1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Suriye devrimi sonrası kazananlar ve kaybedenler
Suriye devrimi sonrası kazananlar ve kaybedenler

Suriye devrimi sonrası kazananlar ve kaybedenler

Suriye devrimi, hem bölgedeki güç dengelerini hem de uluslararası aktörlerin etkisini kökten değiştirerek, PKK destekçilerinin ve Suriye üzerinde planlar yapanların bu yeni dönemde eski rollerini sürdürmesinin artık çok zor olduğunu aktarıyor.

06 Ocak 2025 Pazartesi 13:30A+A-

Yasin Aktay/Yeni Şafak

22 Ekim’den 8 Aralık’a: Hayat hiçbir teoriye sığmazmış

Son birkaç aydır Suriye, Kürt meselesi ve Ortadoğu denkleminde yaşanan gelişmeler insan planlamaları ile sahada gerçekleşenler arasındaki mesafelerle ilgili çok enteresan bir görüntü arz ediyor. Bu görüntünün bir tarafı tabii ki oldukça ibretlik ama bir tarafı da büyük sosyal hadiseler ile insan iradesinin bazen nasıl birbirinden bu kadar kopuk olabildiğini de gösteriyor.

Tabii insan iradesinden kopuk dediysek de bizim dünya sahnesinde başrol yakıştırdığımız aktörlerin yaşananlar karşısında nasıl figüran durumuna düşebildiğini, hatta filmin tamamen dışında kalabildiğini görebiliyoruz. Siyasal analizlerin, sosyologların hatta bazı siyasetçilerin istek ve iradeleriyle öngördükleri senaryoların devre dışı kaldığı, yerine başka bir senaryonun devreye girdiği durumlar yaşanır. Aslında sosyologlara ilk öğretilen derslerdendir: Hayat hiçbir teoriye sığmaz. Çoğu kez hayatın özene bezene işlenmiş teorik senaryoların dışında akıp gittiğini gördüğünüzde bari ona geç kalmayın, yetişin, yakalayın.

Suriye’de 27 Kasım’dan itibaren yaşanmakta olanlara kimsenin “biz hazırlıklıydık, bekliyorduk, öngörüyorduk” diyecek konumu yok mesela. Daha önce de yazdık, bütün aktörler Suriye’nin de içinde bulunduğu gelecek Ortadoğu senaryolarını, planlarını içinde Esed’in bütün gücüyle restore olmuş olarak bulunduğu bir çerçevede kuruyorlardı. En son İslam İşbirliği Teşkilatı ile Arap Birliği’nin ortak zirvesinde Esed İsrail’i soykırımcılıkla, insan haklarına aykırı saldırganlığıyla suçlayan yüzsüz konuşmayı yaptığında hem Avrupa ülkeleri hem de birkaç istisna dışında bütün Arap ülkeleri Şam’da büyükelçiliklerini açmaya hazırlanıyorlardı. İsrail içinse Esed her zaman herkese karşı tercihe şayan bir komşuydu. Haddi zatında Esed’li bir Suriye İsrail’in nüfuz alanıydı. O yüzden Esed’in Suriye’den kaçtığı gün Suriye’deki bütün askeri noktaları imha etmeye koyuldu. Esed’li bir Suriye’de bu silahlar yed-i emindeydi çünkü.

Şimdi ise 27 Kasım’da başlayıp 8 Aralık’ta nihayete eren Suriye devriminin akabinde bambaşka bir zeminde, bambaşka bir dünyadayız. Herkesin kar-zarar bilançosunu yapabileceği bir noktada tartışmasız bütün nesnel veriler sürecin en büyük kazananının Türkiye olduğunu söylüyor.

Türkiye’nin en büyük kazancı aslında şimdiye kadarki zarar kapılarının kapanması anlamına geliyor. Yoksa Türkiye’nin başkalarının yaptığı gibi Suriye’yle ilgili net duruşu, Suriye’nin kendi halkıyla bağımsızlığı ve toprak bütünlüğüdür. Türkiye’nin hiçbir şekilde Suriye topraklarında gözü yoktur. Suriye halkının kendi huzurunu, refahını ve çıkarlarını gözeterek yöneteceği bir Suriye Türkiye için yeterine büyük bir kazanç olacaktır. Şimdiye kadar Suriye’yi yöneten rejim kendi halkının huzurunu, istikrarını ve refahını gözetmediği gibi ülke topraklarını yabancılara peşkeş çektiği için ortaya çıkan huzursuzluk Türkiye’yi fazlasıyla ve olumsuz olarak etkiliyordu. Bu faktörlerin kalkmış olmasından başka ve daha fazla Türkiye’nin bir beklentisi yok. İki kardeş ve komşu ülke birbirlerini yeterince güçlendirir, birbirlerine tek taraflı olmaksızın kazandırır zaten.

8 Aralık’tan sonra bölge de dünya da başka bir dünya ve biz şimdi Türkiye’de Öcalan’ın Devlet Bahçeli’nin cesurca bir inisiyatif alarak başlattığı süreçte TBMM’nde DEM Grubuna hitaben PKK’ya silahı bırakma çağrısını yapmasını konuşuyoruz. Denilebilir ki PKK’nın Öcalan’dan gelecek böyle bir çağrıya olumlu cevap vermesi, kendini feshetmesi bir örgütün varlığı açısından hiç de rasyonel değildir. Hele arkasında bir de onu finanse ederek, ona bazı mevhum roller yükleyip şımartan ABD gibi bir dünya gücü varsa.

Ancak ilginç bir biçimde Bahçeli’nin bu çıkışı yaptığı 22 Ekim’den sonra 8 Aralık Devrimi yaşandı ve Suriye’deki konjonktür radikal biçimde PKK’nın ve güvendiği dağların aleyhine ve Türkiye’nin lehine değişti. Bu saatten sonra ABD’nin eski rahatlıkta ve teklifsizlikte PKK’ya sözüm ona DAEŞ tehlikesine karşı destek vermesi kolay olmayacaktır. ABD’nin zaten bir meşruiyeti yoktu ama ülkenin meşru yöneticisi Baas rejimiyle olan anlaşmalarına göre Suriye’de asker bulundurabiliyorlardı. “Terörle mücadele” bu saatten sonra aşırı zorlama bir bahane olarak ABD’nin meşruiyetini savunulamaz hale getirmiş olacaktır, çünkü mevcut rejim ABD’nin kontrol ettiği yerler dışında Suriye’nin tamamında yıllar sonra merkezi hükümet adına kontrolü sağlamış durumda.

ABD’nin bu denklemde kendine bir yer açması söz konusu değil ve zaten 20 Ocak’ta göreve başlayacak olan Trump Suriye’den çekilme niyetini çoktan belli etmiş durumda. ABD’de derin gruplar tam da Trump’ın bu niyetine karşı sabotaj olarak her tarafından dökülen DAEŞ saldırıları tezgahladılar. Trump’ın bu eylemlerin zamanlaması ve pespayeliklerini fark etmeyecek kadar saf olduğunu kimse söyleyemez. Bir ihtimal, bu eylemlerin taşıdığı tehdit mesajları karşısında çekinip geri çekilmesi. Bu da Trump kişiliğinde biri için kolay bir ihtimal değil. Bu durumda ABD’nin Suriye’de PKK’yı himaye etme ihtimalinin gittikçe tükendiği anlamına geliyor.

Türkiye’nin terör sorununu çözme konusunda yıllar öne başlattığı çözüm sürecinde de Öcalan’dan beklenen mesaj gelmişti. Süreç tam da beklendiği gibi PKK’nın silahları bırakacağı bir yere doğru ilerlerken Kandil’in aklını çelen Suriye’de yaşanan gelişmeler ve bu gelişmeler bağlamında ABD’nin kendisine açtığı ahlaksız teklif alanı değil miydi? Erdoğan’ın baldıran zehri içme pahasına girdiği süreçte Kandil karşısına çıkan bu teklifle emperyalizmin bölgedeki aparatı olma, mazlum Suriye halkıyla ve Türkiye halkıyla yollarını ayrıştırma yoluna saptı. Bu onun için gerçekten çok ayartıcı bir yoldu ve hiç beklenmeyen 8 Aralık Devrimine kadar işledi. O durumda bile Bahçeli’nin girişimi onlar için bir teklifti ama asla kulak verecekleri bir teklif değildi. Oysa şimdi yeni bir durum var. Suriye’de 12 yıldır kendilerine ABD ve Baas rejimi tarafından hazırlanmış olan beşik hiçbir onurlu ve huzurlu gelecek vaat etmediği gibi bütün bölge halkları nezdinde Siyonist emperyalistlerle işbirliği ayıbıyla onu baş başa bırakacaktır. Bahçeli’nin Cumhur İttifakı olarak da benimsenen teklifi o zaman da PKK’ya bu kirli ilişkiden bir çıkış yolu öneriyordu ama şimdi değişen konjonktürde kendisi açısından giderek daha da kötüleşmesi mukadder bir felaketten kurtulma fırsatı sunuyor.

Suriye’de kurulmakta olan yeni rejim Kürtleri Araplardan, Türklerden ayırt etmiyor zaten. Suriye halkını bir bütün olarak görüyor, herkes için eşit, adil, farklılıkları ve hukuku tanınmış ve onurlu bir katılım fırsatı sunuyor. Bu katılım fırsatına karşı ilelebet süremeyecek ABD desteğine güvenerek haksız imtiyazlar talep etme tamahkarlığına düşmemek gerekiyor. Ama tabi karşımızda bu rasyonaliteyi değerlendirecek ve kendi iradesiyle harekete edecek bir taraf var mıdır?

HABERE YORUM KAT