Suriye’nin Toprak Bütünlüğü Konusunda Kimler Mutabık?
Rusya Devlet Başkanı Putin “rekor kıracağız” diyerek şu müjdeyi veriyordu: “Türkiye’ye 6 milyon Rus turist gelecek.” Kabul edelim ki Putin’e son dönem Türkiye siyasetinde popülaritesi hızla yükselen liderlerden biri olarak hiçbir yabancı devlet adamına gösterilmediği kadar itibar gösteriliyor. Ama milyonlarla ifade edilen Rus turistler birilerinin gözünde bol döviz girdisini, birilerinin gözünde de güzel kadın sembollerini somutlaştırdığı için hipnotize olmuşçasına Türkiye ve Rusya arasında cereyan eden diğer kritik meselelere odaklanmak imkânsız hale geliyor sanki.
Geçen hafta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İdlib için öngörülen ateşkes tasarısının sadece Rusya ve Çin marifetiyle veto edilmesinin üzerinde dikkatle durmak lazım. Yanlış anlaşılmasın; Almanya, Belçika ve Kuveyt’in BMGK’ni sundukları tasarıda İdlib için özerklik, dokunulmazlık filan talep edilmiyordu. Sadece Esed rejimiyle birlikte hareket eden Rusya ve İran ordularına İdlib’teki siviller ve silahlı gruplar arasında bir ayrım yapmaları, orantılı ve ihtiyatlı olmaları tavsiye ediliyordu. Netice itibariyle sayıları dört milyona yaklaşan İdlib’deki sığınmacıların en az 2/3’si çocuk ve kadınlardan oluşuyor. Ne var ki; bizzat siviller hem de hastane, okul, mescid, fırın gibi en zaruri hayat alanlarında vuruluyordu ısrarla.
Moskova’da Dondurma, İdlib’de Bomba
Rusya ve İran, Türkiye’de turizm hacmini arttırmak için olduğu kadar mülteci hacmini arttırmak hususunda da tamamen mutabık ve son derece kararlı hareket eden müttefik iki ülke olarak karşımıza dikiliyor. Ancak Türkiye’ye gönderilmesi için planlama yapılan milyonluk turist ve mülteci kafilelerinin hesabını iyi yapmak lazım. Turistler gülüp eğlenmek, yiyip içmek, gezip dolaşmak için gelecekler ve bir miktar da döviz bırakıp kısa bir süre içinde geri dönecekler. Ancak mülteciler asla böylesine keyifli bir seyahate çıkamayacaklar elbette. İşkence ve kıyımdan, tecavüz ve katliamlardan kaçıp kurtulabilenler gözyaşları ve yokluklar içerisinde Türkiye’ye sığınabilirlerse eğer bir dizi belirsizlik içerisinde yaşamaya mahkûm olacaklar. Çünkü karın tokluğuna buldukları işten, bir parça mutlu olmalarından, eş ve çocuklarına biraz olsun huzurlu ortam hazırlamalarından rahatsız olan ırkçı-faşist çetelerin tasallutu hep üzerlerinde olacak maalesef.
Sonuncusu Ankara’da gerçekleşen toplantıdan Rusya ve İran’ın son derece mutlu ayrıldığını söyleyebiliriz ancak aynı şey Türkiye için de söylenebilir mi? Kabul edelim ki; Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğüne yönelik varılan mutabakattan ötesi hiç de Suriye halkının ve Türkiye’nin meşru taleplerine uygun işlemiyor. Çünkü Putin’in “Suriye’nin kısıtlı operasyon yapmasına destek vereceğiz” sözünün aksine bizzat Rus savaş uçaklarının İdlib’i en ağır bir biçimde bombalayıp katliamlar gerçekleştiriyor. Bu sebeple Türkiye hiç güvenmiyor olduğunu tekraren beyan ettiği Amerika’yla Ankara’daki üçlü zirvenin gerçekleştiği saatlerde bile Fırat’ın Doğusu’na yönelik askeri devriyeleri yoğunlaştırmanın hesaplarını yapıyor. Türkiye, Rusya ve İran’a ne kadar güveniyorsa Amerika’ya da o kadar güveniyor. Tersinden söyleyecek olursak Türkiye, Amerika’dan daha fazla Rusya ve İran’a güvenmiyor.
Peki, hem Rusya ve İran’la ortak zirvenin en önemli vurgusu olan “toprak bütünlüğü” ilkesi hem de Amerika’yla Fırat’ın doğusuna yönelik ortak askeri devriyelerin nihai amacı olan “güvenli bölge” planı birbiriyle çelişip çatışmıyor mu? Açık bir çelişki ve çatışma var bu iki tutumda ve uzlaştırılması mümkün gözükmüyor. Net olarak vurgulayalım: Türkiye’nin önceliği pek çok açıdan güvenli bölge stratejisi olmak durumundadır.
İki Tuzağa Birden Düşmek
Hiçbir surette İdlib’teki “terör unsurlarına karşı kara operasyonu” gerçekleştirmek gibi büyük bir cürümün ortağı olmamalıdır. PKK-PYD ile Heyeti Tahrir-i Şam dâhil hiçbir muhalif örgütü katiyetle bir tutmamalıdır. Aksine Türkiye’nin Suriye’de tutunmasının en önemli dayanakları bu silahlı muhalif unsurlardır. Suriye’yi Esed ve PKK-PYD hâkimiyetinden ibaret bir ülkeye dönüştürmek hususunda Amerika, Rusya ve İran bütün muhalif unsurlara IŞİD muamelesi yaparak ortak hareket etmektedirler. Bu sayede Suriye’nin sadece idari ve siyasi kimliğini değil demografik yapısını da değiştirerek bölge militan laik kimliklerle teçhiz ediliyor. İslami kimliğinden tamamen tecrid edilen Suriye halkı doğrudan doğruya Arap ulusçuluğu ve Kürt ulusçuluğunun tahakkümüne teslim edilmekte, Türkiye de çift yönlü kıskaca alınmaktadır.
Suriye’nin toprak bütünlüğünü garanti altına almak için Rusya ve İran hiç Fırat’ın doğusuna, Amerikan askeri üslerine yönelik hemen hiçbir askeri operasyon yapmadı, yapmıyor ve de yapmayacak. BM Genel Kurulu’na katılmak üzere New York’a giden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerikan Başkanı Trump’la nasıl bir görüşme yapacağı, süreci yönetmek üzere hangi yol haritasını izleyeceğini şimdilik bilemiyoruz. Ancak bir kez daha tekrarladığı “birlikte aynı amaca dönük hareket etmeye razı olmazsanız, biz tek başımıza askeri gücümüzle müdahalede kesin kararlıyız” cümlesinin ne zaman ve ne şekilde ete kemiğe bürüneceği ya da bürünemeyeceği Türkiye’nin bölgedeki yerini, konumunu ve itibarını belirleyecek.
Hem Rusya ve İran’ın dayattığı Esed rejimiyle hem de Amerika’nın teçhiz edip tahkim ettiği PKK-PYD garnizon devletiyle ‘komşu’ kalmaya mecbur kalacak bir Türkiye’nin kimlere, nasıl model olacağını iyice tartışmalıyız. Umarız kendilerine çok büyük hikmetler ve misyonlar isnad edilen devlet aklı ve devlet adamları “Metal Fırtına”yla, “Kurtlar Vadisi Filistin/Irak”la verilen sınırsız coşkuyu “Payitaht-Abdulhamid”le sağlama alıp “Diriliş-Ertuğrul”la şaha kaldıracaklarını düşünmüyorlardır. Dizi kültürüyle topluma kazandırılması umulan siyaset, tarih ve strateji anlayışı çok çabuk çöküyor çünkü.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT