1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Suriye Devrimi'ne Kur’an penceresinden bakış
Suriye Devrimi'ne Kur’an penceresinden bakış

Suriye Devrimi'ne Kur’an penceresinden bakış

Suriye’deki Baas rejimi, altmış bir yıl boyunca zulüm ile Suriye halkını baskı altında tutmaya çalışmıştır. Sonunda toplum, yapılan zulümlere karşı ayaklanmış ve şanlı bir devrimle zulüm sistemini yerle bir etmiştir.

27 Aralık 2024 Cuma 09:00A+A-

Mahmut AY / Yeni Şafak

Binlerce yıllık insanlık tarihinde, insanlık ailesinin fertleri, birbirleriyle lüzumlu lüzumsuz nice savaşlara girmiş; kimileri galibiyetin gururunu, kimileri ise mağlubiyetin üzüntüsünü yaşamışlardır. Nice zamanlar, bazı milletler, ordular ve komutanlar için hiç umulmadık bir anda talih kapıları açılmış ve kimsenin öngöremediği şekilde zaferler kazanılmıştır. Tarih, zalim Baas rejimine karşı Suriyeli yiğit devrimcilerin/mücahitlerin zaferini de, kimsenin beklemediği/öngöremediği kadar kolay ve hızlı bir şekilde kazanılmış bir zafer olarak kaydedecektir.

Öncelikle, doğrudan sahadakilerden alınan bilgiler ışığında, bu tarihî devrimin nasıl gerçekleştiğini özetleyelim. Bilindiği üzere İdlib, uzun zamandır Ahmed eş-Şara (Colânî) yönetimindeki Heyet Tahrir eş-Şam’ın (Şam’ı Özgürleştirmesi Hareketi) yönetimindeydi. HTŞ, doğrudan Türkiye Cumhuriyeti’nin kontrolünde olmamakla birlikte, Türkiye ile iyi ilişkilere sahipti. İdlib, 3-4 Mayıs 2017 tarihlerinde gerçekleştirilen 4. Astana toplantısında, “çatışmasızlık bölgesi” ilan edilmişti. Ancak İdlib’in güneyinde konuşlanmış olan Esed birlikleri, zaman zaman bu anlaşmaya aykırı davranarak bölgeye bazı saldırılarda bulunuyordu. HTŞ’nin Esed birliklerine karşılık verme istekleri, gerginliğin daha da artırılmasını önlemek adına, Türkiye’den destek görmüyordu. Fakat HTŞ, Esed birliklerinin saldırganlıklarına daha fazla sessiz kalamayacağını ısrarla Türkiye’ye iletti. Türkiye’nin, derin istihbarat analizlerinden sonra, “Evet, şartlar uygun. Bu sefer, kendinizi savunmak için tedbir alabilirsiniz. Harekâta başlayabilirsiniz.” şeklindeki onayı ve lojistik desteği sağlandıktan sonra, aslında İdlib ve civarında “düşmanı püskürtme” operasyonu başlatıldı. Başlangıçta kimsenin aklında Şam’ı, Hama’yı bırakın, Halep’i almak dahi yoktu. Fakat HTŞ harekâta çok iyi hazırlanmıştı. Türkiye’nin istihbarat ve lojistik desteğinin de etkisiyle, zaten moral ve maneviyatı çok zayıflamış olan Esed birlikleri, HTŞ birlikleri karşısında çil yavrusu gibi dağıldı. Böylece önce Halep’in ve nihayet hiç kimsenin hesaplamadığı ve öngöremediği bir şekilde Şam’ın fethi müyesser oldu. Herkesin aklında şu soru var: “Türkiye, bu harekâtı ne kadar destekledi?” Sahadan gelen bilgiler ve bizzat devlet yetkililerimizin beyanatları dikkate alındığında, bu soru şöyle cevaplanabilir: Türkiye, doğrudan müdahil olmadı; ancak HTŞ’ye lojistik ve istihbarat desteği sağladı. Ayrıca bizzat kurup desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) ile de bu harekâta destek verdi. Özellikle PKK/YPG unsurlarının olduğu bölgelere yoğunlaşıp oraları temizledi. Ayrıca yine sahadan gelen bilgilere göre, HTŞ bu operasyonda, savaş tecrübesi olan Afganistanlı mücahitlerin bazı taktiksel tavsiyelerinden de faydalandı. Neticede, on bir gün gibi çok kısa bir süre içerisinde, kuzeyde YPG’nin kontrolündeki bölgeler hariç neredeyse Suriye’nin tamamı özgürleştirilmiş oldu.

Kur’ân-ı Kerîm’in Cenâb-ı Hakk’ın gönderdiği ilâhî bir mesaj olduğuna inanan müminler olarak “Kur’an bize Suriye Devrimi hakkında ne söyler? Kur’an penceresinden meseleye bakıldığında, bu hadise nasıl okunmalı?” sorusunu sorabiliriz/sormalıyız. Bu soru, “On dört asır önce nazil olmuş olan Kur’an, bugün meydana gelen bir hadise hakkında ne diyebilir ki?” şeklinde karşı bir soruyu da akla getirebilir. Şunu ifade etmek gerekir ki; Kur’an, bütün insanlar için bir öğüttür (Yusuf 12/104) ve bize tarihte ya da indiği dönemde meydan gelen olayları birer örnek kabilinden anlatmaktadır. Bunları anlatmasından maksat bilgi değil, bilinç vermektir. Muhatabından beklediği, ders ve ibret almaktır. Kur’an’da kıssalar anlatıldıktan sonra, hemen muhataba dönülerek bu anlatılanlardan öğüt alması salık verilir. Yani anlatılan hikâyeleri, kendi hayat hikâyemize uyarlamamız, benzerlikler kurarak sanki günümüze dair bir şeyler söylüyormuş gibi anlamaya gayret etmemiz istenmektedir. Şu hâlde, yaşadığımız önemli hadiseleri nasıl okumamız gerektiğine dair Kur’an’da genel ilkeler ve benzer örnekler bulmamız gerekir. Bu bakış açısıyla baktığımızda Suriye Devrimi’ne dair şunlar söylenebilir:

1. Sayıları çok fazla olmayan ve teçhizatları da pek gelişmemiş olan devrimci mücahitlerin, bu kadar kısa sürede Suriye’yi özgürleştirmelerinin nasıl mümkün olduğu hemen herkesin sorduğu bir sorudur. Kimileri “Bunun altında bir bit yeniği var. Bu, Amerika ve İsrail’in gizli bir planının neticesi olmalı.” diye şüphelenmekte ya da kesin hükümler vermektedir. Oysa ki hem bizzat adı geçen devletlerin yetkililerinin beyanatları hem de sahadan gelen genel ve özel bilgiler, durumun asla böyle olmadığını net bir şekilde ortaya koymaktadır. O hâlde, böyle bir başarı nasıl elde edilebilmiştir? Bedir’de, Nihavend’de, Malazgirt’te, İstanbul’da ve Çanakkale’de normal şartlarda kazanılması oldukça zor görülen savaşlar nasıl kazanıldıysa, bu savaş da öyle kazanılmıştır. Hikmetli Kitap’ta Bedir Savaşı anlatılırken şöyle buyurulur: “(Allah sizi öyle bir zamanda ve yerde düşman ordusuyla karşılaştırdı ki) Şayet onlarla sözleşmiş olsaydınız bile, sözleştiğiniz vakitte öyle buluşamazdınız. Lâkin Allah, önceden takdir etmiş olduğu bir şeyi meydana getirmek için sizi böyle buluşturdu.” (Enfâl 8/42). Âyet-i kerimenin ifade ettiği hakikat şudur: Cenâb-ı Hak, sebepleri öyle yaratır ki, bazı şeyler bize şans ve talih gibi görünür; ama aslında bu olaylar zinciri tamamen ilâhî planın işleyişinden ibarettir. Hani “… diye yazılır; … diye okunur” şeklinde güzel bir deyimimiz vardır ya; işte kâinatta meydana gelen hadiseler de “şans, tesadüf, rastlantı, talih, kader” diye yazılır; lâkin “Allah” diye okunur. Hikmetli Kitap’ta Hz. Yusuf’un kıssası anlatılırken şöyle buyurulur: “Allah, dilediğini yapma konusunda mutlak galiptir.” (Yusuf 12/21). Bunun tam Türkçesi, kamyonların arkasında yazan şu meşhur sözdür: “Allah’ın dediği olur.” Evet, büyük devletlerin elbette küresel çapta planları, tezgâh ve tuzakları var; ancak “Allahu ekber!/Allah en büyüktür!” hakikati, her daim her yerde caridir. Bu devrimi başarıya götüren süreç incelendiğinde, her şey (İran’ın Lübnan, Rusya’nın Ukrayna ile meşgul olması, Esed birliklerinin üst komuta kademesindeki ciddi çözülmeler vs.) bir takdir-i ilâhî dahilinde bu devrimin başarıya ulaşması için hazırlanmış görünmektedir. “Allah’ın dileği, mutlaka gerçekleşen bir kaderdir.” (Ahzâb 33/38). Hâsıl-ı kelâm, Cenâb-ı Hak, sebepler dairesinde oldukça zor görünen bir meseleyi, bir sevk-i ilâhî ile son derece kolay bir hâle dönüştürmüş ve bu zaferi müyesser kılmıştır.

2. Âlemde kaos (düzensizlik) değil, kozmos (düzenlilik) hâkimdir. Bize kaos gibi görünen şeyler, aslında kozmosun bir parçasıdır. Meselâ, bir fabrikayı düşünelim. İçinde yüzlerce işçi sağa sola koşuşturup bir şeyler yapıyor. Pek çok makine, içinden geçen maddeleri değişik şekillere büründürüyor, içeride müthiş bir gürültü hâkim. Dışarıdan bu manzarayı gözlemleyen birisi, içeride kaotik bir durumun hâkim olduğunu düşünebilir. Ancak dışarıdan bakıldığında kaos gibi görünen bu manzara, aslında bir düzen çerçevesindedir. Oradaki hengâme, koşturmaca ve gürültü, bir ürünü ortaya çıkarma amacına yöneliktir. Kâinât da böyledir. Her şey, amaçlı ve yerli yerindedir. Şu mealdeki âyet-i kerîmeler, bu hakikate işaret eder: “O, her bir şeyi ölçülü ve planlı bir şekilde yapmış ve (onları yapmaları gerekenler için) yönlendirmiştir.” (A’lâ 87/2); “Biz, her bir şeyi ölçülü ve planlı bir şekilde yarattık.” (Kamer 54/49); “Allah her bir şey için bir ölçü takdir etmiştir.” (Talâk 65/3). Dolayısıyla yaklaşık on dört yıl süren Suriye Devrimi esnasında neden bu kadar çok insanın öldüğü, işkence çektiği, vatanından edildiği, bütün bu kötülüklerin yaşanmasının ardındaki hikmetin ne olabileceği sorularını şu şekilde cevaplayabiliriz: Yüce Yaratan, yaşadığımız bu âlemi, sebep-sonuç ilişkilerine göre cereyan ettirmektedir. Büyük zaferlerin elde edilmesi için, büyük çabalar ve çileler gerekmektedir. Çabasız ve çilesiz bir devrim olmaz. Kur’ân’dan öğrendiğimize göre, peygamberler de yaşadıkları dönemdeki zulüm ve haksızlıklara karşı mücadele etmişler, bu uğurda bedeller ödemişlerdir. Efendimiz Hz. Muhammed (sav) de, zulüm ve haksızlık üzerine kurulu düzene karşı çıkmış, gerektiğinde silahlı mücadeleye girmiştir. Ayrıca bu devrim boyunca, iyi niyetlerle gayret edip şehit düşen ya da işkencelere maruz kalanlar, ebedî âlemde mükâfatsız kalmayacaklardır. Zira Hikmetli Kitab’a göre hak ve hakikat uğruna, zulüm ve kötülükleri ortadan kaldırmak için mücadele edenler, hele de bu yolda şehit düşenler, Rableri tarafından sonsuzluk âleminde çok büyük mükâfatlara nail olacaklardır. (Hadîd 57/19).

3. Hikmetli Kitab’a göre, âlemde Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu yasalar caridir. Bu yasalar, fizikî olduğu gibi siyasî ve toplumsal da olur. Bir başka ifadeyle, mesela tıp ilminde nasıl bir takım bilimsel hakikatler ve değişmeyen yasalar varsa, siyasette ve toplumbilimde de bir takım değişmeyen yasalar vardır. Kur’ân’da, bunlar için “Allah’ın kanunları” anlamına gelen “sünnetullah” ifadesi kullanılır ve şöyle buyurulur: “Allah’ın koyduğu yasalarda (sünnetullah) asla bir değişiklik bulamazsın.” (Fetih 48/23). Yine Kur’ân’dan öğrendiğimize göre, “Her ümmetin bir eceli vardır.” (Yunus 10/49). İbn Haldun’un da belirttiği gibi, devletler de tıpkı insanlar gibi ölümlüdür. Güçlü devletlerin ömrü uzun; zayıf devletlerinki ise kısa olur. Suriye’deki zalim Baas rejimi de, bu “ilâhî yasa” (sünnetullah) gereği en fazla altmış bir yıl dayanabilmiş; çok kısa süren bir askerî harekât neticesinde çok hızlı ve trajik bir şekilde tarihin çöplüğüne atılmıştır.

Âlemde cari olan sünnetullah gereği güç ve iktidar, daima aynı kişilerin, ailelerin ya da zümrelerin elinde kalmaz; bilakis zamanla el değiştirir. Hikmetli Kitap’ta şöyle buyurulur: “Biz, (zafer, güç ve iktidar) günlerini insanlar arasında döndürürüz.” (Âl-i İmrân 3/140). Tarih, nice kudretli hükümdarların mağlubiyetlerine ve nice büyük devletlerin düşüş ve çöküşlerine şahit olmuştur. Kurulduğu andan itibaren günümüze ulaşabilen tek bir devlet yoktur. Milletlerin, çeşitli dönemlerde kurduğu pek çok devlet olmuştur; dolayısıyla bir şekilde devletsiz kalmamışlardır. Ancak devletleri yöneten krallar, hükümdarlar, aileler ya da seçilmiş yöneticiler, değişmiştir. Şu anda yeryüzünde var olan devletlerin de mutlaka bir ömrü vardır. En azından rejimlerinin ve yönetim şekillerinin bir gün değişeceği muhakkaktır.

4. Kur’ân-ı Kerîm’e göre zulüm ile âbâd olunmaz; toplumları zulümle yönetmeye kalkışanların tamamı, bir gün yenilgiye mahkûmdur. Bu gerçek, yukarıda bahsettiğimiz sünnetullahın bir gereğidir. Hikmetli Kitap’ta bu konuda şöyle buyurulur: “Allah’ın koyduğu sınırları aşanlar, zalimlerdir.” (Bakara 2/229). Şu hâlde zulüm, Allah’ın koyduğu sınırları aşmaktır. İnsanları yönetme hususunda Allah’ın koyduğu sınırlar, adalet ve eşitlik ilkeleridir: “Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm vereceğiniz zaman adalet ölçüsüne göre hüküm vermenizi emreder.” (Nisâ 4/58). Bu sebepledir ki “Küfür ile âbâd olunur; lâkin zulüm ile âbâd olunmaz.” sözü, İslâm âlimleri arasında yaygınlaşmıştır. Bunun anlamı şudur: İnsanları yönetirken adalet ilkesini gözeten şahıslar ya da sistemler, ayakta kalabilirler. Ancak sözde ve zâhirde dindar dahi olsa, yönetimde adalet ilkesini gözetmeyen her şahıs ve sistem, yıkılmaya mahkûmdur. Yüce Yaratıcı’nın koyduğu ilâhî yasa bunu gerektirmektedir. Zira “Allah zalimleri sevmez.” (Âl-i İmrân 3/57). Bu sebeple “Allah, zalimlere doğru yolu göstermez/onları başarılı kılmaz.” (Âl-i İmrân 3/86). Zira onlar, kendi iradeleriyle zulmetmeyi seçmişlerdir. Yüce Yaratıcı, kullarına sistematik ve sürekli olarak zulmeden yöneticileri asla başarılı kılmaz ve yönetim düzenlerini yıkılmaya mahkûm eder. Neticede zalimlerin sonu, yenilgidir, çöküştür, helâk ve hüsrandır: “Sizden önceki milletlerden, zulmedenleri helâk ettik.” (Yunus 10/13); “Allah, zalimlerden başkasını helâk etmez.” (Enâm 6/47). Hiç şüphesiz Suriye’deki Baas rejimi, altmış bir yıl boyunca zulüm ile Suriye halkını baskı altında tutmaya çalışmıştır. Sonunda toplum, yapılan zulümlere karşı ayaklanmış ve şanlı bir devrimle zulüm sistemini yerle bir etmiştir. Bu da, Kur’ân’ın zalimlerin akıbeti hakkında söylediklerinin hakikat olduğuna dair, yaşadığımız hayatta müşahede ettiğimiz kanıtlardandır.

HABERE YORUM KAT

2 Yorum