Suriye Üzerinden ‘İran-Türkiye Zıtlaşması’ Tırmanırken...
Erdoğan hakkında yıllardır, ‘Türkiye’nin İslamgera (İslamî eğilimli, İslâmcı) başbakanı’ nitelemesi yapılırken, şu son aylarda, artık, koro halinde, ‘be-ıstılah -sözde- İslamgera’ nitelemesi yapılması ilginç..
Selahaddin E. Çakırgil
Suriye üzerinden ‘İran-Türkiye zıdlaşması’ tırmanırken..
Suriye Buhranı, nicelerimiz için, herkesin kendi cebhesinden bir turnusol kağıdı rolü de ifâ etti ve etmekte..
Acı olan şu ki, düne kadar bir çok insanî- İslamî etkinlikte bir arada olan insanlar birbirine selâm vermez hale geldiler.. Gerçi, Suriye’de 50 yıllık bir diktatörlük rejiminin eliyle ya da zorbalıkla da olsa artık hükûmet edemez hale gelmesiyle, kadın-çoluk-çocuk, yaşlı savunmasız siviller demeden onbinlerce insan öldürülür ve başta güzelim Haleb başta olmak üzere hemen bütün Suriye şehirleri top, tank ve hava bombardımanlarıyla harabeye döndürülürken.. Bütün bu durumda izahı zor bir duygusal bağlılık veya bir basiret bağlanışı ile, o diktatörlük rejiminin yanında yer alanlardan bazılarının, insan hakları alanındaki başka çaba ve etkinliklerde, Suriye konusunda zıd düştüğü insanlarla birlikte imza kampanyalarına da katıldıkları görülüyor.. Kimse de, ‘Arkadaş, sen önce, zâlimleri alkışlayan ve mazlumların kanının bulaştığı ellerini yıka da öyle gel!’ demiyor.. Bu da, oldukça acı veren ironik bir durum..
Suriye’de siyonist İsrail karşısında varolduğu sanılan Direniş Cebhesi’nin zayıflatılmaması adına, böyle bir çıkmaz’a sürüklenenlerimiz yüzünden, kendi içimizdeki cebheyi darmadağın ettik..
Hangi Direniş?
Bu Direniş Cebhesi’nin beyni sanılar rejimin, kendi halkına karşı sergilediği zorbalık ve de direnişin yüzde birini bile, kendisinin su ve buğday deposu olarak bilinen Golan Tepeleri bölgesini 45 yıldır işgalinde tutan siyonist İsrail rejimine karşı göstermediği bilinmiyor mu?
Ayrıca, direnilecek, dayanılacak güçlü bir halk mı kaldı ki, geride.. Herşeyi yakıp yıkmadı mı, bu diktatörlük rejimi..
Bu facialı durum, Suriye’de yaşanandan daha az üzüntü verici değildir..
Belki diyeceklerdir ki, ‘Geliniz bizim safımıza, mes’ele bitsin..’
Kimileri daha da ileri giderek, ‘Suriye’de zafer’i Beşşar Esed kazanınca, avucunuzu yalayacaksınız..’ diyecekler.. (Nitekim, dostların verdiği habere göre, bu gibi arkadaşlardan bazılarına aid facebook’larda, fakir’in adı verilerek, Suriye Buhranı konusunda kendilerine aykırı bir çizgi izlediğim için, sonunda hayal kırıklığı yaşayacağım filan yazılmış! Elhamdulillah ki, kazanç veya kaybı, dünyevî ölçülerle değil; kaybetmiş olsal bile, sadece ve sadece haklı olabilmek noktasındaki aslî ölçülerimize göre değerlendirenlenlerdeniz..)
*
Mes’ele filanın veya falanın gitmesi veya kalması da değil!
Bazıları da, ‘Bakınız biz, Suriye’den filan ülke elini çeksin, diyoruz; ama, siz de, filanlar da çeksin diyebilecek misiniz?’ gibi görüşleri yazabiliyorlar.. Sanki, onun veya başkalarının birileri çekilsin veya çekilmesin demesiyle, bu gelişmelerin istikametinde bir değişiklik olacakmış gibi..
Bizim mes’elemiz, böylesine bir diktatörlüğe karşı çıkanlar kim olursa olsun, ona en azından psikolojik destek çıkmaktır.. Bir diktatörlük rejiminin kanlı geçmişini bugün kat kat üstüne çıkaran bu günkü tablo karşısında, hangi niyetle olursa olsun ayaklanmış bir halka destek olamasak da, bari, köstek olmamaktır..
Çünkü, ortada, tıpkı Saddam Irakı döneminde olduğu gibi, Suriye’de de yarım yüzyıldır, korkunç bir ölüm mekanizması kurmuş Baas rejimi ve Esed Khanedanı diktatörlüğü bulunuyor.. Böyle bir zulüm mekanizmasına karşı hangi niyetle olsun direnmeye çalışıyorlar.. Bu diktatörlüğe karşı mücadele verenlerin, farz-ı muhal hiç bir ideolojileri olmadığı düşünülse bile, hiç değilse, hür insan olmanın taşıması gereken bir hassasiyetle canlarını ortaya koyuyorlar..
33 sene öncelerde, Şah’a ve Şehinşahlık rejimine karşı 100 bini aşkın kurban vererek direnen İran halkının o müthiş direnişi sırasında, Şah Pehlevî bile, Beşşar Esed’in yaptığını yapamamış, şehirleri bombardıman edememişti.. Ve, silahsız olarak direnen milyonluk kitlelerden ayrı olarak, silahlı mücadele veren çoğu marksist bazı gruplar da vardı.. Ama, o zaman, bazıları, ‘Komünistlerin gelmesi ihtimali var.. Onlar geleceğine Şah kalsın..’ derken, bir avuç genç müslüman, çıkardıkları dergilerde, böyle maslahat ve menfaat hesabları yapmanın zulüm olduğunu düşünüp, bir diktatörlüğe, tâgût düzenine karşı çıkan bir halkın yanında yer almamayı İslamî hakk anlayışıyla bağdaştıramıyor ve kendi çaplarında, mazlumların yanında yer alıyorlardı.. (Merhûm) İmam Khomeynî de, o zaman, hattâ İslamî hedefleri olmayan kimselerin bile, en azından, insan olmanın gerektirdiği şekilde, hürr insanlar olarak hareket etmelerini istemiyor muydu?
HABERE YORUM KAT