Suud için işgal rejimi ile normalleşme artık çok uzak bir ihtimal!
F. Gregory Gause, Siyonistlerin katliamları karşısında Suud'un işgal rejimi ile normalleşme isteğini rafa kaldırmak zorunda kaldığını ifade ediyor.
F. Gregory Gause / Fikir Turu
Gazze’deki savaş Suudi Arabistan için ne anlama geliyor?
Hamas’ın 7 Ekim saldırısı ve ardından, İsrail’in bu saldırıya dehşet verici biçimde orantısız şiddetle yanıt vermesinin, Ortadoğu siyasetinde taşları yerinden oynatacağına kuşku yok. Merak edilenlerden biri Suudilerin ilişkileri normalleştirme aşamasında olduğu İsrail’e karşı tavrının ne olacağı…
Amerikalı uluslararası ilişkiler profesörü F. Gregory Gause III, Foreign Affairs için kaleme aldığı Suudi Arabistan’ın yeni durumdaki konumunu ayrıntılarıyla analiz etti.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“Hamas, İsrail’le savaşında çok az kazanım elde edebilecek ama şimdiden elde ettiği bir kazanım, İsrail ile Suudi Arabistan arasında ABD’nin arabuluculuğunda varılan anlaşmaya yönelik sürecin aniden durması oldu. İsrail-Suudi anlaşması, iki ülke arasındaki ilişkileri normalleştirerek, Suudi Arabistan’ı ABD’nin güvenlik şemsiyesinin altına daha fazla alarak ve İsrail’in Filistin meselesinde birtakım tavizler vermesini sağlayarak çığır açabilirdi. Aslında İsrail-Suudi yakınlaşmasına dair korkular Hamas’ın 7 Ekim saldırısının temel nedenlerinden biri olabilir.
MBS zor durumda mı?
Savaş, MBS olarak da bilinen Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ı en azından kısa vadede zor durumda bırakıyor. MBS, Suudi Arabistan’ın ekonomisini çeşitlendirme ve petrol ihracatına olan bağımlılığını azaltma hedefini gerçekleştirmesini kolaylaştıracak bölgesel istikrarı hedefliyor. Yaşanan korkunç şiddet ve bunun yayılma olasılığı bu alandaki ilerlemesini sekteye uğratıyor.
MBS aynı zamanda, ABD’li ve Avrupalı liderlerin Suudi Arabistan’ın Hamas sonrası Gazze’de öncü bir rol üstlenmesini istemesinin yanı sıra bölgesel ve yerel grupların Riyad’ı ihtiyaç duydukları anda Filistinlileri daha aktif bir şekilde desteklemeye çağırması nedeniyle içeride ve dışarıda birbiriyle çatışan baskılarla karşı karşıya.
Riyad’ı kendi yanına çekmeye çalışan her iki taraf da muhtemelen hayal kırıklığına uğrayacak. Suudi Arabistan’ın savaş sonrası Gazze’ye asker gönderme ya da Gazze’nin yeniden inşasını büyük ölçüde finanse etmek için ne yeteneği ne de hevesi var. Ayrıca İsrail ve ABD üzerinde baskı kurmak için petrol üretimini ya da ihracatını kısma gibi elindeki araçları kullanma konusunda da herhangi bir irade göstermedi.
İsrail-Suudi anlaşması şimdilik masadan kalkmış olsa da Suudi Arabistan’ı İsrail’i tanımayı düşünmeye iten dürtüler ortadan kalkmış değil. MBS’nin Suudi Arabistan için belirlediği iddialı ekonomik hedeflere ancak istikrarlı bir Ortadoğu’da ve ABD ile güçlü bağların kurulmasıyla ulaşılabilir. Bu uzun vadeli hedefler, Suudilerin mevcut çatışmadaki hareket tarzını da şekillendirecek.
Hamas olabilecek en ters zamanda saldırdı
Hamas’ın İsrail’e sürpriz saldırısı öncesinde Biden yönetimi, Suudilerin İsrail’i tanımasına aracılık etme çabalarında kayda değer adımlar atmıştı. Hamas’ın saldırısından üç haftadan az bir süre önce MBS, Fox News’e müzakerelerde, “Her geçen gün daha da yakınlaşıyoruz” demişti.
Öyle de olabilirdi, ama Filistin meselesi her zaman bir engel teşkil edecekti. Körfez ülkelerinde İsrail ile ilişkilere karşı olan tabu son yıllarda yıkılmış olsa da Arap halkları Filistin davasını hâlâ önemsiyor.
Savaştan önce bile Suudi Arabistan, İsrail’in normalleşmenin ön koşulu olarak Filistin meselesinde önemli bir şey yapması gerektiğinin sinyalini vermişti. İsrail ile görüşmeler ilerlerken, Suudi Arabistan Ağustos ayında Filistinlilere ilk büyükelçisini atadı ve bu jest birçok kişi tarafından Riyad’ın Filistinliler adına İsrail’in garantilerini zorlama kararlılığının bir göstergesi olarak yorumlandı. Riyad’la yakınlaşmak için İsrail’in Abraham Anlaşmaları öncesinde yaptığından daha fazlasını yapması gerekecekti. Bu anlaşmaların bir parçası olarak İsrail, Batı Şeria’nın yüzde 30’unu ilhak etme planlarından vazgeçmeyi kabul etmiş ve şu anda işgal ettiği topraklar üzerindeki egemenliğini genişletmişti ki bu da iki devletli bir çözüm ihtimalini fiilen ortadan kaldıracak bir hamleydi.
Mütevazı adımlar artık yeterli olmayacaktır. İsrail’in Gazze’ye yönelik askerî saldırılarının Filistinli siviller üzerinde yarattığı korkunç tahribat bu çıtayı yükseltti. İsrail Gazze ile meşgul olduğu ve Arap kamuoyu Filistinlileri desteklemek için seferber olduğu sürece İsrail-Suudi anlaşması başarısız olacaktır.
Suudi dış politikasında değişikliğin sebebi ne?
Suudi Arabistan’ın İsrail ile bir anlaşmayı düşünmeye bile istekli olması, dış politikasındaki daha kapsamlı bir değişimi yansıtıyor.
MBS, 2015’te babasının tahta çıkmasıyla iktidara geldiğinde, Suudi veliaht prens ülkeyi ekonomik değişim için iddialı bir rotaya soktu ve genellikle ezeli rakibi İran’a karşı koymak amacıyla Riyad’ın bölgedeki ağırlığını ortaya koymaya başladı. BAE ile ittifak halinde Yemen’de İran destekli Husi hareketinin gücünü kırmak için bir savaş başlattı. Hamas da dahil olmak üzere Sünni İslamcı gruplara verdiği destek nedeniyle Katar’a abluka uygulanmasını organize etti. MBS de Tahran’a yönelik söylemini sertleştirdi. Amerikalılar için en önemlisi, 2018 yılında ABD’de yaşayan Suudi muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi Konsolosluğu’nu ziyareti sırasında öldürülmesi emrini vermesidir.
MBS’nin agresif uluslararası tutumu birçok yönden geri tepti; düşmanlarına zarar vermekte başarısız olurken, 2020’de başkan adayı olarak Riyad’ı uluslararası bir “parya” haline getirme sözü veren ABD Başkanı Joe Biden da dahil olmak üzere uluslararası destekçilerini kendinden uzaklaştırdı.
Bu tepkinin ardından Riyad, son birkaç yılda bölgesel yaklaşımını değiştirerek diyaloğa ve istikrar arayışına ağırlık verdi. Yemen’de Husilerle sağlanan ateşkes bir buçuk yılı aşkın bir süredir devam ediyor. Katar’a yönelik Suudi Arabistan öncülüğündeki boykot 2021’in başlarında sona erdi. En önemlisi, Suudi Arabistan bu yıl İran ile diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılmasına aracılık etmek için Çin’e ulaştı.
Tüm bunlar MBS’nin Suudi ekonomisini çeşitlendirmeyi ve petrol ihracatına olan bağımlılığını azaltmayı amaçlayan ekonomik reform programı Vizyon 2030 adına yapıldı. Riyad, hedeflediği yabancı yatırım, bölgesel entegrasyon ve ekonomik kalkınmayı teşvik etmek için bölgesel istikrarın gerekliliğini vurguladı. ABD’nin İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki arabuluculuğu da bu bağlamda ilerledi.
Suudiler Hamas’ın yanında mı?
Suudilerin ekonomik kalkınma arayışları çerçevesinde bölgesel istikrara yönelik umutları 7 Ekim’de yerle bir oldu.
Riyad, krizi yaratan Hamas’ı pek sevmiyor. Suudiler, Arap Baharı sırasında Müslüman Kardeşler’in Mısır, Tunus ve diğer ülkelerdeki siyasi kazanımlarından korkmuş ve bu kazanımlara karşı çıkmıştı; Hamas ise Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu.
Öte yandan Suudiler, İsrailliler Gazze’deki Filistinlileri ezerken kenara çekilmiş değil. Riyad’ın çatışmaların sona erdirilmesi ve İsrail-Filistin meselesinin barışçıl bir çözüme kavuşturulması yönünde ilerleme kaydedilmesinde çıkarı var ancak şu anda bu hedefi ilerletmek için kullanabileceği veya kullanacağı çok az kozu var.
Savaş sonrası Gazze’de Suudilerin rolü ne olur?
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve bazı Amerikalı yorumcular Arap devletlerinin savaş sonrası Gazze’nin yönetiminde rol oynayabileceğini öne sürdüler. Bu doğrultuda diplomatik görüşmeler çoktan başladı.
En iddialı önerilerden biri Suudi Arabistan’ın savaş sonrasında Gazze’nin yönetimi için askerî ve idari personel katkısında bulunması. Daha mütevazı çözüm önerileri ise Suudilere, Gazze’nin yeniden inşasını finanse etme rolünü biçiyor.
Ancak Riyad, Gazze’de İsrail’in pisliğini temizliyor gibi görünmek istemeyecektir. Suudi iç güvenlik güçlerinin kendi sınırları dışında hareket etme deneyimi yok. Suudi ordusu Yemen’deki kötü performans gösterdi. Ayrıca Suudi kuvvetleri şimdiye kadar herhangi bir BM barış gücünde yer almadı.
Suudi Arabistan, Gazze’de Filistin Yönetimi’nin kontrolünün geri dönmesini sağlayacak bir geçiş yönetiminde mali bir rol oynamaya gönüllü olabilir. Ancak bu rol, Suudi Arabistan’ın geçmişteki yardım anlaşmalarına benzemeyecektir. Riyad nakit sıkıntısı çeken Mısır’la yaptığı son görüşmelerde nakit transferini değil yatırım fırsatlarını tercih ettiğini açıkça ortaya koydu.
Suudiler petrol kartına oynar mı?
Suudi Arabistan ve diğer Arap petrol üreticileri, 1970’lere İsrail’e verdiği destek nedeniyle Washington’u cezalandırmak amacıyla ABD’ye petrol ambargosu uyguladı. 1973-74’teki şoku andıran yeni bir petrol krizinin ufukta olduğu belirtiliyor.
Bu endişeler kısmen 1973’te yaşananların yanlış anlaşılmasına dayandığı için abartılıyor. Etrafındaki efsanenin aksine, övünülen ambargonun çok az etkisi oldu. ABD benzin istasyonlarındaki meşhur kuyruklar, ulusal düzeyde önemli bir kıtlıktan ziyade fiyat kontrolleri, tahsis düzenlemeleri ve tüketici paniğiyle ilgiliydi.
Her ne kadar siyasi karar alıcılar ve iş dünyası liderleri ambargo hayaletini akıllarından çıkaramıyorlarsa da bugünkü koşulların 1973’tekinden çok farklı olduğu gerçeği onları teselli etmelidir. O dönemde Suudi Arabistan, İsrail’in Yom Kippur Savaşı’ndaki başlıca düşmanları olan Mısır ve Suriye ile Hamas’la olmadığı kadar yakın bir ittifak içindeydi. Bugün Suudiler, İran’la müttefik olan Müslüman Kardeşler’in bir kolu olan Hamas’la eşdeğer bir dayanışma duygusu hissetmiyor.
Bazı gözlemciler üretim kesintilerinden endişe duyuyor, ancak Suudiler fiyatları desteklemek amacıyla 2022’nin sonlarından bu yana üretimi günde neredeyse iki milyon varil azalttı. Bu çabaların çok az etkisi oldu: fiyatlar şu anda varil başına 80 ila 85 dolar aralığında, yaz aylarında tahmin edilen varil başına 100 doların çok altında. Riyad’ın üretimde daha fazla kesintiye gitmesi, Suudi Arabistan’a herhangi bir avantaj sağlamayacak ve sadece ABD’deki değil Çin’deki tüketicileri de kendinden uzaklaştıracaktır.
En önemlisi de Suudi Arabistan’ın hiçbir siyasi çıkarı yok. MBS güvenilir bir ekonomik ortak olarak görülmek istiyor, “petrol silahı” sallayan bir bozguncu olarak değil.
Uzun vadeli oyun kurmak
Tüm krizler gibi Gazze krizi de sona erecektir. Bu da Ortadoğu’daki diğer diplomatik çabaların askıya alınmasına neden olacak ve haftalar değil aylar sürecek gibi görünüyor. İsrail askerleri Gazze’de olduğu sürece, Biden yönetiminin arabuluculuk yaptığı dolaylı İsrail-Suudi diyaloğunun yeniden ivme kazanma şansı yok denecek kadar az. Gazze’deki savaş yeni ve daha esnek bir İsrail hükümetine yol açarsa belki de daha az engel teşkil edecektir. Müzakere masasına dönme ihtimali hiç olmadığı kadar yüksek.
İsrail-Suudi görüşmelerine nihai olarak geri dönülmesi, Riyad’ın istek listesindeki ABD-Suudi müzakerelerine de geri dönülmesi anlamına gelecektir: Washington’un diğerlerine uyguladığı güvenlik önlemlerinin sınırlamaları olmaksızın Suudi nükleer gelişimine bir güvenlik garantisi ve ABD desteği.
Eğer ABD İsrail-Suudi diplomasisine yeniden odaklanabilirse, İsrail-Suudi normalleşmesinin getireceği ödülün yeni ABD askeri taahhütlerine ve bölgede nükleer silahların yayılma riskinin artmasına değip değmeyeceğini düşünmelidir. Ancak Washington şimdilik bu tür endişeleri bir kenara bırakabilir: Gazze’deki çatışma sürdüğü müddetçe İsrail-Suudi anlaşması buz üstünde kalmaya devam edecek.”
HABERE YORUM KAT