Suriye halkı ile zaferin paydaşı olmak için ayrımcı ve ırkçı siyasete teslim olmamak
Kriter Dergisi, Suriye özel sayısı ile raflardaki yerini aldı. Bekir Berat Özipek, Kriter'in son sayısı için Türkiye'de ana muhalefetin ırkçı siyaseti nasıl kullandığını analiz etti.
HAKSÖZ HABER
Suriye devrimi ile 14 yıllık süreçte Suriye halkına düşmanlık eden herkesin foyası gün yüzüne çıktı. Zaferin ardından kesinleşen zillet hali Türkiye'deki şebbihalar tarafından ört bas edilmeye çalışılıyor. Hala ırkçı argümanlar üzerinden Suriyeli nefreti körüklenirken Rusya ve İran'ın bile sahiplenmekten kaçındığı Esed çetesine sahip çıkılıyor. Türkiye'de CHP ve türevlerinin Esed'e olan bağlılığı Suriyeli mültecilerin nasıl bir imtihandan geçtiklerini özeti.
Kriter Dergisi, "Yeni Suriye'nin İnşası" manşetiyle Suriye özel sayısıyla raflardaki yerini aldı. Bekir Berat Özipek, Kriter'in son sayısı için Türkiye'de ana muhalefetin ırkçı siyaseti nasıl kullandığını analiz etti.
Bekir Berat Özipek / Kriter
Ayrımcı ve ırkçı siyasete teslim olmamak
“Orantısız ırkçı mizah” başlığıyla yer aldı basında. CHP’li belediyelerin sığınmacılarla ilgili son paylaşımları, Türkiye’nin ana muhalefet partisinin geri dönüş tartışmalarına ayrımcılığın kaba ve vülger diliyle katılımını ve bu katılımın düzeyini yansıtıyordu.
Keçiören Belediye Başkanı Özarslan, “Vatanına dön! Taşınma hizmetin bizden” diyordu. Torbalı Belediye Başkanı Demir, “Öncelikle çocuklu aileler olmak üzere size bir yılbaşı sürprizi yapmak istiyoruz. Tek yön otobüs biletleriniz için halkla ilişkiler birimimize başvurabilirsiniz”, Kilis Belediye Başkanı Bilecen ise “Bu coşkuya kayıtsız kalamadık ve sizi daha iyi koşullarda uğurlamak için Öncüpınar Sınır Kapısı’nda her türlü hizmeti sunmaya hazırız” şeklinde bir “mizah” yapıyordu (Serbestiyet, 9 Aralık 2024).
“Irkçılarımız yerli ve milli değil” demişti Ufuk Uras. Gerçekten de “ya sev ya terk et” veya “çok seviyorsan al evinde besle” türünden en ünlü sloganlar, genellikle Batıda üretilmiş ırkçı kalıpların birebir tekrarından başka bir şey değil. Torbalı Belediye Başkanının “tek yönlü bilet” “esprisi” de özgün olmayıp daha önce Almanya’da 1930’larda Naziler tarafından yapılan “Yahudiler için Kudüs’e tek yönlü bilet” şeklindeki kötülüğün, kaynak gösterilmeden tekrarlanmasını ifade ediyor.[1]
Ahlak sorununun ötesinde
Sınırdan çıkıp gitmekte olan insanların bile canını acıtmaya çalışacak şekilde konuşmak veya 1930’ların Avrupa’sındaki Nazi dönemi paylaşımlarına benzer şekilde mesajlar vermek, yerel yönetimler düzeyinde ise kâğıt toplayan sığınmacıların elindeki çekçeklere el konulmasından tabela yasağına bir dizi ayrımcı uygulama ve Suriyelilere tek yönlü bilet türünden aşağılayıcı paylaşımlar yapmak, sadece nezaketsizlik veya bir ahlak veya edep sorunundan ibaret değil. Bu paylaşımların üzerinde durulması gereken bir yanı, bir ülkenin ana muhalefet partisinin önemli şehirlerinin belediye başkanı düzeyindeki insanların mültecilerden sığınmacılardan bahsederken bir anda tepkisel ırkçı ergen paylaşımları yapmaları şeklindeki sürecin, psikolojik bir tahlil gerektirmesi meselesinden de ibaret değil. Bu tür paylaşımların ayrımcı veya ırkçı olarak adlandırılmasının da bir haber değeri veya yapanlar üzerinde mahcup edici bir etkisi bulunmuyor. Bu bakımdan uzun uzadıya konuşmaya değmediği de düşünülebilir.
Ancak burada sorun, söz konusu paylaşımlarda ve açıklamalarda ifadesini bulan, “bir an önce gitsinler”ci ısrarın, Türkiye’nin gönüllü geri dönüş ve Suriye’nin yeniden yapılandırılması süreçlerinde hata yaptırmaya yönelik bir yönlendirme işlevinin olması. Daha açık bir ifadeyle, Türkiye’nin bu süreçte yanlış bir politika belirlemesine ve bu olağanüstü tarihi anın heba edilmesine sebebiyet verebilecek türden politikalar uygulamasına yöneltici niteliğe sahip olması ki bu bakımdan konuşmayı ve önlem almayı hak ediyor. İster bilinçli bir biçimde yapılıyor olsun, isterse de sadece aynı patolojik zihniyetin refleksif bir şekilde ayrımcı, ırkçı veya mezhepçi sayıklamalarını yansıtıyor olsun, niyetini veya gerekçelerini bir yana bırakarak, eğer farkına varılmazsa veya gündemi onların belirlemesine izin verilip onların belirlediği sınırlar içerisinde tartışma yürütülürse, bu propaganda ve telkinlerin göç yönetiminde hataya sürükleyici işlevini tespit etmek gerekir.
Yaşadığımız tarihsel anın anlamının farkında olmak
İnsanların veya toplumların, tarihte ender olarak birbirlerine çok kritik ve yaşamsal dönemlerde ihtiyaç duymaları söz konusu olur. Doğal afetler, sel, deprem, kuraklık gibi durumlarla savaş, iç savaş, işgal, katliam ve soykırım gibi felaketler döneminde bir toplumun diğer topluma, bir ülkenin diğer ülkeye, genellikle de komşu ülkeye yardımcı olmak, onun yanında durmak gibi çok özel bir sorumluluk anı ortaya çıkar. İşte bu tarihsel kopuş, kırılış ve inşa dönemlerinde yapılanlar, olumlu veya olumsuz anlamda alınan tutumlar unutulmaz. Yüzlerce yıl geçse bile etkisi kalıcı olur.
Türkiye, Suriye’deki Baas rejiminin kendi halkına karşı giriştiği halkkırım (democide) uygulamasına karşı sınırlarını açarak ilk düğmeyi doğru ilikledi. Ancak Suriyelilerin Türkiye’de yaşadığı yıllar içinde, özellikle muhalefet partilerinin yürüttüğü yoğun ayrımcı propaganda dalgasının da etkisiyle yanlış uygulamalar da yapıldı.
Şimdi göçün son aşamasında muhalefetin kullandığı bu sorunlu dil ve “bir an önce gönderin” şeklindeki talepler de süreci aceleye getirerek yanlış adım attırmaya yönelik etki oluşturabilir.
Ne yapmalı?
Eğer Türkiye, Suriyelilerin Türkiye’ye göç etmek durumunda kaldığı süreçte doğru başladığı ama zaman içinde birçok alanda yönetim konusunda hatalar yaptığı süreci, Suriye’de hızlı bir biçimde değişen şartların da etkisiyle doğru ve makul bir şekilde tamamlayacak olursa, bu sadece Türkiye’nin komşusu olan bir ülke ile ilişkilerinde ebediyen hatırlanacak muhteşem bir final, geleceğin üzerine kurulacağı sağlam bir zemin ve sonraki kuşaklarda da sürekli olarak atıf yapılabilecek bir dayanışma öyküsü olarak kalabilir.
Sadece Türkiye-Suriye ilişkileri bakımından değil, Türkiye’nin bölge ve dünya ülkeleri üzerindeki etkisi bakımından da bir diplomasi veya iletişim faaliyetinin sağlayacağının çok ötesinde bir kazanımı ifade eder. Özellikle de yapısal adaletsizlikle malul bir dünya düzeninde bunun fark oluşturucu etkisi, herkes tarafından kolaylıkla fark edilir. Türkiye’yi diğer pek çok devletin pozisyonundan ayırarak ona diplomatik ve stratejik bakımlardan avantaj sağlar. Bu yönüyle küresel ölçekte bir kazanımı da beraberinde getirir.
Muhtemeldir ki bunun böyle olmaması için halihazırda birçok devlet çaba sarf edecek ve Türkiye’nin bu avantajını elinden almak isteyecektir. Devletlerin dünyasında bu türden çabaların varlığını anlamak için üstün bir uluslararası ilişkiler uzmanı olmaya gerek yok. Devletler, birbirlerinin elinden kartları almak için her zaman her şeyi yapabilir. Örneğin, uluslararası öğrencilerle ilgili olarak küresel pazarın paylaşımı konusundaki yollardan biri öğrencileri kendisine gelmeye ikna etmekse diğeri de rakiplerin ayağını kaydırıp onların pazardaki payını azaltmaktır.
İşte bu bakımdan Türkiye, süreci daha fazla özenle yürütmek, gerek iç siyasette dar görüşlülüğü veya dar vicdanlılığı sebebiyle onu hataya sevk etmeye çalışanların ve gerekse de devletler arenasında onun başarısız olması için çaba sarf edenlerin hesaplarını boşa çıkarmak zorunda.
Türkiye bu süreci, kuşaklar boyu anılacak bir insani, siyasi ve stratejik başarı öyküsü şeklinde tamamlayacak olursa, geçmiş dönemde göç yönetimi ile yapılan hataları da telafi edebilir ve göçün yönetiminde yaşanan sıkıntıları unutturacak bir etki yapabilir. Ama bunun koşulları var.
Hikâyenin iyi bitmesi için
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “kimseyi zorla göndermeyeceğiz” şeklindeki yaklaşımı hem insani bakımdan çok değerli bir duruşu ifade ediyor hem de stratejik bakımdan hikâyenin doğru bir şekilde tamamlanmasının sağlıklı zeminine işaret ediyor.
Bu durumda Suriyeli göçmenlerin tercihleri nasıl olur? Kalırlar mı yoksa giderler mi? Giderlerse nereye giderler? 3 milyon Suriyeli göçmenin bir bölümünün ülkesine göç etmesi, bir bölümünün Almanya’ya (oradaki 1.100.000 Suriyelilerin yanına) gitmesi ve bir bölümünün de Türkiye’de kalması öngörülebilir.
Vatandaşlık konusuna gelince, özellikle burada doğup büyüyen, benliği ve kişiliği burada şekillenen çocuklar ve gençler bakımından, öncelikle onlar için bu statünün tanınması doğru olur. Evini barkını, işini burada kuran, burada yaşayan, Türkiye’nin kültürel, sosyal ve ekonomik hayatına katkı yapan insanların da vatandaşlık statüsü ile kalmaya devam etmeleri, Suriye’ye veya başka bir yere bu statüyle gitmeleri anlamlı ve faydalı bir adım olur. Vatandaşlık meselesi daha önce 2016’da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilmişti. Ama sadece Türkiye’de kalanlar bakımından değil Suriye’ye dönüş yapacak olan göçmenler bakımından da çifte vatandaşlık türü bir çözüm isabetli olur. Türkiye ve Bulgaristan arasında mevcut olan ve her iki ülkeye de olağanüstü katkı sağlayan çifte vatandaşlık türünden bir uygulamayı Türkiye ve Suriye arasında da tesis etmek mümkün. Türkiye’deki Suriyelilerin iki ülke arasında tesis edeceği köprüler var. Bu bakımdan ilişkilerin pekişmesini sağlayacak adımlar bir plan ve program çerçevesinde atılmalı, burada kalmak isteyenin de gidenin de bundan hem kendisi hem de iki toplum için fayda sağlamasının hukuki zemini sağlanmalı. Statülere ilişkin bu mevzuat değişimi gerçekleştirilmeli. Türkiye bu adamları atarken önümüzdeki birkaç yılı ve değişen gündemin önceliklerini değil önümüzdeki 40-50 yılı görebilmeli.
Türkiye’de muhalefetin, sığınmacılara yönelik ayrımcı, ırkçı ve dışlayıcı politikaları, onlara iktidar getirmedi. Dehşet verici bir baskı rejiminden, işkence, tecavüz ve varil bombalarından kurtulmak için buraya sığınan insanlara yönelik olarak başta CHP olmak üzere bazı siyasi partilerin kullandıkları ayrımcı ve ırkçı dil ve önerdikleri insanlık dışı politika ile yüzleşmeleri bir gün gerçekleşecek. Özellikle CHP’nin, sığınmacılara karşı çıkarken kendi adalet ve demokrasi iddialarını bizzat kendisinin nasıl anlamsızlaştırdığını görmesi mümkün olacak. En zor durumdaki insanlara, sığınmacılara bunu reva gördüğü sürece toplumun ulaşmayı hedeflediği diğer kesimlerine, özellikle de geçmişte haklarını ihlal etmek için aktif bir politika izlediği dindar, muhafazakâr kesimlere ve Kürtlere yönelik olarak güven tesis etmesinin mümkün olamayacağı da bir şekilde anlaşılacak.
İşte o gün geldiğinde, o süre zarfında muhalefetin değil iktidarın ne yaptığı çok daha önemli olacak. O gün devletin bu politikalarının etkisiyle yanlış politikalar geliştirmediğini söyleyebilmemiz gerek. Bu bakımdan hayatın onların için de öğretici olması ve söz konusu siyasi parti veya partilerin ayrımcı politika önerilerini değiştirerek bir özeleştiri yapması da belki mümkün hale gelecek. Bunun zemini, demokrasinin gelişimi açısından iktidar ve muhalefet arasında diyalog ve iş birliğinin geliştirilmesi hiç kuşkusuz. Ama iktidar bunu yaparken, onların ayrımcı ve ırkçı telkinlerine itibar etmemeli; başka konularda iş birliği konusunda yapıcı bir tutum alırken insan hakları kapsamında mülteciler ve göçmenlerin hakları söz konusu olduğunda iş birliği yapmamayı aynı anda gerçekleştirilebilmeli. Tek yönlü bilet örneğinde, ileride bunu yapanların utançla anacakları politika önerilerine teslim olmadan göç sürecini, serinkanlı bir yaklaşımla ve önümüzdeki on yılları görebilecek bir perspektiften, dönenlerin sosyal uyumunu da içerecek biçimde planlamalı ve yürütmeli.
“Savaş bitti evinize dönün” diye seslenenlerin, “Suriye’ye bilet: Sadece gidiş” türünden Nazi dönemi mizahını 2024’te tekrarlayanların gündemine teslim olmamak herkese, yarın bu günlerini utançla anacak olanlara da iyi gelecek.
[1] https://dynasty-auctions.com/en/items/one-way-ticket-to-jerusalem-antisemitic-train-ticket-handed-out-at-train-stations-in-germany/
HABERE YORUM KAT