Sur'u Yıkanlar Yapılmasına da Karşı!
Başbakan Davutoğlu’nun çatışmalarda büyük bir yıkıma uğrayan ve on binlerce insanın göç etmek zorunda kaldığı Sur’a yaptığı ziyaret bölge halkı açısından beklentileri yükselten önemli bir ziyaret oldu. Sur halkı devletin muazzam imkânlarından kendi yaralarını sarmak için ne kadar faydalandırılacaklarını merak içinde bekliyor. Sur halkının yaralarını devletten başka bir yapının sarma imkânı da bulunmuyor zaten. Halk da bunun bilincinde olarak devletin Sur’u bir an önce ihya etmesini bekliyor.
Sur’da bozulan ekonomi sadece bu ilçeyi değil, Diyarbakır’ı hatta çevre illeri de etkilediğinden, Sur’da devletin alacağı her tedbir, gerçekleştireceği her türlü sosyal, ekonomik ve psikolojik restorasyon çalışması ve atacağı her bir adım bölgeyi yakından ilgilendiriyor.
Hal böyle olunca, Başbakan’ın Sur ziyareti bütün bölge için fazlasıyla önem arz ediyor. Başbakan’ın açıklamalarından anlıyoruz ki devlet de Sur’un bu sembolik değerinin farkında.
Bu yönüyle, hükümetin Sur politikası bölge halkı açısından bir mihenk taşı, bir turnusol kâğıdı olacak. AK Parti açısından ise, hükümetin/devletin bölgedeki geleceği, toplumsal kazanımları ve Kürtlerle ilişkisi için son derece belirleyici bir stratejik değeri haiz.
Sembolik Değeri Yüksek
Çatışmalar sonrası devletin yıkıma uğrayan ilçeleri nasıl bir şekilde ve ne kadar sürede ihya edeceğinin, bunda ne kadar samimi olduğunun ve halkın ihtiyaç ve hassasiyetlerini ne kadar dikkate alacağının ölçüsü Sur olmuş olacak. Dolayısıyla Sur, bölge halkının, PKK ve devlet arasındaki tercihi açısından olduğu kadar, AK Parti’nin bölge halkıyla son yıllarda bozulan ilişkisini yeniden tesis edebilmesi açısından da önemli belirleyicilerden biri olacak.
Davutoğlu’nun Sur ziyareti bütün bu açılardan sembolik değeri çok yüksek bir ziyaret oldu. Konuşması son derece çarpıcı ve empati yüklüydü. O oranda da sempati topladı. Özellikle Sur’a ilişkin somut çözümlere atıflar yapması, HDP’nin kafa karıştıran ve halkı tahrik eden iddialarına tatmin edici yanıtlar vermesi, yasal ve bürokratik bariyerleri aşacak şekilde hareket edileceğinin işaretlerini vermesi, mağduriyeti merkeze alan çözümler geliştirileceğini ortaya koyması bu bağlamdaki beklentileri yükseltmekle kalmadı, Sur’un sembolik değerini daha da artırmış oldu.
Selahattin Demirtaş, Sur’un yeniden inşa ve ihyasını “asimilasyon fırsatçılığı” şeklinde yaftalıyor. Üstelik seçtiği kavramlar enteresan: “Türk-Sünni kimliği ile imar anlayışı ile yaklaşırsan bunun adı bir yerde faşizmdir. Hazır Sur’u yıkmışız bunu AKP dinine biat eden hale getiririz diye düşünüyorlarsa yanılıyorlar.”.
Sur’daki yıkımın müsebbibi PKK, Sur’un yeniden inşasına da karşı. Mesela PKK yöneticilerinden Mustafa Karasu, Sur’un inşa çalışmalarına katılacak kişileri şu ifadelerle tehdit ediyor: “Sur’a giren müteahhit ve işçiler hedefimizdir. Orada çalışan Kürtler kendilerini sivil görmesinler, öyle sivil olunmaz. ‘Ben sivilim, işsiz kaldım çalışıyorum’ demek olmaz, orada çalışamazsın.”.
PKK tehdit ederken, örgüte müzahir yapılar ise Sur’un inşasına karşı karalayıcı bir kampanya yürütüyor. Bu meyanda Figen Yüksekdağ’ın; “Mesele hendek değil, yaşam alanlarının gaspıdır” iddiası tam anlamıyla ibretlik bir saptırmaca. “Yaşam alanları” dedikleri şey, örgütün çukur siyaseti sayesinde yakılmış, yıkılmış, enkaz yığını haline gelmiş, içinde hiçbir yaşam belirtisi olmayan metruk harabeler.
“Gasp” ile neyi kast ediyorlar peki? Kahir ekseriyetini Diyarbakır’ın en fakir kesiminin oluşturduğu Sur halkı, bayındır(!) ve mutlu(!) mahallelerinden zorla çıkarılıp sürgün mü ediliyor da bir gasptan bahsedilebilsin? Oysa bu çalışma ile daha iyi yaşayabilecekleri gerçek yaşam alanlarına sahip olacaklar. Tarihi Sur ilçesinin, o muazzam tarihine layık bir şekilde restore edilip bütün ülkeye kazandırılması neden gasp olsun? Eğer bir “gasıp” aranıyorsa, halkın sokaklarına hendekler kazıp, evlerine, işyerlerine, okullarına, camilerine el koyup yakıp yıkanlara bakmak gerekmez mi?
‘Acele Kobanileştirme’
“Kamulaştırma kararı adı altında Sur ilçesinin yüzde 90’ına yakını kamulaştırıldı. Siz halka sordunuz mu?” diyen Yüksekdağ’a biz bölge halkı olarak şunları sorabiliriz:
Sizler, şehirleri yıkıp harabeye çevirirken bu mazlum halka sordunuz mu? 14-15 yaşlarındaki çocukların ellerine silah verip barikatların ön saflarında ölüme gönderdiğinizde annelerine babalarına sordunuz mu? Sahi Diyarbekir’i, Mardin’i, Şırnak’ı, Hakkari’yi başımıza yıkmadan önce kime sorup da bu vicdansız kararı verdiniz? “Kime sordunuz?” diyerek “acele kamulaştırma”ya karşı çıkarken sizler “acele Kobanileştirme”yi kimlere sordunuz? Bunların hiçbirini bu halka sormadılar. Çünkü halkın ne düşündüğü umurlarında değil. Çünkü halk onlar için parti, dernek, platform adlarında kullanılan gösterişli bir maskeden başka bir şey değil!
Bütün bölge halkını heyecanlandıran Sur’un yeniden inşasını itibarsızlaştırmak, öncelikle bu halka en ufak bir sevinci bile fazla görmenin bir neticesidir. Örgüt bu halkın fakir, eğitimsiz ve çaresiz olmasını, çarpık kentlerde sınıf altı bir topluluk olarak yaşamasını istiyor. Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan hoşnutsuz kitlelerin daha kolay yönlendirildiğinin farkındalar. İstiyorlar ki gençler okumasın, işsizlik artsın ve gecekondu mahalleleri dolup taşsın. Böylece ortaya çıkan hoşnutsuzluğu ve öfkeyi istedikleri yere kanalize edebilecekler.
Tek Masum PKK!
Demirtaş, “Başbakan Sur’u kendilerinin yıktığını kabul etmeli. Hendektekiler bu yıkımı yapmadı.” dedikten sonra hükümeti savaş suçu işlemekle suçlayıp halk adına bir de özür talep etmiş. Demirtaş, daha sonra yaptığı bir başka konuşmada, “Özyönetim bizim partimizin kararı değil, o şehirlerdeki sivil halk meclislerinin kararıdır.” diyor. Bu, PKK’nın suçlarını halka yıkmaktır. Sormak gerekmez mi, özyönetim kararı aldığını söylenen bu halk ne zamandan beri evlerinde ağır otomotik silahlar, keleşler, roketatarlar, patlayıcılar, el bombaları, suikast silahları bulunduruyor? Bu halk ne zaman keskin nişancılık, EYP eğitiminden geçti? Ne vakit, suikast ve kent savaşı teknikleri, barikat ve hendek yöntemleri öğrendi?
PKK/HDP’ye göre özyönetim kararlarını halk almış, hendekleri halk kurmuş. Buna karşın hükümet de kentleri yakıp yıkmış. Dikkat edilirse bu tabloda halk var, hükümet var ama PKK yok!
Yıkmak, Yapmakla Bir mi?
Kur’an şairi Akif şöyle demişti o muazzam şiirinde: Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir / Onu en çolpa herifler de emin ol becerir. / Sade sen gösteriver ‘işte budur kubbe’ diye / İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye. / Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman / Bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan
Bütün bir bölgeyi baskıyla, terörle, hendekle, barikatla yakıp yıkarak yaşanmaz hale getiren Vandal bir örgüte en güzel cevap yıkılanları yapmak, bozulanı onarmaktır. Bölge halkını, insanları, onurlu bir yaşam sürebilecekleri bir standarda kavuşturmaktır. Mağduriyetleri, yaşanır yaşanmaz gidermek; yurtlarını, yuvalarını terk etmek zorunda kalanları bir gün bile çaresizlik içinde bırakmadan sahiplenmektir. Ve başbakanın açıkladığı master planı harfiyen ve gecikmeden uygulamaktır.
Madem yeni bir Türkiye’den, paradigmal bir değişimden bahsediliyor o halde bunların ortaya konmasının tam zamanıdır. Başbakanın açıkladığı iyilik, imar ve ıslah hareketi hantal devletin bürokratik çarklarında kuşa dönüşmemelidir. Maalesef bu ülkede düşünülen birçok güzel uygulama, bürokrasinin ellerinde hiçleşmektedir. Bu ülke için derin devlet ne kadar tehlikeli ise derin ve hantal bürokrasi de o kadar tehlikelidir. Değişim neşterinin değmesi gereken noktalardan biri de bürokrasidir. Sur’u ihya bürokrasinin surlarını aşmakla mümkün. Son cümle olarak şunu söyleyebiliriz; bölge halkıyla aradaki surları yıkmak, Diyarbakır’ın, Şırnak’ın, Hakkari’nin, Mardin’in Sur’larını ihya etmekten geçiyor.
Star
YAZIYA YORUM KAT