Suriye: İnsanlığın çöktüğü yer
CHP sözcüleri ve başkaları özetle şunu savunuyorlar: “Suriye’deki iç savaş diktatörlükle demokrasi mücadelesi veren halk arasında değil, azınlıktaki Nusayrilerle çoğunluktaki Sünniler arasında mezhep savaşı, laik rejimle İslamcı radikaller (El Kaide) arasında iktidar mücadelesidir.
Ankara’nın bu savaşta tarafsız kalması gerekir…” Bu görüşün ardındaki mantığı anlamakta hiç güçlük çekmiyorum. Bu mantık özünde, “Laik olsun da, isterse diktatörlük olsun!” mantığının; Türkiye’de tek–parti dönemine özlem duyanların, askeri vesayete alkış tutanların mantığıdır.
Bakın Suriye’nin ve Arap âleminin hem liberal, hem de laik bir numaralı düşünürü Sadık Celal el-Azm, ülkesindeki mücadele hakkında ne diyor: “Bütün Şam, Suriye’yi askerler ve iş adamlarından oluşan bir kliğin yönettiğini biliyor. Bu kliğin bir kanadında, hepsi Nusayrilerin egemenliği altındaki ordu, parti, güvenlik örgütleri, kamu sektörü ve devlet organları var. Kliğin öteki kanadında ise, hepsi Sünnilerin egemenliği altında olan siviller, kentliler, işadamları, özel sektör var. Kliğin başındakiler, yıllar içinde bir ortaklık bilinci geliştirmiş olan, kibirli, topluma tepeden bakan ve yoz bir çete. Gündüzleri ülkeyi birlikte idare ediyor; geceleri çocuklarını birbirleriyle evlendiriyor, aralarında anlaşmalar yapıyor, aynı restoranlarda ve gece kulüplerinde buluşuyor, birlikte eğleniyorlar… Bu kleptokratik (yani hırsızlardan oluşan) yönetici sınıf, Hindistan anlamında bir kasttır ve kimseye hesap vermez. Bu kast, halk devrimi ve kitle intifadası karşısında birbirine sıkı sıkıya sarılmış durumda…” (Prince Claus Fund Gallery, Amsterdam, 7 Eylül 2012.)
Suriye’de söz konusu olan mezhep savaşı değil, on yıllardır zulüm gören halkın diktatörlüğe karşı ayaklanması. Muhaliflerin arasında radikal İslamcıların da yer alması, diktatörlüğü meşru kılmaz. Radikal İslamcılar Irak’ta da marjinaldi, Mali’de de, Suriye’de de marjinaldir; ülkenin geleceğine hakim olmaları söz konusu değildir. Ankara’nın Suriye’de tarafsız kalması düşünülemezdi; hem insani değerler, hem de ulusal çıkarlar gereği, halkın yanında yer aldı. Tek başına müdahalede bulunması da düşünülemezdi, ama Esad’ın zulmünden kaçanlara kapılarını cömertçe açtı; mümkün olan her yoldan halka destek verdi; Esad’ın kışkırtmalarına kapılmadan, durduğu yerde durmayı sürdürüyor. Bu politikanın ayrıntıları eleştirilebilir, ama esası doğru ve haklıdır.
Dünya, Suriye’de çok kötü bir sınav veriyor. İki yılda yaklaşık 70 bin yurttaşının ölümünden, 700 bin yurttaşının komşulara sığınmasından, bir milyondan fazlasının ülkenin başka yerlerine göçmek zorunda kalmasından sorumlu olan diktatörlük, bir yandan Rusya ve Çin’deki otoriter rejimlerin sağladığı diplomatik destek, öte yandan Rusya, İran ve Hizbullah’ın sağladığı silah, savaşçı ve mali yardımlarla ayakta kalmaya devam ediyor.
Bakın hem Nusayri, hem de muhalif yazar Samar Yazbek ne diyor: BM hâlâ Esad rejimini meşru sayıyor. Bu, insanlığın çöküşünün zirve noktasıdır! Halka insani yardım, muhaliflere mühimmat istiyoruz. Katliamların durdurulması için dünyanın yapması gereken bu. Aksi halde dünya Suriye’deki kanın akıtılmasına ortak olur. (Hürriyet, 10 Şubat)
New York Times yazarı Roger Cohen geçenlerde “Suriye’ye müdahale edin” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Siyasi uzlaşmaya fırsat vermek, Esad’a ülkeyi terkten başka seçenek bırakmamak için, Suriye’deki kuvvet dengesini değiştirmenin zamanı geldi. Bu, Özgür Suriye Ordusu’nu eğitmek ve silahlandırmak demektir.” (4 Şubat) Haksız değil.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT