Suriye Günlükleri 3: Humus
Diktatörlükten özgürleştirilen Halep ve Hama’yı gezdikten sonra geceyi geçirmek için tekrar İdlib'e geri döndük. Sobadan gelen mazot kokusu kaldığımız odayı sararken ben de uykuya dalmadan önce diktatörlük döneminde Halep ve Hama ile ilgili hatıralarımı düşünüyordum. Şam'dan Halep’e giderken eşim Halep’in ünlü sabunlarından almamı tembihledi.
Suriye'de yaşadığım yıllarda Hamalı biriyle tanıştığımda karşılıklı uzunca susardık. Bu sessizlik içinde anlatılamamış büyük acılar, Hama ile ilgili kurulamamış cümleler barındırırdı. Tanıştığım Hamalıların bakışları ve sessizlikleri günlerce aklımdan çıkmaz, bu derin sessizlik ve acı dolu bakışlara iç dünyamda birçok anlam yüklerdim. Fakat Hamalıların sessizliklerini bozma zamanı gelmişti. Hamal’ın acıları artık hürriyet sevincine dönüşmüş, yıllardır bir cezaevi gibi olan şehrin semalarında hasretle beklenen güneş doğmuştu.
Suriyelilere has kıymalı, zeytinli, peynirli, zahterli "futurları" kahvaltıda yedikten sonra İdlib’ten Humus’a doğru yola çıktık. Devrimin sembol isimlerinden olan Şehit Abdulbasit Sarut’un da şehri olan Humus’a gidebilmek için tekrar Hama’dan geçtik ve 2 saatlik bir yolculuğun ardından Humus’a ulaştık. Humus’a ulaşır ulaşmaz soluğu içinde büyük İslam kumandanı Halid bin Velid’in kabrinin olduğu camide aldık. Halid bin Velid’in isminin verildiği caminin etrafındaki binalar tamamen yıkılmıştı. Burada gördüklerimiz diktatör rejimin, İran ve Lübnan'dan gelen milislerin Humus’taki mücadeleyi bastırmak için şehri nasıl yerle bir ettiklerini net bir şekilde ortaya koyuyordu.
Caminin bahçesi alem-i İslam’ın dört bir yanından gelen mücahidlerle doluydu. Herkesin yüzü gülüyor, Humuslu gençler ve çocuklar mücahidlerle fotoğraf çekinmek için birbirleriyle yarışıyordu. Bu sırada 10-15 kişilik bir gruptan oluşan Uygurlu mücahidlerle karşılaştık. Esed rejiminin devrilmesinde büyük etkileri olan Uygurlu mücahidlerle hemen Doğu Türkistan üzerine sohbet etmeye başladık. Allah dünyanın öbür tarafından gelen bu insanlara Halep’in, Hamal’ın, Humus’un, Şam’ın fethinde aktif bir şekilde bulunmayı nasip etmişti. Uygurlu mücahidlerden biri, "Suriye'ye gelen Türklerin bir kısmı bizimle sadece Türk olduğumuz için ilgileniyorlar. Bu durum bizi rahatsız ediyor. Biz Türküz ama öncelikle İslam'da kardeşiz." dedi. Halid bin Velid Camii'nin önünde toplanan dünyanın dört bir tarafından farklı ırk ve renklerden oluşan mücahidler bize her şeyden önce ümmet olduğumuzu hatırlatıyordu.
Camiye girip öğle namazlarımızı kıldıktan sonra hemen Hz. Halid bin Velid’in mezarına yöneldik. Mezarın başında aklıma Muhammed İkbal'in şu sözü geldi:
"Gücü, kuvveti olmayan din sadece felsefeden ibarettir."
“Allah’ın kılıcı” lakaplı Halid bin Velid yüzyıllar önce nasıl Şam’ı fethederken bu sözün doğruluğunu ispatladıysa, bugün de Ahmed el Şara ve ona bağlı mücahidler Şam-ı Şerif’i fethederek bu sözün doğruluğunu bir kez daha ispatlamışlardı. Değişmeyen tek şey ise cihad sancağının nesilden nesle aktarılmasıydı.
Camiden çıkınca aklıma devrimin başladığı ilk haftalar geldi. Abdulbasit Sarut’un önderliğinde Humus’taki Saat Meydanı'nda toplanan devrimciler, bu meydanda hep bir ağızdan marşlar söyleyip sloganlar atmış, her gösteride verilen onlarca şehide rağmen Humus’un özgürlük çığlığı Suriye'nin dört bir yanından duyulmaya devam etmişti. Yanımdaki arkadaşlara hemen Saat Meydanı'na gitmek istediğimi söyledim. Meydan aynı zamanda Humus’un şehir merkeziydi.
Meydandaki saatin üzerinde özgür Suriye bayrağı ve Abdulbasit Sarut’un bu meydanda insanlara slogan attırırken çekilmiş fotoğrafı vardı. Saat Meydanı'nda dolaşırken Humus’ta zalim diktatörlüğe ve İran'dan, Lübnan'dan gelen milislere karşı 13 yıl boyunca verilen destansı mücadeleyi düşündüm. Suriye halkı ödediği büyük bedellerin ardından sonunda özgür olmuştu. Diktatörden söke söke alınan bu özgürlüğün kapısını ise Abdulbasit Sarut gibi fedakâr gençler, öncüler açmıştı…
Kısa bir zaman içinde Saat Meydanı yavaş yavaş hareketlenmeye başladı. Biz bu hareketliliğin sebebini anlamaya çalışırken konuştuğumuz bir Humuslu şehirdeki insanların devrimi kutlamak için toplandıklarını söyledi. Kısa bir zaman içinde de Saat Meydanı doldu. Binlerce insan diktatörü devirmenin sevincini yaşıyor, Abdulbasit Sarut’un Humuslu gençlerle bu meydanda bir zamanlar söylediği marşların aynısını söylüyor, atılan sloganların aynısı atılıyordu. Bu sırada biz de Saat Meydanı'nın hemen yanı başında olan Saat Kafe’nin üst katına çıkıp alandaki müthiş coşkuyu seyretmeye başladık. Arada yerel müzik grupları meydanı coşturdukça coşturuyor, Humuslular doyasıya hürriyetin tadını çıkarıyordu. 13 yıl boyunca ödenen bedellerin eşliğinde kurulan bir hayal gerçek olmuştu. Bir süre sonra meydana devrimin kahraman gazetecilerinden Hadi Abdullah geldi. Hadi Abdullah, Humuslulardan kanlarıyla yazdıkları bu destanı, mübarek Suriye devrimini sonuna kadar korumak için söz aldı. Meydana tam bir kardeşlik havası hâkimdi ve atılan sloganlarda da sık sık birliğe, kardeşliğe vurgu yapılıyordu.
Bir taraftan Saat Meydanı'ndaki coşkuya şahid oluyor diğer taraftan da Suriye devriminin bir diğer ünlü gazetecilerinden olan dostumuz Muhammed Belas ile sohbet ediyorduk. Muhammed Belas, Halep’in kırsalından başlayıp Şam’a kadar uzanan zafer esnasında direnişi destekleyen gazetecilerin nasıl organize olduklarını anlattı. Devrimin lideri olan Ahmet el Şara sadece mücahidlerin komutanlarıyla değil savaş boyunca operasyona katılan gazetecilerle de toplantılar yapmıştı. Ortada farklı alanlarda oluşturulan birlik ve intizam sonucu elde edilen tarihi bir zafer vardı.
Humus’taki Saat Meydanı'nda 5 saate yakın süren halkın devrim coşkusuna ortak olduktan sonra yıllar önce büyük bir hüzünle ayrıldığım Şam-ı Şerifle buluşma vakti artık yaklaşmıştı. Arabamız Humus’tan Şam’a doğru ilerledikçe benim de heyecanım artıyor, yol boyunca kah Şam'da geçirdiğim yılları, kah Şam'da kaldığım yeraltı zindanındaki hücreyi düşünüyordum. 2 saatlik bir yolculuğun ardından artık Şam-ı Şerif’in uzaktan ışıkları görülmeye başlamıştı. Bakalım Şam'da bizi neler bekliyordu…
YAZIYA YORUM KAT