Suriye’de Her Gün ‘1 Mayıs’; Gör(e)müyor musunuz?
Onların Kemalistlerle, darbeci çetelerle olan gönüllü ve sivil(!) işbirliğinin bahanesi dün RP idi, bugünse AKP.
Bahadır KURBANOĞLU; 1 Mayıs’ı değerlendirdi:
Onurlu ve Tutarlı 1 Mayıs İklimi İçin
1 Mayıs, sol-sosyalist geleneğin vazgeçilmezi. Bu geleneğin “Biz hala buradayız, ayaktayız, hayattayız, taleplerimiz var!” düsturlarının devam ettiğinin en önemli göstergelerinden biri. Meydanlara çıkanların devrimci sayıldığı, işçiden-emekçiden, haktan-adaletten yana sayıldığı bir propaganda imkânı. İlaveten, mümkünse kendilerinden başka kimlik sahiplerini o alanlarda görmek istemediklerini ama çıkmayanların da ideolojik saiklerle örselendiği, ötelendiği hatta yaftalandığı bir gelenek.
Her ‘1 Mayıs’ta bunları hatırlar ve bir parça içim burkulur. “Biz neden yokuz?” diye. “Yoksa biz işçiden, işsizden, emekçiden, yoksuldan yana değil miyiz ki, bu meydanlarda bize yer yokmuş gibi davranıyoruz?” kabilinden. “Binlerle ifade edilen sol- sosyalist kitlenin arasında birkaç yüz kişilik bir kontenjanımız olsa fena mı olur? Neyimiz eksilir? Üstelik İmam Humeyni’nin de ihya etmeye çalıştığı anlamlı, evrensel bir gün değil midir 1 Mayıs?” O halde?!
Sonra 28 Şubat’taki ‘1 Mayıs’ gelir aklıma ve her 28 Şubat yıldönümlerindeki tekrarlar. TİSK, TESK, TOBB, Türk-İş ve DİSK gelir. Kendisini bunlardan ayrı yere koymaya çalışan KESK’in, bugünlerde “Bize iftira atmayın biz darbeye karşı durduk” derken, o dönemde yayınladığı “Ne Şeriat Ne Darbe!” içerikli bildirisi ve "ortada ne gerçek anlamda bir darbe ne de mağduriyet vardı" sözleri gelir aklıma. Generallerden çok, ‘gericilik’ ve ‘irtica’ya karşı nasıl da ‘durumdan vazife çıkardıkları’. Yüz binlerce mağduru olan başörtüsü yasağı ve tartışmalarının sendikal mücadelenin üzerini örtmek amacıyla yapıldığına dair deklare edilen ortak açıklamaları düşer hatrıma. Bir de, 12 Eylül anmalarından sıra 28 Şubat’a geldiğinde, lafı eveleyip geveleyip “Ama gericilikle mücadele edilmesin mi?” gibi manidar sorular.
Hafıza bu ya, 28 Şubat MGK toplantısının hemen arifesinde, daha önce hiçbir şekilde bir araya gelmemiş Türk-İş Başkanı Bayram Meral, DİSK Başkanı Rıdvan Budak ve TESK Genel Başkanı Derviş Günday'ın -güya kendilerine karşı mücadele ettikleri sermayenin sözcüsü- TİSK başkanı Refik Baydur’un dizinin dibine oturup da "laik, demokratik bir cumhuriyet için” TSK’daki ‘üst düzey bir komutan’ın tavsiyesiyle oluşturdukları birliktelik hiç çıkmaz aklımdan. Genelkurmay’ın bu organizasyonu hükümete; "Tankları görmüyorsunuz, bari sivil toplumun tepkisini görün" demek için oluşturduğu çıplak gerçekliği de.
Sonra, post-modern darbeci askerlerin Refah-Yol Hükümeti’nin uygulamalarından duyduğu aşırı rahatsızlığı sivil toplum örgütlerine aktarmak için Ankara Ticaret Odası'nda (ATO) yaptığı gizli toplantı düşer hafızama. Ve 28 Şubat'tan sadece birkaç gün önce Türk-İş, DİSK ve TESK'in başkanlarının dayanışma kararı.
TESK Başkanı Derviş Günday'ın açıklamasını hatırlarım: "Rejim konusunda her şeyi göze aldık. Refah Partisi artık fanatik tabanını dizginleyemiyor. İş zıvanadan çıkmak üzere."
15 Şubat 1997'de yapılan "Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü"ne Türk-İş’in verdiği destek hiç aklımdan çıkmaz. Dönemin Türk-İş Başkanı Bayram Meral’in, "Türkiye ne İran, ne de Afganistan gibi yönetimlere layıktır. Türkiye laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir, Türk-İş de bunun yanındadır" demesi de. Hele Türk-İş eski Genel Eğitim Sekreteri Şemsi Denizer’in, "Darbe gerekiyorsa destekleriz" diyebildiği günleri hatırladıkça, neleri geride bıraktığımızı düşünür, Allah’a hamdederim.
Sonra, 28 Şubat soruşturmasının 2. dalga operasyonunda gözaltına alınan emekli Tümgeneral Erol Özkasnak’ın, 5’li Çeteyi kastederek; "Sivil toplum örgütlerini teşvik ettik. Böylece işler yoluna girdi" sözü düşer aklıma. Ve hepsiyle birlikte anti-emperyalistlikte herkesle yarıştırılan dönemin TSK’sının “28 Şubat'ı NATO'nun yıkılan Varşova Paktı'nı tek bir mermi bile atmadan teslim almasına benzetmesi”.
KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu), TDB (Türk Diş Hekimleri Birliği), TEB (Türk Eczacılar Birliği), TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği), TTB (Türk Tabipler Birliği)’nin ortak yayınladıkları bildiride “yükselen irtica tehlikesi”ne nasıl da atıflar yaptıkları; boş demokrasi nutukları atmalarına rağmen, Müslüman halkın yaşadığı acılardan bir tekine bile değinmeden nasıl da halkçılığa soyundukları; “Şeriat ve Darbe madalyonun iki yüzüdür!” tarihi tespitini bugün bile kendilerine nasıl da kalkan yapmaya çalıştıkları gelir.
Yazının Devamı İçin Tıklayınız…
HABERE YORUM KAT