Suud, Filistin meselesinde nasıl bir sorumluluk alacak?
Taha Kılınç, Suudi Arabistan'ın yeni dış politika vizyonu gereği Filistin meselesinde nasıl sorumluluklar alabileceğini incelerken bu durumun Filistinlilerin tedirgin ettiğini de vurguluyor.
Taha Kılınç / Yeni Şafak
Alemeyn zirvesi
Ürdün Kralı Abdullah, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, Mısır’ın Akdeniz kıyısındaki yeni yönetim şehri Alemeyn el-Cedîd’de bir araya geldi. Üçlü görüşmelerin ardından yapılan resmî açıklamaya göre: Liderler, öncelikle Filistin’in içinde bulunduğu mevcut durumu masaya yatırarak, özellikle Yahudi yerleşimcilerin Batı Şeria’da gerçekleştirdiği terörist eylemlerin bir an önce durdurulması gerektiğini kaydetti. İsrail’in Kudüs’ün tarihî statüsüne yönelik ihlallerini de kınayan liderler, başkenti Doğu Kudüs olmak üzere bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının, kapsamlı bir barışa ulaşılmasının ön şartı olduğunun altını çizdi. Açıklamada, Ürdün Hâşimî Krallığı’nın Kudüs’te yer alan Hristiyanlara ve Müslümanlara ait dinî mekânlar üzerindeki “hamilik” rolüne de ayrıca vurgu yapıldı.
Kral Abdullah, Mahmud Abbas ve Abdulfettah Sisi zaman zaman bir araya gelip benzer pozlar verdikleri için, Alemeyn zirvesinden herhangi bir sürpriz beklemeye gerek yoktu. Ancak zirvenin zamanlaması, son haftalarda dünya basınında gündeme taşınan bir konu sebebiyle başlı başına dikkat çekiciydi: ABD’nin, Suudi Arabistan’la İsrail’i barış masasına oturtmak için diplomatik süreci hızlandırdığı iddia ediliyordu. Beyaz Saray, bu sayede Riyad’ı Çin ekseninden uzaklaştırmayı hedeflerken, Suudilerin birçok şart yanında nükleer teknoloji talebinde bulunduğu belirtiliyordu. Siyasî gözlemciler, “bazı pürüzlere rağmen” Suudilerin neredeyse ikna olduğuna, 9 ila 12 aylık bir periyot içinde, iki ülke arasında resmen barış anlaşmasının imzalanabileceğine işaret ediyordu.
Alemeyn zirvesinde bir araya gelen taraflar, İsrail’le barış konusunda Arap dünyasının ilk öncülerini oluşturuyor: Mısır (1979, Camp David), Filistin (1993, Oslo) ve Ürdün (1994, Vâdî Araba). Mısır ve Ürdün, coğrafî ve tarihî yakınlık sebebiyle, Filistin meselesinin doğrudan tarafları. Mısır’ın bir eli Gazze’deyken, Ürdün de 1994 anlaşmasının kendisine sağladığı yetkiler çerçevesinde Kudüs ve Batı Şeria’da etkinliğini koruyor. Ürdün, Mescid-i Aksâ’nın resmî hamisi sıfatıyla, Ortadoğu’da fiziksel açıdan kapladığı minik alanla ters orantılı olarak, epey önemli bir yer işgal ediyor.
1925’te İngilizlerin desteklediği Suudilerin marifetiyle Hicaz’dan sürülüp çıkarılan ve bu yüzden büyük prestij kaybına uğrayan Hâşimîler (Şerif Hüseyin ve çocukları), 1994’te bu defa ABD marifetiyle Suudilerin karşısına terazinin diğer kefesine oturtulmuş, Harameyn’e karşılık Aksâ’nın kontrolü Ürdün’e verilerek, Ortadoğu’da dikkat çekici bir denge kurulmuştu.
Şimdi Suudi Arabistan’ın, bütün gücü, iştahı ve tesiriyle Filistin arenasına fiilen giriş yapmaya hazırlanması, sahadaki dengeleri ciddi biçimde etkileyecek gibi görünüyor. Bölgenin on yıllardır alıştığı ve adapte olduğu statükonun sarsılmasına kesin gözüyle bakılırken, yeni dönemin taşıdığı belirsizlikler aynı anda hem Mısır’ı hem Ürdün’ü hem de Filistin Yönetimi’ni düşünceye sevk ediyor. Kahire, Amman ve Râmallah koridorlarında dile getirilen ana endişeler şunlar: “Suudilerin, Filistinlilerle sıcak teması bulunmuyor, kendilerinin Filistinli nüfusu yok, konunun doğrudan muhatabı değiller. İsrail’le kurulacak temasın Filistin’de yaşanan problemlere nasıl çözümler içereceği yeterince açık değil. Ürdün’ün devre dışı bırakılması ve Kudüs’te Ürdün’ün rolünü de-facto biçimde Suudilerin devralması, Filistin kamuoyunda rahatsızlıklar doğurur…”
Mısır, ayrıca bir endişeye daha sahip: Suudiler, son yıllarda Mısır’a aktardıkları ekonomik kaynakları, kredileri ve yatırımları artık durdurdu. Tam da Alemeyn zirvesi sırasında, Lübnan gazetesi Ahbâr’a konuşan bir Suudi yetkilinin “Riyad, Kahire’nin ekonomik hatalarını düzeltmek zorunda değildir” şeklindeki sert cümlesi, iki ülke arasındaki gerilimin özeti gibiydi. Kahire kaynakları, böyle bir atmosferde Suudilerin oyuna girmesinin, Mısır’ın Filistin meselesinde oynaya geldiği geleneksel rolün altını oyacağı kanaatini taşıyor. Gazze’ye İsrail üzerinden yapılacak Suudi yatırımlarıyla Hamas’ın etkisizleştirilmesi, böylece İran’ın devreden çıkarılması, tüm bunlar olurken de Filistin iç siyasetine Suudi gölgesinin düşmesi… Bu da, Filistin Yönetimi’nin Mısır’la paylaştığı ortak bir başka kaygı.
Attığı birbirinden farklı adımlarla bütün dünyayı şaşırtmaya devam eden yeni Suudi yönetimi, Filistin cephesinde de nefeslerin tutulmasına yol açmış görünüyor velhasıl.
HABERE YORUM KAT