Suriye’de Mısır’daki gibi bir darbe mi planlanıyor?
Dün, Suriye'de Nusayri nüfusunun yoğun olarak yaşadığı liman kentlerinde silahlı bir isyan hareketi başlatıldı. Birçok askeri nokta, hastane, devlet kurumu ve hatta elektrik idaresi çalışanlarına yönelik saldırılar gerçekleştirildi. Bu saldırılarda yaklaşık 200 civarında devlet görevlisi hayatını kaybetti, ayrıca sivillere ait yüzlerce araç ve işyeri ateşe verildi.
Lazkiye, Humus, Tartus, Ceble, Banyas ve Kardaha gibi kentlerde eş zamanlı olarak başlatılan bu isyan hareketinin, örgütlü ve koordineli bir şekilde, belirli bir merkez tarafından yönlendirildiği anlaşılmaktadır. Suriye’de bugün yaşanan kalkışma hareketi, yalnızca içerideki etnik ve mezhepsel dinamiklerin sonucu değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel güçlerin ajandaları doğrultusunda şekillenen bir proje olduğu görülmektedir.
Devrimin ilk günlerinden itibaren, İsrail'in Suriye'deki Dürzi ve Kürtler üzerinden ülkeyi istikrarsızlaştırmak istediği sır değil. Ayrıca, Esat diktatörlüğünün yıkılışını kabullenemeyen İran'ın, Şii hilalinin bir parçası olarak gördüğü Suriye'den kolayca vazgeçmeyeceği ve bölgedeki Nusayriler aracılığıyla yeni senaryolar devreye sokacağı, İranlı bazı yetkililer tarafından üstü kapalı ve tehditkar ifadelerle dile getirilmektedir. Nitekim, dün bazı Hizbullah militanlarının Lübnan'dan Humus kırsalına geçmeye çalışırken püskürtülmesi, bu silahlı kalkışmada İran'ın rolünü işaret etmektedir.
Burada şu soru akla geliyor: bölgede iki düşman olarak İran ve İsrail Suriye’de ortak çıkarlar etrafında işbirliği yapar mı?
Geçmişteki politikalarından hareketle, Irak ve Afganistan’da “büyük şeytan” dediği ABD ile yaptığı işbirliği düşünüldüğünde, İran’ın pragmatist ve ilkesiz bir politikaya kolayca angaje olabileceği, ayrıca, Suriye'de enkaza dönüştürdüğü şehirler, işlediği vahşet ve katliamlar göz önüne alındığında, ahlaki ve vicdani açıdan herhangi bir kaygı taşımadığı rahatlıkla söylenebilir.
İsrail’e gelince, aylardır Filistin'de binlerce bebek, çocuk, kadın ve sivili katledip; hastane, okul, çadır ayırmadan işlediği barbarlık belli ki hararetini dindirmeye yetmemiş. Suriye'deki Dürzi, Kürt ve Nusayrilerin haklarıyla ilgili söz söylemesi, aklımızla alay etmekten başka bir şey değildir.
Başta sorduğumuz soruya dönecek olursak; İran ve İsrail, daha dün birbirlerini haritadan silmekten bahsederken, şimdi ortak bir düşman olarak gördükleri yeni Suriye yönetimine karşı işbirliği yapar mı? Evet, bu mümkündür. Ayrıca, birbirlerini haritadan silme hikâyesine inanan kaç kişi kaldı, bunu söylemek zor.
Şunu da belirtmekte fayda var; Suriye’deki hadiselerin İran ve İsrail’in kendi aralarında paslaşarak çevirdikleri bir dümenden öte boyutları olduğunun farkında olmak gerekir. Suriye'deki mevcut durum, yalnızca İran ve İsrail çıkarlarının örtüşmesiyle ilgili değil, aynı zamanda bölgesel dengeleri değiştirebilecek daha derin stratejik oyunların etkisini hissettirdiği bir çatışma alanına dönüşebilir. Arap ülkelerinin kendi otoriter rejimlerini koruma isteği, Rusya'nın, Suriye'deki pozisyonunun zayıflamasına paralel olarak Akdeniz’deki avantajlı konumunu yitirmesi ile Batı'nın, özellikle ABD'nin, bölgedeki varlığı, Suriye üzerindeki hesapların daha karmaşık hale gelmesine neden olabilir.
Özetle, bu isyan hareketinin ardında Suriye’deki dinamiklerin tetiklediği bir iç çatışma değil, aynı zamanda bu iç çatışma senaryolarına göre ajanda oluşturan bölgesel ve küresel düzeydeki güç mücadelesinin payı daha büyüktür. Bu mücadelenin kapsamını salt Türkiye özelinde, sosyal medya hesapları üzerinden başlatılan “Suriye’de Alevi katliamı var” yaygarası üzerinden bile anlamak mümkün. Esed diktatörünün on yıllarca işlediği vahşet ve katliamları hiçbir zaman eleştirmeyen, “Suriye’den bize ne?” diyerek can havliyle ülkemize sığınan Suriyelilere karşı her türlü ırkçı ve provakatif eylemlere kalkışan Kemalist, Solcu, Siyasal Alevici, PKK’lı ve bilumum Irkçı tayfa, ağız birliği içerisinde “Suriye’de Alevi katliamına hayır” kampanyaları başlatmış.
Hatırlayınız, 2010 yılında Tunus’ta başlayan halk devrimleri, kısa sürede Libya, Mısır, Yemen ve Bahreyn gibi diğer Arap ülkelerine de yayıldı. Başlangıçta bu halk hareketlerine büyük bir sempati duyan Batı, ayaklanan bu halkın İslami bir motivasyonla hareket ettiğini gördükten sonra kukla Arap rejimleriyle birlikte karşı devrimleri destekleyerek başka diktatörler eliyle bu insanların adalet ve özgürlük arayışının önüne set çektiler.
Mesele, Şara’nın cihatçı geçmişi değil, Suriye’de devrim yapanların İslami kimliğidir. Mısır’da halkın büyük çoğunluğunun oylarıyla seçilen Muhammed Mursi’nin hiçbir zaman silahla bir ilişiği olmamıştı. Tunus’ta da halkın oylarıyla işbaşına gelen ve sahip olduğu siyasal çoğunluğa ve avantaja rağmen iktidarı diğer kesimlerle paylaşmaktan kaçınmayan Raşid el Gannuşi’nin demokrasi ve çoğulculuk konusundaki fikirleri, onu zindandan korumaya yetmedi.
Bu bağlamda, Suriye'deki mevcut kriz yalnızca bir iç kargaşa olarak değerlendirilmemelidir; aynı zamanda Ortadoğu’nun geleceği açısından kritik bir dönemeçtir. Söz konusu ülkelerin hiçbiri, bu noktadan sonra, destansı bir direnişin ve ödenen büyük bedellerin ardından, devrimin gerçek kahramanlarından, Suriye’nin yiğit evlatlarından bu devrimi çalamaz. Tarih, direnişin ve halk iradesinin, en güçlü emperyal planları boşa çıkardığının en canlı şahididir. Suriye halkı, yıllardır baskıya, zulme ve işgale karşı büyük bir mücadele veriyor. Şimdi ise hem içeriden hem de dışarıdan kurgulanan yeni bir karşı devrim dalgası ile yüz yüze geldiler.
Suriye’de olası bir kargaşa veya iç savaştan en çok etkilenecek ülkenin Türkiye olacağı açıktır. Suriye'deki 14 yıl süren iç savaş boyunca ödediği bedeller ve yaptığı fedakârlıkların ardından, İsrail gibi çapulcu güçler tarafından Suriye’de yeni bir kargaşa ve iç savaşın çıkması, şüphesiz Türkiye’yi telafisi mümkün olmayan çok daha büyük risklerle karşı karşıya getirecektir.
Suriye Devrimi’nin ilk yıllarında süreci ağırdan almak ve olayları kendi doğal akışına bırakmak, hem Türkiye’ye daha ağır bedeller ödetmiş hem de Suriye halkının daha fazla acı çekmesine yol açmıştı. Türkiye’nin aynı hatayı tekrar etme lüksü yoktur. Suriye’nin parçalanması, Türkiye’nin istikrarına doğrudan bir tehdit oluşturur. Tarih boyunca Anadolu ile Şam, Halep ve Lazkiye arasındaki bağlar sadece coğrafi değil, aynı zamanda kültürel ve stratejiktir. Bu yüzden, Türkiye’nin Suriye Devrimi’ni tüm imkânlarıyla desteklemesi bir tercih değil, bir zorunluluktur.
İran ve İsrail gibi bölgesel aktörler, Suriye’de kendi satranç tahtalarını kurarken, halkın iradesini dikkate almadan dizayn ettikleri senaryoların başarılı olacağını düşünüyor. Oysa Suriye Devrimi, siyasi hesaplarla açıklanamayacak kadar büyük bir mücadeleye, destansı bir direnişe ve ödenen büyük bedellere dayanıyor. Bu, adaletin zulme, özgürlüğün baskıya karşı zaferidir.
İlave olarak, kolayca manipüle edebileceklerini düşündükleri Dürziler, Nusayriler veya Kürtler üzerinden Suriye’de bir karşı devrim gerçekleştirmenin mümkün olmadığının onlar da çok iyi farkındadırlar. Ancak, hâlihazırda İsrail ve İran başta olmak üzere Dürziler, Kürtler ve Nusayrileri kışkırtarak Suriye’de etnik ve mezhepsel temelde bir iç savaş çıkarma senaryosu üzerinden ülkeyi istikrarsızlığa sürüklemek istedikleri açıkça görülmektedir.
Devrimin gerçek kahramanları, kendi kaderlerini başkalarının kaleminden yazılan planlara bırakmayacak kadar büyük bir mücadele verdiler. Şimdi, bu mücadeleyi tamamlamak ve onurlu bir gelecek inşa etmek için direnişi daha ileriye taşımak gibi bir sorumluluk onları bekliyor.
YAZIYA YORUM KAT