Suudi Arabistan dünyaya nasıl bakıyor?
Karen E. Young, Muhammed bin Selman'ın siyasi vizyonunu ve reform politikalarını inceliyor.
Karen E. Young / Fikir Turu
Suudi Arabistan dünyaya nasıl bakıyor?
COVID-19 pandemisi ve Rusya-Ukrayna savaşı küresel petrol piyasalarında ciddi dalgalanmalara sebep oldu. Pandemi sonrası enerji talebindeki artışın ve Ukrayna’daki savaşın sebep olduğu tedarik sıkıntılarının ortasında, başta Suudi Arabistan olmak üzere Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ülkeleri ABD’yi karşılarına almak pahasına petrol üretimini azaltma kararı aldı. Peki, böyle bir kararın alınmasının altında hangi etkenler yer alıyor? Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri değişen küresel jeopolitik koşullarda yönlerini nasıl tayin edecekler? Suudi Arabistan ve ABD artık ortak değil, rakip mi?
Columbia Üniversitesi’nde Küresel Enerji Politikaları araştırmacısı olan Karen E. Young, Foreign Affairs dergisi için kaleme aldığı yazıda Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed bin Selman’ın yeni Bağlantısızlar Hareketi vizyonunu ele alıyor. Yazının öne çıkan bazı bölümlerini paylaşıyoruz:
“Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü ve ortağı olan on ülke, petrol üretimini günde iki milyon varil azaltma konusunda uzlaşmaya vardı. Bu karar hem tahmin edilebilir hem de şok ediciydi. Bu, tahmin edilebilir bir karardı, çünkü Suudi Arabistan liderliğindeki OPEC+ daha önce petrol üretimini azaltma planlarının haberini vermişti. Ancak ayrıca şok ediciydi, çünkü Suudi Arabistan ve ABD yakın güvenlik ortaklarıydı ve üst düzey ABD yetkilileri Suudilere mevcut üretimi sürdürmeleri için defalarca kişisel ricalarda bulunmuştu. Bu yetkililerin birçoğu, özellikle artan akaryakıt fiyatları ve enflasyon baskısı ışığında Suudi hükümetinin işbirliği yapacağını umuyordu.
Seçim kampanyası sırasında Biden, MBS olarak bilinen Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ı insan hakları konusundaki kötü sicili nedeniyle sık sık kınamış, ancak Temmuz ayında kendisiyle bir araya gelmişti. Bazı Amerikalı analistlere göre Başkan Biden’ın geri adım atmasının ardından Suudi Arabistan’ın üretimi kısma kararı alması, Riyad’ın hiçbir zaman güvenilir (ya da uysal) bir ortak olmayacağının ve Biden’ın MBS’yi ziyaret etmesinin siyasi bir hata olduğunun kanıtıydı.
Suudi Arabistan ekonomi ve dış politikasını nasıl şekillendiriyor?
ABD’li gözlemciler Washington’un Suudileri rahatsız eden kararlar aldığı konusunda haklılar. Ancak Washington, Suudi Arabistan’ın ekonomi ve dış politikasını nasıl şekillendirdiğini tam olarak anlayamıyor.
Basitçe ifade etmek gerekirse, Suudi Arabistan, MBS’nin yönetiminde, Biden yönetiminin öngördüğünden belirgin bir şekilde farklı bir küresel siyasi ekonomik düzene hazırlanıyor.
Beyaz Saray, yeni yayınlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde Çin ile yürütülecek bir mücadelenin nasıl kazanılacağına odaklandı ve ekonomik ve siyasi ortaklıkları, biri demokrasilerle diğeri de demokratik olmayan ülkelerle uluslararası kurumlar çerçevesinde yürütülen ortaklıklar olarak iki kısma ayırdı. ABD’de uluslararası kurumlara yönelik hevesin azaldığı göz önünde bulundurulduğunda, ikinci kısımda yer alan otoriter devletler için bu muhtemelen öncelik hususunda bir düşüş anlamına gelecektir. Suudi Arabistan gibi devletler bunun farkına şimdiden vardılar.
Her ne kadar hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler ABD-Suudi ikili ortaklığına yönelik desteklerini azaltmış olsalar da, ilişkilerin çatırdamasının esas nedeni, ABD dış politikası olmayabilir. Suudi Arabistan’ın kendi iç ve dış politikasındaki değişiklikler nedeniyle araları açılıyor.
MBS, ülkesini Soğuk Savaş dönemindekine benzer iki kutuplu bir uluslararası sitemde ikinci dereceden bir oyuncu olarak görmüyor; bunun yerine Suudi Arabistan’ı ortaya çıkmakta olan birbirine kenetlenmiş bir dizi parçadan oluşmuş yeni jeopolitik düzeni şekillendirebilen bir ülke olarak görüyor ve Riyad’ın piyasaları yönlendirmek ve siyasi sonuçları şekillendirmek için farklı ortaklar ile işbirliği yapma hakkına sahip olduğuna inanıyor.
MBS, Suudi Arabistan’ın, dünyada enerji ve petrol talebi dalgalanırken, kendi ekonomisini sıkı bir şekilde koruması gerekeceğine, ancak başarılı olması halinde kimsenin onu bağımsız bir yol çizmekten ve farklı bir ekonomik kalkınma modeline öncülük etmekten alıkoyamayacağına inanıyor. Bu vizyon 1970’lerin Bağlantısızlar Hareketi’nin hedefidir, ancak bunun birleştirici özelliği postkolonyal bir uyanıştan ziyade milliyetçi fırsatçılıktır.
MBS haklı olabilir. Dünya enerji güvensizliği dönemine giriyor ve hidrokarbonlar en azından önümüzdeki 20 yıl boyunca rağbet görmeye devam edecek, bu da Suudi Arabistan’ın elini daha da güçlendirebilecek bir durum. Uluslararası sistem daha değişken hale geliyor. Genel olarak yükselen piyasa ekonomileri ve özellikle de Suudi Arabistan, küresel meselelerde daha önemli bir rol üstlenebilir.
Gelecek hangi ekonomilerde?
Riyad’a göre geleceği gelişmekte olan piyasalar şekillendirecek. Bu ekonomiler 2011’den 2021’e kadar küresel GSYH büyümesinin yüzde 67’sini oluştururken bugün toplam küresel GSYH’nin yüzde 49’unu oluşturuyor.
Gelişmekte olan ekonomilerin, önümüzdeki dört yıl boyunca yılda ortalama yüzde 3,9 oranında (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne [OECD] üye ülkelerden daha hızlı) büyüyeceği ve küresel ticaret hacminde giderek artan bir paya sahip olacağı tahmin ediliyor.
Bu devletler arasında Suudi Arabistan da yer alıyor. Nitekim bu ülkenin liderlerine göre Suudi Arabistan gelişmekte olan en önemli piyasalardan biri.
Ülke, kişi başına düşen yüksek GSYİH ile büyük bir ekonomiye ev sahipliği yapıyor ve küresel enerji fiyatlarını etkileyebilecek kadar petrol ihraç ediyor. 2020’de G-20’ye (sanal olarak da olsa) ev sahipliği yaptı ve bu etkinlikten dört yıl önce, ülkenin karbon yakıtlara bağımlılığının sona erdiği ve tüm iklim risklerine dayanabilecek fütüristik şehirler inşa ettiği bir gelecek sunan Vizyon 2030’u açıkladı.
Bu plan hem Suudi vatandaşları hem de hükümet yetkililerini yeni bir güvenle doldurdu. Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri artık kendilerini büyüme ve kalkınma modeli olarak görüyor. Bu ülkeler daha az istikrarlı bir küresel düzene, hatta belki de Amerika sonrası bir döneme hazırlanmak için ittifaklarını yeniden yapılandırma ihtiyacı hissediyorlar.
Suudi Arabistan OPEC+ ile neyi hedefliyor?
Riyad’ın 2016’da OPEC’in OPEC+’ı oluşturarak OPEC dışı ülkelerle koordinasyon sağlaması yönündeki kararı tam da bu tür bir politika planlamasıdır. OPEC+ ne ideolojilere ne de anlaşmalara bağlıdır. OPEC+, daha ziyade, ortak çıkarlarına uygun olduğunda birbirleriyle işbirliği yapmaya istekli ülkelerden oluşan bir ittifaktır. Bu ülkeler hedeflerine ulaşmak için ABD’ye meydan okumaya bile hazırlar.
OPEC+ kapsamında başlatılan Rus-Suudi ortaklığı, özellikle Riyad’ın dış politikaya yeni bakışını simgeliyor. Bu, Suudi Arabistan için yalnızca bir iş meselesinden ibaret değildi, aynı zamanda bu kendini korumak için attığı bir adımdı.
ABD 2010’larda giderek daha fazla kaya petrolü üretmeye başladı, küresel piyasalar bu petrol ile doldu ve fiyatlar düştü. Bu durum Suudi Arabistan’ın petrol piyasalarındaki uzun süredir devam eden yedek kaynak tedarikçisi rolünü tehlikeye düşürdü ve Riyad’ın küresel arzı kontrol etme kabiliyetini zayıflattı. Ancak Suudi Arabistan, Rusya ile işbirliği yaparak petrol fiyatlarını düşürülmesini nispeten kontrol altında bulundurabilir ve ABD’li şirketlerin kâr etmesini zorlaştırarak Amerikan rakiplerini yatırımdan mahrum bırakabilir. (Devlet kontrolündeki kamu petrol şirketleri zararına çalışmayı daha kolay göze alabiliyor).
Rusya-Suudi ortaklığı, Asya petrol piyasalarının pandeminin ağırlığı altında çöktüğü ve her iki devleti de şiddetli bir rekabete soktuğu Mart 2020’de daha az doğaldı. Yine de Moskova ve Riyad, petrole ihtiyaç duyan ancak enerji dönüşümü nedeniyle petrole yatırım yapma konusunda giderek daha isteksiz hale gelen küresel ekonomiyi yönlendirmenin en iyi yolunun işbirliği olduğunu düşünüyor. Bunun sonucu olarak iki ülke birbirlerine kenetlendi.
Ticari bir bakış açısından bakıldığında, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali Suudilere söz konusu ortaklığı sürdürmek için daha fazla neden sağladı. Riyad, Batı’nın Rus petrolüne getirilmesi planlanan tavan fiyat da dâhil olmak üzere Rus enerji ithalatını kontrol altına almaya ve bastırmaya yönelik koordineli eylemlerini Suudi ekonomisini tehdit eden bir alıcı karteli olarak görüyor. Suudi Arabistan ve OPEC+’nın diğer üyelerine göre, bu kartel sonunda ham petrolü menşei, çıkarılma yöntemi ve karbon yoğunluğu derecesine göre sınıflandırabilir ve ardından buna göre fiyatlandırabilir. Böyle bir uygulama Suudi Arabistan’ın küresel arz üzerindeki kontrollerini ciddi şekilde zayıflatacaktır.
Elbette Washington’un Riyad’ın ticari hesaplamalarına pek tahammülü yok. ABD, Suudi hükümetinin petrol kesintilerini bir saygısızlık ve ABD-Suudi işbirliğinin inkârı olarak görüyor. Ancak MBS’nin dünya görüşüne göre süregelen kararsızlığı nedeniyle ABD’nin ne düşündüğü belirleyici değil. Riyad, işine geldiğinde herkesle işbirliği yapabilir ve bu da Suudi Arabistan’ın Rusya da dâhil olmak üzere ticari ortaklıklarını, büyük ölçüde ABD’ye bağımlı olduğu güvenlik ihtiyaçlarıyla dengeleyebileceği anlamına geliyor.
Silah satışlarını durdurma tehdidi işe yarar mı?
Birçok ABD’li politikacı Beyaz Saray’a MBS’ye ABD’nin silah satışlarını durdurma ya da azaltma tehdidinde bulunarak bu dengelemenin işe yaramayacağını göstermesi çağrısında bulundu. Ancak Riyad ABD silahlarını satın almaya devam etmeyi tercih etse de MBS bu tehdidi bir endişe kaynağı olarak görmeyebilir.
ABD Savunma sanayisi binlerce Amerikalıya istihdam sağlayan üretim hatlarına sahip olduğu için Kongre üzerinde etkilidir. Silah ve teçhizat için uzun vadeli hizmet sözleşmeleri ani alımlar değildir ve savunma sanayi şirketleri muhtemelen Suudiler için üretimde herhangi bir duraklamayı önlemek için agresif bir şekilde lobi yapacaktır.
Daha da önemlisi, Körfez ülkeleri şimdiden Washington ile güvenlik ilişkilerini yeniden gözden geçiriyor. Bu hamle silah satışlarının azalmasından ziyade ABD’nin Körfez ülkelerini korumak için kendi güçlerini kullanma isteğinin azalmasıyla ilgili. ABD geçmişte olduğu gibi bir güvenlik ortağı değil. ABD Başkanı Barack Obama, Suudi Arabistan’ın İran ile “mahalleyi paylaşmak” zorunda kalacağını söylediğinde bunu açıkça ifade etmişti. ABD Başkanı Donald Trump söylemleri ile Suudiler ile yakınlaştı ama o da Suudi petrol altyapısına yönelik 2019’da yapılan saldırılara karşılık vermeyi reddederek Washington’un ilgisizliğini açıkça ortaya koydu. Biden’ın Suudiler ile olan ortaklığın seviyesini azaltması, ABD’nin dış politikasındaki daha geniş bir eğilimin yalnızca son halkası.
Suudi Arabistan, ABD’nin silah tedarikini kesmesi halinde herhangi bir alternatifi olmadığını biliyor. (Rusya’nın Riyad’ın ihtiyacı olan şeyi sağlama konusunda yetersiz olduğu kesin). Bu nedenle Suudi Arabistan, ekonomisini kilit pazarlara daha yakından bağlayan bir ekonomik dönüşümü hızlandırmaya çalışıyor ki bu çabalar şimdiden başarıya ulaşmış durumda.
Washington Körfez ülkelerini Putin’le fazla samimi olmakla suçluyor ama Körfez ülkelerinin bu davranışları Avrupalı devletlerin Suudi Arabistan da dahil olmak üzere bölgenin enerji pazarlarına akın etmesini engellemedi.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali başladığından beri enerji sıkıntısı çeken Avrupa devletleri Riyad ve diğer Körfez ülkeleri ile uzun vadeli sıvılaştırılmış doğal gaz, hidrojen ve enerji işbirliği anlaşmaları imzaladı. En önemlisi de, Avrupa devletleri de Suudilere yeni silahlar ihraç etmeyi kabul etti. 2018’de Suudi Arabistan’a silah satışını yasaklayan Almanya bile krallık ile yakınlaştı ve ona savunma sanayi ürünleri satmaya başladı. Washington’daki tüm sızlanmalara rağmen Riyad haklı olabilir: uluslararası düzen yeterince değişken ve krallık da bir tarafı seçmek zorunda kalmayacak kadar önemli.
Çarpışmaya hazırlık
Suudi Arabistan’ın petrolle ilgili kararları yalnızca uluslararası ilişkilerden kaynaklanmıyor. Tıpkı Biden yönetiminin Suudilerden OPEC+ üretim kesintilerini ABD ara seçimlerinden daha uzak bir tarihe ertelemesini istemesi gibi, Suudi petrol politikası da iç siyasi hesaplar tarafından şekillendiriliyor.
MBS, OPEC+ kararları da dahil olmak üzere hedefler koymayı ve ardından bunları aşmayı seviyor. MBS’nin hükümeti günde bir milyon ila 1,5 milyon varil arasında bir üretim kesintisi yapılacağını belirtmişti. Nihai olarak belirlenen daha yüksek bir hedef ise MBS’nin gücünü sergilemek için tasarlanmış gibi görünüyordu: üretimi yüksek tutmaya yönelik dış baskılara rağmen, üretimi beklenen seviyelerin bile altına indirebileceğini halkına göstermek.
Batı’nın günlük iki milyon varillik kesinti açıklamasına yönelik tepkisi yersizdi. OPEC+ ülkelerinin çoğu zaten yeni günlük olarak azaltılmış kotaların altında petrol üretiyordu ve bu nedenle kesinti duyurusu bir anlamda sembolikti. Tepkilere rağmen OPEC+ kararının şu ana kadar piyasalara petrol arzı üzerinde küçük bir etkisi oldu. Fiyatlar iki hafta içinde Ekim ayı başındaki ortalamalarına geri döndü. (Rusya’nın petrol ihracatı için uyguladığı ambargo ve fiyat sınırlaması, piyasa arzına yönelik çok daha önemli bir tehdit).
Ancak OPEC+ kararı Suudi ekonomisi için somut bir amaca hizmet ediyor. Üretimdeki kesinti Suudi Arabistan’a yedek üretim kapasitesi yaratarak, küresel ekonominin Rusya gibi başka bir arz kaynağında ani bir düşüş yaşaması halinde üretimi geçici olarak artırma imkânı veriyor. Bu aynı zamanda yatırımcılara Suudi hükümetinin petrolü kârlı tutmaya ya da en azından fiyatlar için bir taban oluşturmaya kararlı olduğu sinyalini vererek firmaları petrol sektörüne daha fazla harcama yapmaya teşvik ediyor.
En önemlisi de bu karar petrol fiyatlarındaki aşırı dalgalanmayı önlemeye yardımcı oluyor. Mevcut yüksek talebe rağmen Suudi hükümeti, küresel ekonominin daha derin ve yaygın bir ekonomik durgunluğa girmesi halinde dünyanın petrole olan talebinin hızla düşebileceğinden endişe ediyor. Suudi Arabistan aynı nedenden dolayı temkinli bir maliye politikası güdüyor. Ülkenin 2023 yılı bütçe öncesi raporu muhtemelen varil başına 76 ila 78 dolarlık petrol fiyatlarına ve günde yaklaşık 10,6 milyon varil günlük petrol üretim seviyesine dayanıyor. Bu fiyat, petrolün ihtiyatlı bir şekilde varil başına 70 dolara yakın fiyatlandırıldığı 2022 yılına kıyasla sadece küçük bir artış. Suudi Arabistan’ın bu yıl elde ettiği beklenmedik gelir artışı, en azından şimdilik, bir harcama çılgınlığına dönüşmedi.
Bunun yerine Suudi Arabistan, ya talepteki düşüşten ya da yeni petrol arzı için beklenmedik bir ihtiyaçtan kaynaklanacak etkilere hazırlanıyor. Suudi Arabistan’ın hazırlıklı olmak için sebepleri var. Ukrayna’daki savaş devam ettikçe ve Rusya sivil ve enerji altyapılarını hedef aldıkça, küresel enerji güvenliğine yönelik tehditler artacaktır. Rusya’ya yönelik yaptırımlar arttıkça, dünyanın yedek petrol kapasitesi azalabilir ve rafine petrol ürünleri arzı üzerinde baskı oluşabilir.
Beyaz Saray’da görüşülmekte olan ABD petrolüne ihracat yasağı getirilmesini öngören enerji politikaları ve Adalet Bakanlığı’nın fiyat sabitleme konusunda devletlere dava açmasına olanak tanıyan (“NOPEC” olarak adlandırılan) kongre yasası, petrol ve gaz sektörüne yapılacak yeni yatırımlar üzerinde caydırıcı bir etki yaratacak ve petrol rafinasyonunu ve ürün sevkiyatını daha da aksatacaktır.
Suudi Arabistan’ın en önemli ihracat pazarı olan Çin, Rus petrolü ithalatını arttırarak Riyad’ın pazar payını tehdit ediyor. Çin ise hem ülkenin büyüme oranlarındaki durgunluktan dolayı hem de Pekin sıfır-COVID politikasına bağlılığını sürdürdüğünden artık daha küçük hacimlerde alım yapıyor. Tüm bu işaretler Suudiler için bir endişe kaynağı teşkil ediyor ve petrol gelirlerinin yanı sıra Riyad’ın küresel petrol piyasası istikrarı için bir güç olarak meşruiyetini de tehdit ediyor.
Elbette Suudi Arabistan için petrol üzerindeki gücünün azalması genel olarak gücünün azalması anlamına geliyor; petrol, ülkenin uluslararası ilişkileri etkilemek ve küresel ilgiyi üstüne çekmek için kullandığı önemli bir araç. Dolayısıyla bu tehditlere yanıt vermek Suudi Arabistan’ın genç liderliği ve teknokrat eliti için belirleyici bir an haline geldi. Rusya ile işbirliği yaparak ve ABD’ye verilen önceliği azaltarak, ülkelerinin petrol fiyatları üzerindeki gücünü ve bununla birlikte geleceğe yönelik planlarını ve vizyonlarını korumayı umuyorlar.
Bu elitlerin başarılı olup olmayacağı belli değil. Ancak Suudi Arabistan’ın ve ABD’nin iki farklı küresel ekonomi düzenine hazırlandığı açık. Biri, gelişmekte olan piyasalar için uluslararası politika ve ticarette daha güçlü bir rol öngörüyor. Diğeri ise devletlerin içe dönüp kendi iç enerji bağımsızlıklarına odaklanırken, uluslararası sistemle etkileşimde değerlere dayalı angajmanı vurguluyor.
Petrol her iki ülke için de dış politikanın bir parçası olmaya devam edecektir. Ancak iki ülke de kesinlikle farklı yönlere doğru gidiyorlar. Riyad ve Washington yakında petrol piyasaları ve ekonomik kalkınma modelleri hususunda birbirlerini bir ortaktan ziyade rakip olarak görebilirler.”
HABERE YORUM KAT