Suriye İntifadası 4. Yılında
Geriye baktığında Kamboçya’yı, Raunda’yı, Bosna’yı utançla hatırlayan, hatırlamak zorunda kalan dünyanın yarınlarda Suriye’yi de aynı utanç duygusuyla hatırlayacağı kesin görünüyor. Tüm yeryüzü vahşi bir diktatörlük rejiminin bir ülkeyi sistematik bir biçimde imha edişini boş gözler ve sözlerle seyrediyor. Suriye her geçen gün biraz daha insanlık adına bir ayıba dönüşüyor. Ve tüm bu zulüm ve pejmürdeliğe karşın Suriye halkı tam 3 yıldır direniyor.
Baas rejiminin acımasız bombardımanına paralel bir tarzda birileri Suriye halkı ve dostlarından hesap sormaya kalkıyor ve “hani üç ayda devirecektiniz, neden isyan ettiniz” diyor! Bu soru çok çarpık bir zihniyetin ürünüdür. Beşşar zalimini meşrulaştırmaya, haklılaştırmaya matuf bir yaklaşımın ürünüdür. Oysa arkasına büyük güçleri almış; mezhepçi temelde orduyu ve istihbaratı organize etmiş; yakarak, yıkarak, katlederek ayakta durmaya çalışan bir rejim var ortada. Tam burada düşünmek gerekmez mi, acaba bu rejimin henüz devrilmemiş olması Suriye halkının zaafı ya da suçu mudur?
Bu mantığın sahipleri acaba Kerbela’da direnen Hz. Hüseyin’i mi suçluyorlar, Yezid’e biat etmesini mi öneriyorlar? Mısır halkı da sonuçta rejimi deviremedi, aynı mantıkla Mısırlıları da suçlayacak mıyız? Direniş zararlıdır mı diyeceğiz? Ukrayna’da yaklaşık yüz kişi ölünce uluslararası tepkiler karşısında rejim çöktü. Yukarıdaki mantığa göre Ukrayna halkı, on binlerce şehit veren Suriye halkından daha güçlü iradeye mi sahip oluyor?
Doğru soru şu olmalı bunca imkânsızlığa, ödenen bedellerin ağırlığına rağmen bu halk nasıl direniyor? Hiç şüphesiz Suriye halkı bugüne kadar eğer yenilgiyi kabul edip geri çekilmiş olsaydı dahi yine kınanamazdı. Ama ne enteresandır ki, izzetle direnenleri, dimdik duranları birileri çıkıp kınayabiliyor?
Yine düşünmek lazım değil mi? Katliamda sınır tanımayarak ayakta durmaya çalışan bir vahşi rejimin geleceği olabilir mi? Tam 50 yıldır acımasız bir dikta rejimi bunca baskıya, katliama, yıkıma rağmen bu halkı sindirememiş olması bu rejimin bittiğinin en büyük delili olarak görülmelidir.
Suriye bazılarının iddia ettiği gibi tavır belirleyebilmek için hiç de karmaşık bir mesele değildir. Eğer insansak, zalimle mazlum arasında tarafsız olmamalıyız. Kanlı bir saltanat rejimine karşı özgürlük ve adalet talep eden insanlardan yana tavır almalıyız. Müslümansak zaten zulme ve tuğyana kıyam edip izzetle direnenlerle saf tutmak akidemizin gereğidir.
Kıyamın bedelini Suriye halkı ödüyor ama birileri münafıkça bir tutum içinde. Allah için canlarından geçen kardeşlerinin eylemlerini değersizleştirme çabasında adeta. Al-i İmran Suresi 156. Ayeti hatırlayalım. Rabbimiz cihad edenleri kınayanları şöyle kınıyor: “Ey iman edenler! Sizler sefere veya savaşa çıkan kardeşleri için ‘yanımızda kalsalardı ölmez ve öldürülmezlerdi’ diyen kâfirler gibi olmayın! Allah bunu onların kalplerine bir hasret olarak koydu. Allah yaşatır ve öldürür. Allah yaptıklarınızı görmektedir.”
İki husus netlik kazanmalı: Öncelikle her şeye rağmen, direnişin sürmesi başlı başına bir kazanımdır. Ümmet açısından ders çıkarmayı ve iftihar etmeyi gerektiren bir vesile olmuştur. Dolayısıyla rejimin düşüp düşmediğine değil, direnişin sürdürebilmesine odaklanmak gerekir.
İkinci olarak da eğer bir beldede Müslümanlar kıyam etmişse artık “zamanı mıydı”, “aceleye gelmedi mi”, “keşke…” türünden vesveselerle değil, kardeşlerimize nasıl destek olabileceğimiz üzerinde yoğunlaşmalı, yani İslami sorumluluğumuzla meşgul olmalıyız.
Ne yazık ki, başından itibaren birileri bu kıyama hüsnü niyetle ve salim bir ruh haliyle yaklaşamadı. Kadiri Mutlak olanın sadece Rabbimiz olduğu hakikatini unutarak adeta “büyük güçler” kuruntularından kurtulamadılar ve evhamlarıyla akidelerini zaafa uğrattılar.
Bazıları da Allah’a ve Resulüne bağlılık yerine mezhebine, devletine, cemaatine bağlılığı öne çıkarttıkları için Ümmete ihanet konumuna geldiler ve ortaya son derece ibretlik bir tablo çıktı!
“Ümmet bölündü” diyorlar hayır bölünmedi netleşti, ayrıştı, pis olan temiz olandan ayrıldı. Afganistan ve Irak’ta işlenen suçları, işbirlikçiliği görmüş ama geçiştirmiştik, çok üzerinde durmazsak zaman içinde hatalardan vazgeçilebileceğini düşünmüştük. Ne var ki, artık mızrak çuvalı deldi, gerçek ayan beyan ortaya çıktı. Ve yanlış adımlar atarak doğru menzile varılamayacağı bir kere daha görüldü. Ölçüsüzlüğün ne büyük felaket olduğu anlaşıldı.
Bir kere daha altını çizelim ki, Suriye bugün sadece Suriyeliler için değil, tüm Ümmet için çetin bir imtihan alanıdır. On yıllardır üzerlerine zillet ve meskenet örtüsü örtülmüş kardeşlerimiz Rabbimizin lütfuyla ayağa kalkmış ve zulme isyan bayrağı açmışlardır. Ödenen bedeller elbette ağır olmuştur. Ve daha ne kadar bedel ödeneceği de belli değildir. Ama Müminler izzet sahibidirler. Bin bir zorlukla da dolu olsa Rablerinin belirlediği istikamette, erdemli, onurlu bir hayatı tercih etmişlerdir.
Suriyeli kardeşlerimiz ilk günden itibaren meydanlarda “Menna ğayrek ya Allah” haykırışlarıyla nasıl bir zorlukla kuşatılmış bulunduklarının bilincinde olduklarını ve aynı zamanda da sadece Allah’tan yardım beklediklerini en özlü biçimde ifade etmişlerdir. Korkması gerekenler Rablerine dayananlar değil, Rablerine teslim olmuş Müminlere gerektiği biçimde sahip çıkmayan, kardeşlik vazifesini yerine getirmeyenlerdir. İnanıyoruz ki, O’na dayanan, sabırla namazla yardım dileyenlere asla yenilgi yoktur. Ve şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir!*
------
* 16 Mart 2014 tarihinde Suriye İntifadasının 4. Yılına girmesi vesilesiyle Başakşehir M. Emin Saraç Kültür Merkezinde yapılan konuşmanın metnidir.
YAZIYA YORUM KAT