Suriye politikası
"Komşularla sıfır ihtilaf" parametresinin yanlış yürütüldüğü trajik örnek Suriye'dir.
Maalesef çok iyi başlayan ilişkiler çökmüş bulunuyor. İki ülke birkaç ay içinde birbirlerine kendi topraklarında ciddi zararlar veren iki düşman haline geldi. Hükümet kanadının bize gösterdiği iki gerekçe var: Biri "Esed reform yapmadı, bizi dinlemedi". Diğeri, "Baas rejiminin katliamlarına seyirci kalamayız."
Esed diyor ki: "Siz 30 yılda zar zor değiştiniz, benden üç ayda devrim niteliğinde değişim istiyorsunuz. Reform yapma sürecinde Türkiye'yi örnek almak istiyorum, ama biz yardım beklerken karşıma tehditle çıkıyorlar."
Suriye muhalefetinin katledilmesine gelince. Tabii ki yüreğimiz yanıyor, ama Türkiye'nin sırf bu sebeple harekete geçtiği biraz kuşkulu. 2003'ten beri Irak'ta yüz binlerce Müslüman katledildi, hem de Adana'dan kalkan Amerikan uçaklarının attığı bombalarla, sesimiz çıkmadı. Bahreyn ve Yemen'de de aynı acımasızlıkta muhalifler öldürülüyor, sesimiz çıkmıyor.
Şu suali sormaya değer: Türkiye, farklı hareket 'edebilse' idi, ilişkiler bu noktaya gelmeyebilir, Beşşar Esed yönetimi bu kadar acımasızlaşmaz ve muhalefet yine 1982'lerdeki gibi silahlı mücadeleye avdet etmeyebilir miydi? Belirtmek gerekir ki, Müslüman Kardeşler ana gövdeleri itibarıyla hâlâ kendilerini silahlı mücadeleden uzak tutmak için azami gayret gösteriyorlar.
Türkiye "sakin güç, yumuşak güç" sıfatıyla konuşarak, ticaret yaparak, ağabeylik taslamadan yol göstererek, muhalefetin demokratik örgütlenmesini kolaylaştırıcı teşviklerde bulunarak zaten Baas rejiminin içten içe değişimini sağlıyordu. En üst kademeden en alttaki tabakalara kadar herkes Türkiye'ye bakıyordu. Gidiş gelişler hızlanmıştı; krizin sürdüğü dünyada sınır illerimizde büyük canlanma yaşanıyordu, sınırlar neredeyse anlamsızlaşıyordu, ortak bakanlar kurulu oluşturuluyordu.
Dahası Kürt sorununun çözümünün en etkili yollarından biri, Suriye ile -ve elbette Irak, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ve İran'la- ilişkilerin kardeşçe yürütülmesinden geçer. Suriye ile ilişkilerimiz bizim yüz senedir takip ettiğimiz "temkin yöntemi"ne göre sürseydi bizim ciddi bir iç meselemiz olan "Sünni-Alevi konusu" da rahatlardı. Ancak "Türkiye-Suriye-İran ilişkisi"ni istemeyen ABD çizgisinde hareket ederek sakin güç misyonumuzu bırakıp şahin güç moduna geçtik. Esed kendisiyle görüşen Faruk Loğoğlu'na diyor ki: "Türkiye'den gelenler Obama'nın sözcüsü gibi davranıyor. 'Obama şöyle istiyor, böyle istiyor' diye geliyorlar bana. Oysaki, ABD'nin Şam'da büyükelçisi var, gelip söylüyor zaten bize. Türk kardeşlerimizin aynı sözleri tekrarlaması bizi üzüyor."
Baas rejimi acımasızdır, diktatörlüğe dayanır. Eninde sonunda değişecek, yerini halkın iradesine dayalı bir yönetime bırakacaktır. Bu kaçınılmazdır. Bu rejimin devam etmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Giderek değişmekteydi. Benim görüştüğüm Müslüman Kardeşler'den aklı başında aydınlar Beşşar ile Hafız Esed dönemleri arasında bariz farklar olduğunu, sürecin halkı yönetime katmadan, özgürlüklerin genişletilmesinden yana işlediğini söylüyorlardı. Onları kaygılandıran şey, bu kendi tabii mecrasında işleyen sürecin "dışarıdan" veya "derin Suriye" güçlerince sabote edilmesiydi. Türkiye onlar için örnekti. Çünkü Türkiye'yi demokratikleştiren, sivilleştiren ve ekonomik performansa geçiren laiklik veya Kemalizm değil, yeni Türkiye'yi inşa eden Müslüman cemaatler, İslami siyasi oluşumlar ve entelektüelleridir. Bu çabada demokrat sol ve liberal aydınların payını unutmuyorum. Ama asıl gövde her zaman şiddetten, terörden, silahlı mücadeleden uzak kaldı, temkin yolunu seçti ve Türkiye sonunda "kansız-kavgasız bir değişim modeli" ortaya çıkardı.
Pekiyi Suriye'de ne oldu da muhalefet silahlı mücadeleye sarıldı? Bu olayda Batı'nın, tabii ki ABD'nin belirleyici etkisi var. ABD, Türkiye-Suriye-İran işbirliğine son vermek istedi.
Eninde sonunda Baas rejimi sona erecektir. İçimizi yakan yegâne şey, masum insanların öldürülmesi; bizi kaygılandıran şey ise birilerinin Türkiye'yi Suriye'ye askeri müdahaleye sürüklemek istemesidir.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT