Suudi Arabistan’ın Problemi İtaat Duvarı
Gazeteci-yazar İsmail Yaşa Ortadoğu ve K. Afrika intifadalarının Suudi Arabistan’a olan etkilerini anlattı.
Adem Özköse’nin röportajı
Aralık 2010’da Tunus’ta bir gencin kendisini yakmasıyla başlayan Arap Uyanışı özelde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı, genelde ise İslam dünyasını yeniden şekillendirmeye devam ediyor. Öfkeli Arap gençleri yıllardır kendilerini ezen diktatörlerin zulüm saraylarını yerle bir ederken; hürriyet, adalet ve İttihad-ı İslam ideali Arap sokağında her geçen gün daha bir güç kazanıyor. Batılılar, emperyalist güçler devrimlerle birlikte gelen hükümetleri devirmek için her türlü yolu deneseler de başarılı olamıyorlar. Artık kesin olan şu ki İslam dünyasının yarınları dünden farklı olacak. Bunu bölgeyi ziyaret ettiğinizde, sokaktaki halkla, bölgenin nabzını iyi tutan gazeteci, aydın ve siyasi hareketlerin liderleriyle konuştuğunuzda çok daha iyi anlıyorsunuz.
İslam’ın doğuş yeri olmasına, Mekke ve Medine gibi Ümmet-i Muhammed’in en önemli şehirlerinden ikisine ev sahipliği yapmasına rağmen yıllardır dikta bir krallık tarafından yönetilen Suudi Arabistan’da neler olup bittiğini, Arap Uyanışı’nın Suud’a olan etkisini yıllardır bölgede yaşayan bir isim olan İsmail Yaşa’ya sorduk. Yazılarını El Cezire’nin internet sitesinden, Milat Gazetesi’ndeki köşesinden takip ettiğimiz Yaşa ile Medine’de gerçekleştirdiğimiz söyleşide ayrıca Mısır ve Tunus’da son dönemlerde yaşanan olayları da konuştuk…
***
- Ortadoğu’da yaşananları yıllardır yakından takip eden biri olarak Arap Uyanışı’nı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu süreç nasıl ortaya çıktı?
Arap Baharı bir birikimin, baskının, sıkışmanın ardından geldi. Bu baskı, sıkışma sonunda Tunus’da patladı. Diğer Arap halkları da eğer Tunuslular diktatörlerini yıkmayı başardılarsa biz de başarabiliriz diyerek harekete geçtiler. Ayrıca bu ülkeler geçmişte aynı mantıkla yönetiliyordu. Bazıları görüntüde demokrasi ile yönetiliyor gibi görünse de aslında hepsinde bir saltanat sistemi vardı ve yöneticiler koltuklarını oğullarına devretmeye hazırlanıyorlardı. Arap Baharı bir değişim sürecidir. Bu değişim süreci de çeşitli merhalelerden geçerek işliyor. Bundan dolayı bugün yaşanan karışıklıklara, devrim sonrası gelen hükümetlere yönelik protestolara bakarak “bahar kışa dönüştü” gibi yorumlar yapmak asla doğru değil. Bölge bir değişimle karşı karşıya… Arap halkları da tıpkı diğer halklar gibi yönetimde söz sahibi olmak istiyorlar. Özgürlük ve adalet talep ediyorlar. Bütün değişim süreçlerinde olduğu gibi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki değişim süreçlerine karşı ayak direyenler var. Değişim tereyağından kıl çeker gibi olmaz. Değişim zaten başlı başına sancılı bir süreçtir.
-Arap Uyanışı Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de yaşanmasına rağmen Körfez Ülkeleri’nde veya Suud’da yaşanmadığı için bu sürece kuşkulu yaklaşanlar var. Bu kuşkulu bakışın haklı tarafları var mı?
Bu bakışa sahip olanlar bence bölgede yaşananları iyi takip edemiyorlar. Çünkü Arap Baharı bu bölgelerde de etkili. Kuveyt’te de Suudi Arabistan’da da, Katar’da da, Umman’da da gençler reform istiyorlar, yönetime katılma haklarını dillendiriyorlar. Arap Baharı ile birlikte dillendirilmeye başlanan bu talepler etkisini her yerde gösteriyor.
-Suud’da tam olarak nasıl bir siyasi ortam var?
Siyasi partiler yasak. Yargısız infazlar, siyasi tutuklamalar Suud’da da yoğun bir şekilde yaşanıyor.
-Siyasi tutukluların sayısı hakkında devlet kamuoyu ile bir bilgi paylaşımında bulunuyor mu?
Hayır, bulunmuyor, siyasi tutukluların oranı belli değil. Fakat Suud zindanlarında binlerce siyasi tutuklunun olduğu söyleniyor. Bu siyasi tutuklular içinde 4-5 yıldır mahkemeye çıkarılmadan cezaevinde tutulanlar bile var. Hatta buna tepki olarak aileler Riyad’da, Kasim’de gösteriler düzenlemeye başladılar.
-Halk bu gösterilere destek veriyor mu?
Şimdilik vermiyor, gösteriler daha çok siyasi tutukluların aileleriyle sınırlı kalıyor. Halk gösterilere mesafeli duruyor.
-Halkın bu gösterilere mesafeli durmasının temel sebebi nedir?
Arap Uyanışı bölge halklarının bir çoğunda korku duvarlarını yıktı. Fakat Suudi Arabistan’da korku duvarıyla birlikte yıkılması gereken bir başka duvar daha var.
-Nedir o duvar?
İtaat duvarı… Din adamları genel olarak halka isyan etmeyin, ululemre, krala itaat edin yönünde telkinlerde bulunuyorlar. Bu telkinler de halk üzerinde ister istemez etkili oluyor.
-Yönetime muhalif olan âlimler yok mu?
Var; fakat baskı altındalar. Ya hapse atılıyor ya da sürekli gözlem altında tutuluyorlar. Selman el Avde gibi âlimler yönetimde reform yapılmasını istiyorlar. Bu isteklerinin bedelini de ödemek zorunda kalıyorlar. Suud’da yönetime muhalif liberal bir kesim de var. Suudlu libareller kadın haklarının genişletilmesi, kadınların araba kullanmaları gibi isteklerde bulunuyor. Fakat Suudlu liberaller özgürlük isterken bu özgürlük isteklerini belli bir sınırda tutuyorlar.
-Niçin?
Çünkü liberallere göre Suud Krallığı özgürlüklerin önünü tamamen açarsa, demokratik seçimler olursa bundan en karlı İslamcılar çıkacak. Bundan dolayı liberaller kontrollü bir özgürlükten yanalar. Suud’da basın özgürlüğü yok; fakat gençler sosyal medya üzerinden alternatif bir medya oluşturdular. Yönetim bunun önünü alamıyor, sosyal medya üzerinden oluşan alternatif medyayı susturamıyor.
-Türkiye’nin Arap İntifadaları’na yönelik tavrı, politikaları Arap sokağından nasıl görünüyor?
Türkiye’ye yönelik sempati devam ediyor. Araplar AK Parti hükümetinin siyasi ve ekonomik başarılarını takdir ediyorlar. İsrail’le olan çatışma, hükümetin Filistin’den yana tavır alması, Mavi Marmara’ya sahip çıkması Arapların Türkiye’ye karşı olan sevgisini zaten arttırmıştı. Türkiye’nin Arap Baharı’na yönelik yaklaşımı ise Arap sokağındaki Türkiye sevgisini zirveye taşıdı. Arap yazarların geneli Türkiye’nin gerek Suriye’ye gerekse de Arap Baharı’nın yaşandığı diğer ülkelere olan yaklaşımın doğru olduğunu, Türkiye’nin doğru yerde durduğunu ifade ediyorlar. Araplar Türkiye’deki hükümeti devrimcilerin yanında saf tutan, diktatör yönetimlere karşı halkların yanında duran bir hükümet olarak görüyorlar. Statükoyu devam ettirmeye çalışan yönetimler ise Başbakan Erdoğan’ı İhvan destekçisi, bölgede Müslüman Kardeşler’in önünü açmaya çalışan bir lider olarak değerlendiriyorlar. Bunun üzerinden Erdoğan’ı bir tehlike olarak gösteriyorlar.
-Abdulbari Atvan, Muhammed Nureddin gibi Türkiye’de tanınan Arap yazarlar Türkiye’nin hem Arap İntifadaları’na yaklaşımını hem de Suriye politikasını sert bir şekilde eleştiriyor. Buna ne diyeceksiniz?
Abdulbari Atvan Arap dünyasındaki bütün kredisini bitirdi. Paraya olan düşkünlüğü nedeniyle ismi Abdulbari Dolar’a çıktı. Libyalı devrimciler de Abdulbari Atvan’ın Kaddafi’den düzenli olarak maaş aldığına dair resmi belgeler yayınladılar. Lübnanlı Muhammed Nureddin’in ise İran-Baas ekseninde olaylara bakan bir kişi olduğu Araplar tarafından çok iyi biliniyor. Muhammed Nureddin’in Türkiye ile ilgili yazdıkları da bundan dolayı çok ciddiye alınmıyor.
-Değişim süreci diğer ülkelere göre Suriye’de daha sancılı yaşanıyor. Devrimin uzamasının ve bu sürecin Suriye’de daha sancılı yaşamasının temel sebebi nedir?
Bir süt dişini çekmek vardır bir de kökleşmiş azı dişi çekmek. Suriye’deki rejim kökleşmiş azı dişi gibi… Azı dişler çekilirken ağrısı, acısı çok olur. Suriye’de insanlar Baas yönetiminin bir gün değişeceğini hayal bile edemezlerdi. Fakat artık rejimin devrileceğine inanıyorlar. Suriye halkı devrime bu denli güçlü inandıktan sonra Baas’ın bu dalganın önünde durması artık imkânsız. Her ne olursa olsun Suriye’deki rejim de diğer diktatör rejimler gibi devrilecek.
-Suudi Arabistan’ın Suriye devrimine yoğun şekilde destek verdiği yönünde bir şehir efsanesi var. Bu şehir efsanesinin doğruluk payı var mı?
Suud Türkiye kamuoyunda şeytanlaştırıldığı için Suriye devrimi özellikle Suud’la bağlantılı gösterilmeye çalışılıyor. Suud’da Suriye’ye açıktan yardım toplamak yasak. Suudlu bazı etkili simalar, âlimler Suriye’ye yardım toplamak istediler. Fakat İçişleri Bakanlığı bu kişileri bakanlığa çağırıp onlardan Suriye’ye yardım toplamamaları için özel taahhüt aldı. Suriye’ye yardım noktasında Suud’da Türkiye gibi rahat bir ortam yok. Fakat Suudi Arabistan halkı Suriyeli devrimcilerin yanında. Halk başka ülkeler üzerinden Suriye’ye maddi yardım yapıyor. Suudi Arabistan yönetiminin Suriyeli devrimcilere yönelik ağır silah desteği ise daha çok sözde kalıyor. Çünkü Suud yönetiminin ABD’ye rağmen Suriyeli devrimcilere ağır silah vermesi imkânsız. Suud yönetimi bu tür konularda ABD’yi karşısına almaz.
- El Kaide ile ilgili Arap dünyasında yaşanan tartışmaları yakından takip ediyor, El Kaide ile ilgili de yazılar yazıyorsunuz. Suriye’deki El Kaide ile bağlantılı olduğu iddia edilen Nusret Cephesi’ni nasıl değerlendiriyorsunuz?
El Kaide Irak’ta çok acı bir tecrübe yaşadı, büyük hatalar yaptı. Bundan dolayı Suriye’de çok dikkatli davranıyor; asla halkı karşısına alacak adımlar atmıyor. Halkın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor. Nusret Cephesi şu ana kadar Suriye halkına dikta edici bir tavır takınmadı. Nusret Cephesi bu tavrını sürdürdüğü müddetçe Suriye devrimindeki etkisini ve halk desteğini arttıracak. Fakat şu hususu da gözden kaçırmamak lazım: Suriye devriminin ana omurgası dışarıdan gelen direnişçiler veya El Kaide değil; Suriye halkıdır. Türkiye medyası bu konuda kamuoyuna yanlış bilgiler aktarıyor. Suriye direnişini tamamen El Kaide ile özdeşleştiriyor.
-Mısır ve Tunus’da son dönemlerde yaşanan karışıklıkları, İslamcı hükümetlere karşı organize edilen gösterileri sizce nasıl okumalıyız?
Arap Baharı ülkelerinde halk iradesinin sandığa yansımasına ve İslamcıların yükselişine engel olamayanlar, askeri darbe ve yargı müdahalesi gibi seçenekler devre dışı kalınca farklı bir yönteme yöneldi. Toplumsal karmaşa çıkarmak ve halkı galeyana getirmek. Ayrıca yaşanan her olumsuz gelişmeden devrimin ardından gelen hükümeti sorumlu tutmak. Devrik rejimin kalıntılarının tam olarak temizlenemediği Mısır ve Tunus'ta yaşanan gelişmeler ve karşımıza çıkan tablo tam olarak budur. Port Said kentinde futbol maçı sonrası patlak veren kanlı olaylar ve Tunus'ta muhalif lider Şükrü Belıyd'in evinin önünde öldürülmesi, Arap Baharı'nı kışa çevirme ve karşı devrim çabalarıyla birlikte okunmalı.
-Şükrü Belıyd’e yönelik suikastın Nahda tarafından düzenlendiği iddia ediliyor.
Nahda şiddeti geçmişinde de bir metod olarak benimsememişti. Nahda ve şiddeti yan yana anmak dünyanın en saçma iddiasıdır. Laik çevreler, Batılı güçler devrim dalgasını kargaşa çıkararak durdurmak istiyorlar. Fakat bu hiç de kolay değil… Çünkü küçük bir azınlığın dışında Mısır’da da Tunus’da da halkın geneli yönetimlerin yanında… Mısır ve Tunus’daki rejim karşıtı gösterileri Türkiye’de Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından organize edilen cumhuriyet mitingleri gibi görmek lazım.
-Mısırlı muhalifler Mursi’nin tıpkı Hüsnü Mübarek gibi bir diktatöre dönüştüğünü savunuyorlar. Batı basınında da bu yönde haberler yapılıyor…
Özgür seçimlerin olduğu bir yerde diktatörlükten bahsetmek sadece demagojidir. Mursi seçimle gelen bir yönetici. Muhalifler eğer demokrasiye inanıyorlarsa Mursi’yi kargaşa ve provokasyonlarla değil; seçim yoluyla indirmeye çalışırlar. Fakat bunu başaramayacaklarının farkındalar. Çünkü Mısır halkı Mursi’nin ülkeleri için büyük bir fırsat olduğunu düşünüyor… Fakat Arap Uyanışı’na, bölgede esen devrim rüzgârlarına karşı çok ciddi bir psikolojik savaş yürütülüyor. Suriye’de de bunu görüyoruz. Bu devrimlere karşı çıkan odaklar tıpkı sahadaki şiddetli çatışmalar gibi basın ve medya üzerinden bir savaş yürütüyorlar. Dezenformasyonun, yanlış yönlendirmenin en uç örneklerini sergiliyorlar. Medya üzerinden yürütülen bu psikolojik harbin farkında olmadan bölgedeki devrim süreçlerini anlamaya çalışırsak hatalı bir okuma yapmış oluruz. Devrimlerin yaşandığı ülkelerde bütün hesaplar şu an İslami partilerin yükselişini engellemek üzerine yapılıyor. Fakat bu yükselişi engellemeleri artık çok zor…
(Sancaktar Dergisi)
HABERE YORUM KAT