Suriye’de Uhud Günleri
Fiziksel ya da ruhsal bilinçli bir şekilde insanlara ağır acı çektirmek için kullanılan her türden edimler “işkence” olarak tanımlanmıştır. Bu edimler göz korkutmaya ve caydırmaya dönük olabileceği gibi kimi zaman intikam ya da cezalandırma kastıyla ortaya çıkabilir ve çoğu zaman bilgi toplama amacına dayanır.
Uluslararası hukukta yasak olan ve insan hakkı olarak değerlendirilen işkencenin bir tanımı şöyle yapılır: “Bir kimseye karşı, kendisinden itiraf almak veya üçüncü kişi hakkında bilgi edinmek, kendisinin veya üçüncü kişinin yaptığı veya yaptığından kuşkulanılan bir eylem nedeniyle cezalandırmak veya kendisini veya üçüncü kişiyi korkutmak veya zorlamak amacıyla veya ayrımcılığa dayanan herhangi bir sebeple, bir kamu görevlisi veya resmî sıfatla hareket eden bir başka kişi tarafından veya bu görevlinin veya kişinin teşviki veya rızası veya muvafakatiyle işlenen ve işlendiği kimseye fiziksel veya ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren herhangi bir edimdir.” (Bkz. BM İşkenceye Karşı Komite, UNCAT Sözleşmesi)
İşkence ile ilgili herhangi bir sözlükten ulaşılabilecek ve uluslararası hukukta nasıl tanımlandığına ilişkin merakımızı gidermeye dönük bu aktarımı Suriye’de yaşanan ve kimisi video kayıtlarla bizlere de ulaşan görüntüler üzerine hatırlamak istedik. Çünkü Suriye’de yaşananlar mevcut tanımların da ötesinde “işkence” olgusuna vahşet ifadesinin dahi yetersiz kaldığı yeni boyutlar ekliyor.
Korkunç bir caniliğin sergilendiği ve izleyenlerde dehşet duyguları uyandıran ve hatta psikolojik travmalara yol açan görüntüleri “savaş hali” diyerek yumuşatmak mümkün değil. “Her ne olursa olsun, savaş durumu, savaş tehdidi, iç siyasal huzursuzluk veya diğer olağanüstü hal gibi herhangi bir istisnaî durum; bir amirin veya bir kamu makamının verdiği bir emir işkenceyi haklı göstermek için ileri sürülemez.” şeklinde söz konusu sözleşmede yer alan vurgular bir yana Suriye’den yansıyan görüntülerin insanlıkla bir ilintisini kurmak mümkün değil. Örneğin işkencenin yaygın olarak kullanılmasına yol açan “bilgi toplama” gibi bir kaygı dahi görülmüyor Baasçı asker ve çetelerde. Tek amaç aşağılamak, ağır bir şekilde cezalandırmak ve son nefesini verene kadar acı içinde bağırtmak. Çocuklara yapılan işkence bunun göstergesidir. Vakıf oldukları örgütsel bilgileri itirafa zorlamak için mi çocuklara işkence yapılır?! Muhaliflerin eylem planlarını öğrenmek için mi yoksa? Küçücük bir çocuktan düşmanı çökertmeye dönük bilgi almak söz konusu olamayacağına göre Baasçı işkencecilerin psikolojik hallerini tanımlamaya yetecek bir kavram bulmanın zorluğu ortadadır. Hayvanlar âleminde dahi yaşanmayan bu vahşeti “hayvanî haz duygularının tatmini” olarak nitelemek de mümkün olmuyor.
Bu vesileyle özellikle son zamanlarda çok sayıda video kayda yansıyan “cesetlere işkence” görüntülerine dikkat çekmek istiyoruz. İnsanlıkla ilişkilendirmenin mümkün olmadığı yönünde söz ettiğimiz ruh hali özellikle burada çok daha belirgin ortaya çıkıyor. Öyle ya, ölmüş -hem de kendileri tarafından öldürülmüş- bir bedenden bilgi almak mümkün değildir. Ölü bir bedeni lime lime etseniz acı çektirmek yoluyla onu cezalandırmanız da söz konusu olamaz. Zaten siz öldürmüşsünüz; hayatına son vermişsiniz. Cahiliye dönemi müşriklerin yaptıklarını dahi aşan bu utanç verici çirkinliklerin hangi arzuların tatminine dönük olduğunu insan olanın hesaplaması mümkün olmasa gerek.
Görüntülerden birinde birçok muhalifin katledildiği görülüyor. Esed’e bağlı askerler yerde yatan çok sayıda cesede rağmen hırslarını alamamışlar ölü bedenlere saldırıyorlar. Biri belinden çıkardığı bıçağı önce ÖSO savaşçısı olduğu anlaşılan ve şehit düşmüş bir Suriyeli kardeşimizin göğsüne, karnına, kalbine defalarca saplıyor. Hırsını alamıyor, bu sefer yüzünü ve kafasını bıçakla delik deşik ediyor. Video kaydı alan bir diğer Esed askerinin yaşanan vahşeti zumladığını fark edince göstere göstere cesedin boğazını kesiyor.
Bir diğer Esed askeri elinde, az önce bir bedenden kopardığı kulağı büyük bir gururla kameraya gösteriyor. Bir başka kayıtta yine bir Esed askerinin yoğun küfürler eşliğinde bir cesetten kulağı bıçakla kesmesi görüntüleniyor. Cesetlerin tekmelenmesi, kıyafetlerinin çıkartılması, yakılması, yüzün dipçikle darbelenmesi ve Yezid’in Hz. Hüseyin’in kesilmiş başı önüne konduğunda mızrakla dudaklarına vurmasını anımsatan görüntüler ise adeta vakay-ı adiyeden…
Bu, korkunç görüntüler bütün dünyaya ulaşıyor. Tüm dünya insanlığı önünde Suriye’de tarifi imkânsız bir vahşet sergileniyor. “Uluslararası hukuk”un yasakladığı her şeyin çok daha fazlası her gün tüyleri ürperten bir boyutta sergileniyor.
Yaşanan bu görüntüler insana Uhud’da cahiliye müşriklerinin Müslüman şehitlere yaptıklarını anımsatıyor. Uhud’da ağır bir darbe alan Müslümanlar geri çekilmek zorunda kaldıklarında savaş meydanında şehit düşmüş tüm Müslümanların -Hanzala hariç- burunlarının ve kulaklarının kesildiği ve müşrik kadınların bir süre bu kesilen uzuvları boyunlarında ve bileklerinde taşıdıkları rivayet edilir. En ağır işkence de Peygamberimizin amcası Hz. Hamza’ya yapılacaktır. Ebu Süfyan’ın karısı Hind, şehit düştükten sonra Hz. Hamza’nın göğsünü yardırıp ciğerini söktürmüş ve ciğerin bir parçasını ağzında çiğnemişti. Hz. Hamza’nın burun ve kulakları da bizzat Hind tarafından kesilmişti.
Müşrik ordunun ayrılmasından sonra savaş meydanında Hz. Hamza’nın naşının başına gelen ve bedenine yapılan vahşeti gören Resulullah’ın, duyduğu acının etkisi içinde kızgınlıkla bunun aynısını 30 müşrik savaşçıya yapacağını söylediği rivayet edilmektedir. Hz. Peygamber’in, karşılaştığı tablo karşısında insani bir refleksle ortaya koymuş olabileceği bu duyguya karşılık Rabbimizin ayet indirdiği ve “Cezalandırırken haddi aşmayın!” emr-i nasihatinde bulunduğu siyer kitaplarında aktarılır.
Peki, Muhaliflerden Sadır Olan Görüntüler?
Burada muhaliflere atfedilen işkence görüntülerine de değinmek gerek. Özellikle Baas lobisinin birçoğu dezenformasyon olmakla birlikte gündeme getirdiği birkaç videoda yakalanan Esed askerleri ya da Şebbihaların kaba dayağa maruz kaldığı görülüyor. Esir alınanların infaz edildiği kimi görüntüler de sürekli muhalifler aleyhinde yürütülen kampanyalarda kullanılıyor.
Öncelikle şunu ifade etmek gerek: Masum ve savunmasız insanlara Esed güçlerince gaddarca yapılan işkenceler ve cesetlere yapılan korkunç muameleler sistematik bir hal almasına rağmen ne hikmetse muhaliflere atfedilen münferit birkaç hadise kadar gündemleşmiyor.
Belli başlı hadiseler ise masum ve savunmasız insanlar üzerinde işkence, tecavüz ve barbarca katliamın sanıkları Şebbiha çeteleri üzerinden gerçekleşmiştir ki, psikolojik şartların tam da burada geçerli olduğu söylenmelidir. Yine de muhalif yapılanmaların merkezî örgütlülüklerinin güçlü olduğu alanlarda bu tarz görüntülerin yaşanmaması, içinde bulundukları şartlara rağmen dirayetlerini koruyabildiklerinin açık bir göstergesidir. Zira propaganda malzemesi olarak kullanılan sayılabilir görüntülere oranla çok sayıda görüntü, katliamcı çetelerin ve rejim güçlerinin insani bir muameleye tabi tutulduklarını ortaya koymaktadır. Aradaki güç dengesizliğine rağmen muhalif güçler birçok yerde esirleri evlerde ya da okul gibi mekânlarda alıkoymakta, özgürleştirdikleri bölgelerde mahkemeler kurmakta, yargılamakta; Esed saflarında mecburen bulunanları -katliam suçu işlemedilerse- serbest bırakmakta; bir kısmı ise zaten direniş saflarına geçmektedir. Öbür taraftan uçakları, topları, tankları olan; birçok cezaevine sahip, ordusu ve devleti olan mekanize bir güçten bahsediyoruz. Kıyaslamada bu tür unsurları göz önünde bulundurmak gerekir. Güçlerin eşit olduğu düşünülse bile -anlaşılır arka planına rağmen- muhaliflerden sadır olan rahatsız edici görüntülerin azlığı ve aksi yönde insani muamele görüntülerinin çokluğu sevindiricidir. Baas lobisine gönüllü hizmet edenlerin öne çıkardığı sayılı kimi görüntülerin de yaşanmasına izin verilmemesi gerektiği ise ortadadır. Ancak her şeylerini kaybetmiş insanlara ilişkin beklenti içerisine girerken biraz da empati yapmak zorunludur. Peygamber bile karşılaştığı vahşet tablosu karşısında soğukkanlılığını koruyamamış ve gayet insani bir refleksle intikam duygularını açık etmiştir. Ancak vahiy kendisini teskin etmiş ve bu, Müslümanlar için bir ölçü olmuştur.
Burada sorun olan yaygın devlet terörü karşısında kimisi merkezî örgütlülükten çok uzak ve intikam amaçlı kurulmuş küçük gruplardan sadır olan az sayıda görüntünün tüm muhaliflere nispet edilerek bir halk direnişine çamur atma çirkinliğidir. Elbette muhalifler melek değildir. Kimse onların inançta ve amelde, hatasız ve günahsız mütekâmil bir mümin olmalarını beklememelidir. Ancak şeytan olduğu kesin olan Esed rejimi ve Şebbiha çeteleri karşısında yürütülen onurlu ve destansı bir mücadeleye birkaç vakaya istinaden şüphe düşürme çabasının asla iyi niyetli bir girişim olmadığı bilinmelidir, görülmelidir.
Çok daha rahatsız edici ve bir o kadar da vahim olan ise şehitlerin naaşlarına yapılan saygısızlığın İslam âleminde travmaya yol açmamasıdır. Elbette diri kardeşlerimize yapılan vahşet kitleleri ayaklandırmazken, ölülerimize yapılan çirkin saldırılar karşısında tepki beklemek anlamsız olacaktır. Ancak yaşananların ne’liğine ilişkin söz konusu görüntüler yeterince akla, kalbe ve vicdana hitap etmektedir. Bir tarafta Uhud’daki müşriklerin mirasını üstlenmiş şeytan ordusu; öbür tarafta Allah adını dillerinden düşürmeyen ve kıyam etmiş müminler var. Bu müminler canlarını Allah’a satmış adam gibi müminlerdir. Ve onların bedenine yapılan her türlü saldırganlığın acısı aynı inancı paylaşan tüm insanlarda duyulmuyorsa nasıl bir imanı amelleştirdiğimizin sorgulaması vakit kaybetmeksizin yapılmalıdır. Aksi takdirde aşağılanmayı içselleştirmiş bir toplum/ümmet olmak kaçınılmaz olacaktır.
YAZIYA YORUM KAT