Suud’da darbe girişimi!
Geçenlerde Ümit Kardeş ile yapılan bir söyleşisini okumuştum. Söyleşide, Fas’ta bile askerlerin sivil mahkemelerde yargılandığını söylüyordu. Nedeni, basit. 1970’li yıllarda General Muhammed Ofkir’in Kral II. Hasan’a yönelik başarısız darbe girişiminden sonra ordu, rejimin güvencesi olmaktan çıkmış ve bu görev polise veya daha doğrusu içişleri bakanlığına devredilmiştir. Geçenlerde de Türkiye’de Başbakan Erdoğan rejimin teminatının polis olduğunu söylemişti. Ardından geçtiğimiz günlerde galiba yeniden askere vurgu yaptı. Esasında rejim teminatı bir bütün olarak anayasal kurumlar olmalıdır. Kuvvetler ayrımının ifade ettiği gerçek de budur. Dolayısıyla herkesin görev alanı bellidir. Ordunun görevi vatan sathını savunmaktır. İdeolojikleştiği oranda bu görev rejim savunmasına dönüşüyor. Polisin görevi de bellidir. Dahilde asayişi sağlamaktır yoksa rejimi korumak ve kollamak gibi bir görevi yoktur. Almanya gibi ülkelerde anayasayı koruma teşkilatı vardır ve bu teşkilat istihbarattan ibarettir. Esasen bizde rejimin teminatı olarak ordu gösterilse de kısmen orduyu da içine alan ve derin devlet denilen yapılanmadır. Lakin bu derin devletin bir ucu komiteciliğe dayandığından dolayı meşruiyet ve hukuksuzluk sorunu vardır ve asıl mesele de budur. Demirel daha önce ‘devlet rutin dışına çıkabilir’ dediği gibi cinayet işleyebilir anlamına gelen sözler de sarf etmiştir. Hepsinin dönüp dolaştığı konsept budur. Her ülkede rejimi korumaya adanmış yapılar vardır. Bu yapılar kah ordudur, kah istihbarat teşkilatıdır, kah Fas’daki gibi içişleri bakanlığıdır. İslam ülkelerinde bize benzeyen yapılanmalara örnek Cezayir ve İran gibi ülkelerdir. Son sıralarda İran’da bazar ile din adamları denklemine bir de askeri güçlerin eklendiğini görüyoruz. Dolayısıyla rejimin niteliği giderek renk değiştiriyor. Belki orada da rejimin teminatı Devrim Muhafızları’dır. Suudi Arabistan’a gelecek olursak; bir denklem üzerine oturmaktadır. 7 bin kadar prensin oluşturduğu bir kraliyet ailesi vardır ve rejimin gerçek sahipleri bunlardır. Orduya mukabil bir de muhafızlar vardır ve bunlar da prens iken Kral Abdullah’a bağlı idiler. Bilindiği gibi, 1975 yılında Faysal’a yönelik bir cinayeti prenslerden birisine işletmişlerdi. Suudi Arabistan’da içişleri bakanlığı da önemli bir faktördür.
Geçtiğimiz günlerde bir tanıdık arayarak İran basınında çıkmış bir habere dikkatimi çekti. Haber İran basınına özeldi. Başka kaynakları arayıp taradım, lakin haberin izine rastlayamadım. El Alem Kanalı ve Pres TV kimi Suudlu kaynaklara dayanarak, Prens Bender Bin Sultan’ın giriştiği Kral Abdullah’a yönelik başarısız bir darbe girişiminden haber verdi ve Bender Bin Sultan’ın da kızağa çekildiğini duyurdu. Bilindiği gibi, Abdullah ile Bender Bin Sultan öteden beri anlaşamıyorlar. Yıldızları barışmıyor. Adeta Bender Bin Sultan, Suud içinde bir Amerikan yönetimini temsil ediyordu. Bundan dolayı hiç beklenmedik bir zamanda ülkesinin Washington büyükelçiliği görevini bırakmış ve ülkesine geri dönmüştü. Washington’da ülkesini temsil ederken Irak veya Afganistan gibi ülkelere müdahale yapılacağını Bush hep ilk elden Bender Bin Sultan’la paylaşmıştı. Tarafların arasında özel ilişkiler vardı. Lakin Fahd tarafından atanan Bender liberal bir çizgi taşıyor ve Kral Abdullah’la çekişen düşünceleri temsil ediyordu. 11 Eylül’den bir ay önce yani Ağustos ayında Abdullah, Bush’a zehir zemberek bir mektup yazarak ve Bender eliyle de ulaştırarak; Filistin politikalarında daha fazla Amerikan yaklaşımına tahammül edemeyeceklerini söylüyordu. Bu mektuptan bir ay sonra 11 Eylül patlak verdi ve hesap soran Suudi Arabistan, savunma pozisyonuna geçti. Geçtiğimiz günlerde benzeri bir çıkışı Obama idaresine yönelik olarak Suud Dışişleri Bakanı Prens Suud El Faysal yaptı. Arapların İsrail için ne yapabilecekleri değil de barış için İsrail’in ne yapabileceğinin sorulması ve sorgulanması gerektiğini ifade etmişti. Suudlu liberaller farklı düşünebilirler, lakin hem Filistin-İsrail politikaları nedeniyle hem de Irak ve Afganistan işgalleri nedeniyle Amerikan politikalarından en fazla zarar gören ve bunun bedelini ödeyen ülke Suudi Arabistan olmuştur. Hem Amerikan dostluğunu sürdürmek ve hem de bunun sonucu yanlış politikalarını göğüslemek ve katlanmak, sineye çekme durumunda kalmaktan dolayı Riyad yıpranmış ve bölgede zemin kaybetmiştir.
Kral Abdullah’ın çevresinde liberal isimler olsa da yine de denge politikası güdüyor. Hem bir taraftan Batı’ya hem de Suudi Arabistan’ın ebedi kavgalı olduğu iç kesimlere veya hasımlara açılıyor. Dört mezhep fıkhı ve tasavvuf bunlar arasındadır. Yani bizdeki Kürt açılımına benzer Suud’da da iç açılımlar var. El Alem ve Pres TV kaynaklarına göre, kraliyete yönelik komplo iddiasıyla Suudi Arabistan Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Bender Bin Sultan göz hapsine alınmış. İslami Reform Hareketi Lideri Saad el Fakih’e göre, Prens Bender Bin Sultan’dan 3 aydan beri haber alınamazken basın da hakkında bir tek kelime bile yazmıyor. Prens bir ara İngiltere’de izini kaybettirse de daha sonra Suud’da yeniden ortaya çıkmıştı. El Alem Kanalına göre, Suud istihbaratından 200 kadar elemanın karıştığı komplo başarılı olsaymış darbeden sonra ikinci aşamada Kral Abdullah ev hapsine alınacakmış. Darbe başarısız olunca bu defa ev hapsine alınmak Bender’in payına düştü. Krala yakın olan çevrelerin darbeyi duyum almaları sonucu girişim beşiğinde bastırılmış ve başarısız darbenin elebaşları da gözetim altına alınmış. Darbenin bastırılmasında bazı Arap ülkelerinden temin edilen istihbaratın da büyük payı ve katkısı olduğu ifade ediliyor. Yedi bin kişilik kraliyet ailesinden 200 kadar prens ülkedeki iktidarı paylaşıyorlar. Böylece şimdilik aile içi kavga yatışmasa da en azından kontrol altına alınmış oldu.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT