gelimi 1962 yılında İslam toplumları ve merkezlerini desteklemek, halklar ile Müslüman azınlıklar arasında dayanışma fikrini yaymak için İslam Dünyası Birliğini (Rabıta) kurdu. Mescidi Aksa’nın yakılmasının ardından, 25 Eylül 1969’da kurulan Suudi Arabistan merkezli İslam İşbirliği Teşkilatı (eski adıyla İslam Konferansı Örgütü) de benzer amaçlara hizmet ediyor.
Ayrıca Suudi müesses nizamının iki ayağından birini temsil eden ulema sınıfı doğrudan olmasa da dolaylı şekilde ülkedeki taht kavgalarında da belirleyici bir role sahipti. “Sahipti” diyoruz, çünkü ulema son yıllarda ve özellikle de MbS’nin Haziran 2017’de veliaht olmasıyla birlikte, rejimin elinde “alenen” birer piyona dönüştü. Genç veliaht birçok alimi kendi projeleri için kullanmaktan çekinmedi. Hal böyle olunca, ulemanın rolü veliahdın yolsuzluklarını meşrulaştırmak, işlediği suçları örtbas etmek ve toplumu aldatmanın ötesine geçmiyor. MbS’nin projelerini ve kararlarını desteklemeyen alimlerin cezaevinde olması, Demokles’in kılıcı olarak başlarının üstünde sallanıyor.
MbS ülkenin ve bölgenin hayati meselelerini ABD Başkanı Donald Trump ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’le istişare ederken, farklı görüş bildiren veya eleştiri imasında bulunan ulema sınıfına hiç göz açtırmıyor; önce görevlerinden alıyor, ardından onları itibarsızlaştırıyor. Cezaevlerinde suçsuz yere yatan Selman el-Avde ve Avad el-Karni gibi 400’e yakın alim Kovid-19 sebebiyle serbest bırakılmazken hırsızlık, uyuşturucu, tecavüz ve kumar gibi suçlardan yatanlar salıveriliyor.
Esasında Batıya “açılımcı ılımlı İslam” ile ilgili sıcak mesajlar veren ve bunu kadın hakları alanında attığı adımlarla göstermeye çalışan MbS, ilk başlarda Selefi-Vehhabi çizgisindeki ulemayı kendinden uzak tutmaya çalıştı. Ancak kendi gücünü başkalarının gözünde meşru göstermek amacıyla ülke içinde ve dışında büyük bir destek kampanyası yürüten MbS, dini kıyafet ve sarıklı askerlerden oluşan ulemayı kullanarak isteklerini yaptırma ve kendisini parlatma yoluna gitti.
Yumuşak güç (soft power) olarak tanımlanan bu yöntemin meyvelerini verip vermeyeceğini zaman gösterecek; fakat aşağıda detaylarını vereceğimiz bu sarıklı askerleri MbS farklı misyonlarla sahaya sürdü.
Şeyh Karni’nin hedefinde Türkiye ve Erdoğan var
Sözgelimi eski fikirlerinden pişmanlık duyup tövbe ederek MbS’nin “ılımlı açılımcı İslamını” destelediğini açıklayan davetçi Şeyh Aid el-Karni, Türkiye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik iftiralarda kullanılıyor. Türkiye ile Suudi Arabistan ilişkilerinin gergin olduğu bir ortamda, Karni’nin bir video yayınlayarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik Suudi medyasının sıkça yer verdiği iftiraları tekrarlaması, din alimlerinin siyasete alet edildiğinin önemli bir göstergesi oldu. İşin ilginç yanı, aynı kişi daha birkaç yıl öncesine kadar Erdoğan’la ilgili övgü dolu açıklamalarda bulunuyordu.
Şeyh İsa’nın İsrail’le normalleşme çabaları
Filistin sorununun MbS’nin önceliği olmadığı ve İsrail’in artık Suudi Arabistan açısından düşman devlet olarak görülmediği aşikâr. ABD Başkanı Donald Trump “Yüzyılın Anlaşmasına” destek veren başkentler arasında saymasa da Riyad yönetimi ve medyasının söz konusu anlaşmaya yönelik nötr tavrı kendini ele veriyordu. Ülkenin çıkarının İran’a karşı İsrail’le işbirliğinden geçtiği söylemi açıktan ifade ediliyor artık. Zaten İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da Şii İran’a karşı Sünni Arap ülkelerinin yanında oldukları yönünde açıklamalarda bulunmuştu.
Bu bağlamda MbS’ye yakınlığıyla bilinen Dünya İslam Birliği Genel Sekreteri Şeyh Muhammed el-İsa, eski Nazi toplama kampı Auschwitz’i ziyaret ederek İsrail’e anlamlı mesajlar verdi. İsa hızını alamayıp kampta cemaatle namaz kıldı ve Kur’an-ı Kerim okudu. İsa geçen yıl da Amerikan Yahudi Komitesi ile mutabakat zaptı imzalamıştı. Ayrıca İsa’nın Kovid-19 salgını son bulursa, Haziran 2020’de komitede bir de konuşma yapması bekleniyor. Suudi Arabistan’ın bu tavrı Filistinli grupları İran’a yöneltirken, Filistin davasıyla ilgili bu makas değişikliği Riyad’ın İslam dünyasındaki güç kartlarını kaybetmesine yol açıyor.
Şeyh Sudeys ve Megamisi’nin MbS’yi temize çıkarma çabaları
Ülkemizde Kâbe imamı olarak bilinen Şeyh Abdurrahman es-Sudeys’in İslam dünyasında büyük bir saygınlığı vardı. Kuran tilaveti ve ses kayıtlarıyla dünyanın dört bir yanında Müslümanların gönlünde taht kurmuştu. Onun gibi birçok davetçi, Suudi Arabistan’ın Müslümanlar nezdinde birer büyükelçisiydi ve yumuşak gücü konumundaydı. Sudeys özellikle Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı suikastından sonra, Kâbe minberinden veliahdı savunan ve onu "ilham verici" olarak niteleyen hutbeler verdi. Şu an Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi işlerinden sorumlu olan Sudeys bundan 3 yıl önce ABD’de düzenlenen bir etkinlikte, ABD ve Suudi Arabistan’ın dünya barışı ve güvenliğine öncülük ettiği yönünde yaptığı açıklamalarla büyük tepki çekmişti.
Yukarıda bahsi geçen Megamisi de televizyonlardan ve Twitter hesabından MbS’nin “faziletlerinden ve görgüsünden” övgüyle bahsetti; genç veliaht ile Allah arasında bir “sırrın” varlığına işaret ederek onun fakirlere gizli yardımda bulunduğundan dem vurdu. Megamisi ayrıca MbS’nin 2030 vizyonundaki projelerini pohpohlamak için kullanılıyordu.
Şeyh Kelbani’nin görevi Eğlence Kurumu’nu meşrulaştırmak
Suudi Arabistan’da büyük bir konferans merkezinde düzenlenen iskambil şampiyonasına katılmasıyla dikkatleri üzerine çeken Kâbe imamlarından Adil el-Kelbani, MbS’nin petrol dışı gelirleri arttırma projeleri kapsamında yer alan Eğlence Kurumu’nu meşrulaştırma görevini üstlendi. Katıldığı bir televizyon programında, Hz. Peygamber döneminde şarkı ve türkünün olduğu ve onun kendi evinde bu şarkıcıları ağırladığı yönündeki iddiası büyük tepki görürken, eğlence projesini meşrulaştırma çabası olarak yorumlandı.
Sonuç olarak, Suudi Arabistan resmi ve dini anlamda kuruluş değerleriyle çelişen büyük bir dönüşümden geçiyor. Bu hızlı değişimin sonuçları ulema sınıfını da ikiye bölmüş durumda. Karşı çıkanlar ve seslerini yükseltenler soluğu cezaevlerinde alırken MbS’nin suyuna giden yukarıdaki isimler ise bu tutumlarıyla hem kendi itibarlarını kaybetmekteler hem de veliahdın ülkeyi içine attığı ateşe odun taşımaktalar.
HABERE YORUM KAT