Suriye’de Medyayla Savaş
Suriye’deki savaşın önemli bir boyutunu da medya cephesi oluşturuyor.
Arap dünyasındaki dikta rejimlerine karşı halk ayaklanmalarına, bazı etkisiz komplo teorilerinden etkilenen küçük çaplı gruplar dışında halkların özgürlüğünden yana bütün kitlesel hareketlerin destek vermesine rağmen Suriye’ye gelinince kafaların karışmasının sebebi medya vasıtasıyla yürütülen savaşın etkisini göstermesiydi. Çünkü gerek Suriye’deki Baas rejimi ve gerekse başta İran olmak üzere bu rejimin arkasında duran bütün bölgesel güçler medyaya büyük çaplı yatırım yaptılar.
Zulmün kirli yüzünü örtme ihtiyacı duyan medyanın kullandığı malzemeler genellikle gerçek dışı iddialar, hayal ürünü teoriler, realiteyle ilgisi olmayan varsayımlar ve zulmün suçlularını aklama amacıyla failleri farklı göstermeye çalışan yalanlar oldu. Öyle ki Doğu Guta’da sadece Baas rejiminin elinde bulunduğu bilinen silahlarla yapılan ve zulüm rejiminden kaçmış savunmasız kitlelerin hedef alındığı bir katliamda bile zalim Beşşar’ın suçunu örtmek için bu katliamı, uluslararası güçlerin olaylara müdahalesini sağlamak amacıyla muhaliflerin yapmış olabileceğini ileri sürerek, herhangi bir bilgiye değil tamamen varsayıma dayalı ve realiteyle de asla uyuşmayan bir komplo teorisini piyasaya sürebilecek kadar arsızlaşabildiler.
Ama zulmün gerçek yüzünü ortaya çıkarma konusunda samimiyetle çalışan medya mensuplarının yalana ihtiyacı olmadığından onlar için önemli olan doğruların gün yüzüne çıkarılması ve kamuoyunun dikkatine sunulmasıydı. Çünkü doğrular onların işlerini görüyordu, yalana zaten ihtiyaçları yoktu. Önemli olan da işte bu doğruların bilinmesiydi.
O yüzden korkunç katliamlarla savaşı sürdürmekte ısrarlı olan Baas rejimi ve onun arkasında duran güçler bir yandan kamuoyunu yanıltma amacıyla yalan üretme mekanizması olarak çalışmaları üzere birtakım medya organlarını ve mensuplarını finanse ederken bir yandan da kendi zulüm uygulamalarını, yıkımlarını ve katliamlarını kamuoyunun dikkatine sunmaya çalışan medya mensuplarıyla da savaş halinde oldular. Bundan dolayı Suriye, savaş muhabirlerinin en zor çalıştığı alan oldu. Çok sayıda medya mensubu kaçırıldı. Bazıları işkenceyle veya karanlık birtakım cinayetlerle tasfiye edildi. Bazıları aleyhlerine çalışmamak üzere kesin söz vermeleri için baskılara, şiddete maruz bırakıldı ve tehdit edildi. Bazılarının durumu hâlâ meçhul.
Zulümde Baas rejiminin farklı bir versiyonu olarak ortaya çıkan ama insanlık dışı uygulamalarıyla, katliamlarıyla ve cinayetleriyle aynı zamanda “İslâm Devleti” ve “hilafet” kimliğini kullanarak onun imajını yıpratmaya çalıştığı için Baas’tan daha tehlikeli ve onun verdiğinden daha fazla zarar veren bir örgütün de medyayla savaş halinde olduğu görülüyor. Fakat ilginç olan, onun medyayla savaştaki stratejisinin Baas’ın stratejisinden çok farklı olması.
Baas rejimi medyayla savaşını, zulmünü kamufle etmek, yaptığı katliamların, cinayetlerin ortaya çıkmasını önlemek, işlediği suçların kendi üzerine değil de karşıtlarının üzerine atılmasını sağlamak amacıyla sürdürüyordu. Normalde ilan ettiği korku devletine verdiği isimden dolayı artık kendini “İslâm Devleti” olarak tanımlasa da dünya kamuoyunda hâlâ IŞİD olarak tanınan örgüt ise esir ettiği medya mensuplarını ölüme mahkûm ediyor, sonra da kameraların karşısına geçip kafalarının kesilmesinin görüntülerini aldırıyor ve “biz buyuz; kurduğumuz ‘İslâm Devleti (!)’ de böyle bir devlettir” mesajı vermek için dünya kamuoyuna propaganda malzemesi olarak dağıtıyor.
Aynı manzaraların, Irak’ta ABD işgaline karşı verilen özgürlük mücadelesinin bitirilmesi amacıyla yine aynı zihniyetin birinci halkasını oluşturan Irak İslâm Devleti adlı örgütün elemanları tarafından oluşturulduğunu, Irak direnişini de işgal güçleri ve onlarla işbirliği içindeki yerli unsurlardan ziyade bu manzaraların bitirdiğini burada bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum.
Cezayir’deki cuntaya karşı verilen özgürlük mücadelesini de GIA adlı örgütün piyasaya sürdüğü benzer manzaralar bitirmişti.
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT