Suriye İçin ‘Tecahül-i Arif’ vakti
HAS Parti lideri Numan Kurtulmuş birkaç gün önce Türkiye’nin dış politikası üzerine değerlendirmeler yaparken söz Suriye’ye gelince şaşırtıcı bir ‘analiz’ yapıyor. Kurtulmuş şöyle söylüyor: “Daha önceki senelerde kardeş, dost, müttefik olan Esad ve yönetimiyle ne olduysa daha sonraki dönemlerde, neredeyse savaş aşamasına gelen bir takım ilişkilerin içerisine girdik. Bundan altı ay önce gayet iyi ilişkilerimiz olan Suriye’deki yönetim aynıdır, Türkiye’deki yönetim de aynıdır.”
Kurtulmuş, detaylı değerlendirmeler yaptığı konuşmasında Esad yönetiminin despot, zalim yönüne vurgular yapıyor ve zulüm rejiminin gidici olduğunu da vurguluyor. Fakat bu vurgular ‘komşularla sıfır problem’ söyleminin tutarlılığını test etmek için sorulduğu anlaşılan “ne olduysa savaş aşamasına geldik” cümlelerinin arasında kaybolup gidiyor.
“Ne olduysa, neden şimdi veya bu iş en çok kimin işine yarar?” gibi sorular son yıllarda büyük bir iştihayla stratejik analiz yapmaya soyunan hemen herkesin saplantı düzeyinde odaklandığı bir perspektifi işaretliyor. Epeyce geniş bir kesimde bir karakter halini alan küresel hesaplardan, gizli belgelerden, şifre çözümleme yöntemlerinden başını kaldırıp da bir türlü somut gelişmelere varamama durumu adeta kronik bir hal almış durumda.
‘Ne olduysa’ diye sorarken Mart ayından bu yana Suriye’de yaşanan bunca cinayet, işkence, tutuklama göz önünde bulundurulmuyor demektir. ‘Ne olduysa ‘ diye konuşurken ülkenin her bir şehrinde tanklarla çiğnenen, makineli tüfeklerle biçilen, on binlercesi mülteci pozisyonuna düşürülen Suriye halkının hak ve özgürlük taleplerinden haberiniz olmamış demektir.
Sayın Kurtulmuş, ‘ne olduysa’ diye politik analize devam ederken gerçekte ne olmadığını bilmeme durumundan ziyade gelişmeleri temelde ‘dış güçlerin oyunu’ olarak görmekte ve ‘Suriye konusunun hızlı bir şekilde ısıtılmaya’ başlandığından endişe etmektedir. Fakat burada daha dikkat çekici olan husus statükonun devamı için gelişmelere sessiz kalmak da statükonun değişimi için rol almanın da bir şekilde emperyal hesaplardan bağımsız düşünülememesidir. Adeta yarım asırdır Baas cuntası tarafından ezilen Suriye halkının iradesi hiçe sayılmakta, ödediği bedeller de edindiği tecrübeler de en kestirme yoldan emperyalizmin hesaplarına monte edilmektedir.
Suriye halkını her gün kan deryasında boğan Baas cuntasının cinayetlerine Türkiye’nin de “komşularla sıfır problem” ilkesine riayet ederek seyirci kalması mı öneriliyor acaba? Suriye’de hüküm süren despot rejimin değişimini en önce canları pahasına Suriye halkı talep etmektedir. AB ve ABD’nin Suriye’de rejim değişimi talep etmesini önemseyen bütün stratejik analizlerin İran kadar Rusya ve Çin’in de Baas iktidarının devamı için neden gayret sarf ettiğini izah etmeleri gerekir. Dolayısıyla hangi aktörlerin Suriye için ne gibi hesaplar yaptığından daha önemli olan şey Suriye halkının kendi geleceğine ilişkin yaptığı hesaptır.
İslam coğrafyasının geleceğine dair çizilen afakî korku tablosu bu dönemlerde Suriye’de yaşanan dehşeti, vahşeti öylesine bastırıyor ki Suudi Arabistan’ın sergilediği tutarsızlıklardan İran’ın gösterdiği tutarsızlıklara nedense sıra gelmiyor. Bu konuda ismi zikredileceklerden birisi de Radikal yazarı Fehim Taştekin’dir.
“Suudi Arabistan’ın arkasından sürüklediği diktatörler kulübü Arap Birliği ile Türkiye, Suriye’de rejimi devirmeye yönelik riskli adımlar atıyor. Türkiye ve Araplar sahada oyuncu; ABD ile AB’nin müdahaleci güçleri türbinlerde amigo” gibi indirgemeci kategorik cümlelerle başladığı yazısında Taştekin haklı olarak “Bahreyn’de Şii ağırlıklı barışçıl gösterileri Körfez İşbirliği Örgütü’nün askeri müdahalesiyle boğan, Tunus’ta Bin Ali ve Mısır’da Mübarek devrilirken cinnet getiren Suudi Arabistan, nedense Libya ve Suriye için özgürlükçü” diyor.
Peki, Taştekin’in tutarlılık testi adına önümüze koyduğu bu tabloyu bir kez de İran için düşünelim, bakalım karşımıza ne çıkacak? Tahrir’de yapılan diktatörlük karşıtı gösterileri İran televizyonları naklen yayınlarken ekranın diğer yarısında İran İslam devrimi sürecine ait görüntülerin devrimlere öncülük iftiharıyla yayınlandığını görmemiş olamazsınız. Mısır için olduğu gibi Tunus ve Libya için de halk hareketlerini Rehber Ali Hamaney düzeyinde takdir eden İran’ın sıra Suriye diktasına gelince bir anda halk hareketinin kimliğini, tarihini, taleplerini bilmezmiş gibi gelişmeleri emperyalizmin oyununa bağlayıp Baas’la safları sıklaştırmasını nasıl olup da hayra yoracağız? İyi dikta-kötü dikta veya senin diktan-benim diktam ayrımına mı başvuracağız yoksa? Kimi Suud’un kimi İran’ın, kimi ABD’nin hesaplarına odaklanmaktan sıra bir türlü Suriye halkının meşru, makul ve muaccel taleplerine gelemiyor maalesef.
Tecahül-i arif; edebiyatta bilinen bir şeyi, bilmez görünerek anlatmadır. Nükte yapmak için veya bir anlam inceliği yaratmak için şairler, edebiyatçılar tarafından zaman zaman kullanılır. Fakat siyasal analiz yaparken kullanılan tecahül-i arif, ortaya estetik bir hoşluk değil olsa olsa bedeli, tahmin edilenlerin çok ama çok üstünde acı ve ağır sorumluluklar çıkarır.
YAZIYA YORUM KAT