Suriye’deki İran ve Rusya, Türkiye’deki İran ve Rusya
Türkiye’nin Suriye politikası sadece Amerika ile çelişmiyor. Her ne kadar Soçi ve Astana’da anlamsız ve pratiğe yansımayan bir çatışmasızlık mutabakatına varılmışsa da Rusya ve İran’la da ciddi çelişkiler hatta çatışmalar yaşıyor Türkiye. Ne var ki Suriye’deki PKK/PYD varlığının kontrolünü ağırlıklı olarak Amerika elinde tuttuğu için nispeten Rusya ve İran’la mutabakata daha yakın gibi bir zemin oluştuğu zehabı yaygınlaşıyor.
Cenevre görüşmelerini sonuç alınması imkânsız çirkin bir tiyatroya çevirip Türkiye’yi (Rusya ve İran’ın hegemonyasını güçlendirecek) Astana ve Soçi zirvelerine dâhil olmaya itekleyen bizzat Amerika’ydı. Türkiye-Suriye sınırını PKK/PYD garnizon devletçiğiyle kuşatma politikasını kırmak üzere zaruri olarak Rusya ve İran’la mutabakat arandı. Fakat bu mutabakat arayışını her iki devlet de güçlü bir fırsata çevirmek üzere kullanmaya girişti. Beklendiği üzere Amerika-Türkiye arasındaki gerilim ve ayrışmayı her iki ülke de çok boyutlu bir kazanıma çevirmek üzere seferber oldu.
Gerginliği Azalt, Katliamları Arttır!
Zeytin Dalı askeri harekâtına Amerika ve Avrupa’dan gelen tepkilere aşırı bir biçimde yoğunlaşınca Rusya ve İran’ın gösterdiği askeri ve diplomatik tepkileri ya görmezden geliyoruz ya da yerli yerine oturtamıyoruz. Oysa bu süreçte Rusya ve İran özellikle İdlib ve Doğu Guta’ya dönük ileri düzeyde barbarlık içeren saldırılarını daha bir yoğunlaştırdılar. Başkent Şam’ın banliyösü sayılan Doğu Guta’ya yönelik olarak Esed rejimiyle birlikte havadan ve karadan saldırılar düzenleyen Rusya ve İran sivil yerleşim birimlerini resmen yakıp yıkıyor. Klor gazı başta olmak üzere çok sayıda kimyasal saldırının düzenlendiği kayıtlara geçti.
4-5 Mayıs 2017’de Astana Zirvesi’nin en büyük kazanımlarından biri olarak gösterilen ‘gerginliği azaltma bölgesi’ kararı nerdeyse hiç devreye girmeden fiyaskoya dönüşmüş durumda. Bu bölgelerden biri de İdlip’ti. Ne var ki; Rusya bir taraftan savaş uçaklarıyla ardı arkası kesilmeyen ağır bombardımanlar düzenliyor İdlip’e, diğer taraftan da Akdeniz’de konuşlandırdığı savaş gemilerinden balistik füzelerle harabeye çevirdiği şehirleri kanla suluyor. İdlip’te sadece Ocak ayında 210’dan fazla insan hayatını kaybetti, 1.450’den fazla insan ağır bir biçimde yaralandı. Daha dün Lazkiye’deki Hımeynim üssünden havalanan Su-35 tip Rus savaş uçakları Cisr-eş Şuğur’da bir hastane ve iki okulu vurdu: 10 ölü, 15 yaralı. Daha öncekiler gibi bu katliam da ajans ve bültenlerin önemli bir kısmında haber değeri bile görmedi, ne yazık ki.
İran’ın Suriye halkına karşı estirdiği terörün Rusya’dan asla geri kalır bir tarafı olmadı şimdiye dek. Hatta Lübnan Hizbullahı ve Fatimiyyun Tugayları’yla beraber Suriye halkına karşı katliamlar tertipleyen Kudüs Orduları yetersiz kalınca General Kasım Süleymani bizzat devreye girip Putin’i ikna etmek üzere Moskova’ya bir sefer bile düzenledi. Neticede Rusya-İran ittifakı başta Halep olmak üzere PKK/PYD bölgeleri haricinde neredeyse taş üstünde taş bırakmamacasına büyük yıkımlar ve katliamlar tertipledi. İran ordusu organize ettiği Şii milislerle birlikte tıpkı Rusya gibi Suriye’ye el koymuş, işgal etmiş durumda.
Türkiye’ye Suriye’den gelen tehdit PKK/PYD ile sınırlı değil. PKK/PYD kadar hatta daha önemli tehdit hiç tartışmasız Esed rejimidir. PKK/PYD nasıl ki kendi başına bir askeri güç ve tehdit olmayıp bazen Amerika adına bazen Rusya adına fonksiyon icra eden bir yapı ise benzer bir durum çapı büyütülmüş olarak Esed rejimi için de geçerlidir. Çünkü savaşan, saldıran, katleden Esed ordusundan daha çok İran ve Rusya askeri varlığıdır.
Nafile’nin Farsça Karşılığı
Afrin’e yönelik başlatılan Zeytin Dalı harekâtı ilerledikçe ve Türkiye adına belirli başarılar kayda geçtikçe İran’ın pozisyonu sertleşen bir tepkiye dönüşüyor. Mesela nerdeyse tamamı devlet kontrolünde işleyen İran basınında önce Türkiye aleyhinde yoğun bir kara-propaganda kampanyası devreye sokuldu. Ardından İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi, Suriye’nin egemenliğinin ihlal edildiği gerekçesiyle “Türkiye derhal operasyonları durdurmalı” çağrısı yaptı. Devamında İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Zeytin Dalı’nın yakın zamanda son bulması çağrısı yaparken şu cümleyi sarf etti: “Bu operasyon nafile!” Elbette konuşmasının içerisinde “Kürt kardeşlerimiz ölüyor, Türk kardeşlerimiz ölüyor” gibi son derece müşfik gerekçeler de sıralanıyordu.
Gerilimin yükseldiği bir vasatta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Tahran’a varıp Cumhurbaşkanı Ruhani ile görüştüğü saatlerdeyse, İran devlet televizyonu IRİB’in haber sitesinde “Türkiye Ordusu Afrin’de kimyasal silah kullanıyor” dezenformasyonu devreye sokuluyordu. Suriye muhalefetini ve onları destekleyen muhalif direniş gruplarına karşı İran’ın yürüttüğü açık-örtülü savaş azalmak bir tarafa daha çok yoğunlaşıyor. Afrin’e yönelik askeri harekâtın PKK/PYD’yi zayıflatmasından hatta o bölgeden söküp atmasından Amerika kadar İran da endişe duyuyor. Fakat bir şey daha vardı bu tepkilerin arkasında: Birleşmiş Milletler Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Paulo Sergio Pinheiro, İdlib ve Doğu Guta’da klor gazının kullanılması iddialarına dair çarpıcı bilgiler ifşa ediyordu.
Deutsche Welle’de yayınlanan habere göre Almanya merkezli 100 kadar paravan şirket uzun zamandır İran ile silah ticareti yapıyordu. Üstelik bu firmaların İran’a kimyasal ve biyolojik silah teknolojisi sattığı ve İran’ın da bu silahlarla Suriye’deki sivillere saldırdığına dair raporlara atıflar yapılıyor. İran yapımı füzeler bileşenlerle teçhiz ediliyor ve Suriye halkını çocuk, kadın, yaşlı, hasta ayırmaksızın tepelerine fırlatılıyordu. Garip olan ise Türkiye’de zannedilenden daha geniş bir lobinin İran’ın işlediği işgal, katliam, yıkım, tehcir, teröre destek, despotizmi tahkim etme gibi pek çok cürmü örtmek üzere konuşlandırıldığının unutulmasıydı.
Evet, Rusya ve İran’ın bir Suriye’deki askeri varlığıyla işlediği cürümler var. Fakat bir de paralel ve eş zamanlı olarak Türkiye’deki siyasal, askeri, iktisadi, entelektüel hatta edebi sahayı ipotek altına alan örtülü operasyonları var. Oysa Amerika’nın kurduğu tuzaklar ve düşmanlıklarla mücadele etmek için Rusya ve İran’ın kurduğu tuzakları ve tırmandırdığı düşmanlıkları örmenin, mazur görmenin veya belirsiz bir vadeye ertelemenin makul bir gerekçesi olamaz.
Perinçek cuntasıyla ‘enseye tokat’ derecesinde sırnaşıp yılışan Pelikan medyası ise “Amerika’ya şok yaşatmak” adına Rusya ve İran’ın Türkiye üzerinde hegemonya kurmasının yolunu açacak söylemler geliştiriyor. Bu yol ve söylem ise Türkiye’nin önünü açıp güçlendirmek yerine bilakis daraltıp zayıflatıyor.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT