Sürgü’de Ümit Edilen Ne İdi, Olan Ne?
Malatya yanıyordu. Şeriatçılar “kalkışmış” Kürt- Alevi bir aileyi yutmaya hazırlanıyorlardı. “Uyan ey cemaat-i sol” çağrıları sular seller gibi akıyordu.
Melih Altınok; Malatya Sürgü’de meydana gelen kavgayı “Aleviler Linç Ediliyor!”, “Sürgü Sivas Olmayacak” vb. başlıklarla veren provokatörlerin ruh halini analiz ediyor.
Üzgünüm, Yine Hepimiz Ölmeyecez
Katil arılar, zombiler evi sarınca, “hepimiz ölücez” diye ortalıkta gezinen o sinir bozucu film karakterleri vardır ya.
Hani şu hiçbir şey yapmadıkları gibi, bir de kapandan kurtulmak için soğukkanlılıkla çabalayanları eleştiren, küçümseyen huysuzlar, huzurlar...
Hah işte onların Türkiye mümessilleri, tercümemizdeki “muhalifler”, cılız seslerine eko yaptığı için pek sevdikleri sosyal medyada pazar akşamı yine işbaşındaydılar.
Şans bu ya, “Türkiye’nin geleceğinden hiç bu kadar endişelenmemiştik” diyenlere, naifçe “Hiç mi” diye sorduğum cuma yazısını devam ettirmek için bir şeyler okuyordum.
Varlığını gidişatı düzeltmek misyonuyla açıklayan muhalefetin, günü daha kötü gösterme, olmuyorsa kötüleştirme çabaları üzerine kafa yorarken twitter bir anda koptu.
Malatya yanıyordu. Şeriatçılar “kalkışmış” Kürt- Alevi bir aileyi yutmaya hazırlanıyorlardı.
“Uyan ey cemaat-i sol” çağrıları sular seller gibi akıyordu.
Cinnet vatanda sicilimiz hiç de temiz olmadığı için gelen bilgileri dikkatle izledim. Ancak henüz birkaç ay önceki, “katliam asparagaslarını” hatırlayıp temkinli davrandım.
Ne var ki ellerinde bir bidon benzin, en küçük alevi bile harlamak için sağa sola koşturanlar kolektif deliliklerine ânında ortak olmayanlara çok kızgındı.
İlk elden “kahrolsun, telefonları kilitleyelim” yazmayanlar taşlandıktan sonradır ki, sağ olsun, CHP’nin Alevi milletvekillerinden Sabahat Akkiraz şu notları düştü:
“Birileri kendisini sosyal medya üzerinden tatmin edecek diye burada yalan yanlış bilgiler aktaracak değiliz... ‘Şu anda yeni bir saldırı yok’ yazıyorum, ‘niye yalan söylüyorsunuz’ diye tepki geliyor... Sürgü’deki Sünni ve Alevi gençler, köy meydanında toplanmış. Biraradalar ve olayı abartan medya organlarına tepki gösteriyorlar.”
Tüh yine mi katliam yoktu!
Son olarak Hatay’da AK Partili bir vekilin “şımarık” oğlu polisleri hizaya çektiğinde de aynı fırtına esmiş, Cüneyt Özdemir de şu satırlarıyla özet geçmişti:
“Cumhurbaşkanlarının, başbakanların, hatta Genelkurmay başkanlarının çocuklarının şımarıklıklarını görmüştük ama iş bu seviyeye hiç gelmemişti.”
Reisicumhur, başvekil hatta general olamayıp gazeteci olanlara “haritadan yer beğen”in tatilciler için değil, yıllardır, vekillere ve “yakinlerine” ehliyet-ruhsat soran polisler için kullanılan bir kalıp olduğunu hatırlatmanız nafile.
Mahallelerinde “panik yok” diyeni AK Parti’li salyangoz tüccarı diye “yaftalamakla” meşgul şampiyonlar.
Çünkü, Ahmet Altan’ın ekonomik tabiriyle, “çöp ev sakinlerine” göre sorunların olduğundan büyük gösterilmesine karşı çıkmak, dünün “asr-ı saadetiyle” günü kıyaslamak, hükümeti desteklemek anlamına geliyor.
E tabii “Kartaca yıkılmalı” perspektifleri akamete uğruyor ya.
Şom ağızları yırtılacak gibi açık olsa da, omuzlarının o Kartaca’nın direklerine dayanak olduğunu göremiyorlar.
“Kartaca’nın canı cehenneme de... ufkumuz da onunla sınırlı değil” haykırışlarımıza sağırlar.
“Hiç bu kadar” girizgâhıyla memleketin kadim sorunlarını AK Parti dönemine yani bugüne endekslemelerinin, dertlerimizi statüko bağlamından kopardığını fark edemiyorlar. Her sorunun üzerine bol keseden yapıştırdıkları “akut etiketinin” önemsizleştirici etkisini hissedemiyorlar.
Aklıselim çıkışımızın, sorunların şeffaflıktan ve denetimden muaf devlet aygıtının ürünü müzmin arızalar olduğunun anlaşılmasına hizmet ettiğini ve nihai çözümü dayattığını anlayamayacak kadar sığlar.
Dertleri yapısal muhalefet olsa, hükümetin de balıklama daldığı kürtaj gibi sade suya tirit tartışmalara gösterdikleri ilgiyi, Taraf’ın ısrarlı işkenceci takibinden esirgerler miydi mesela?
Muhalefetimizin sefaletini, AK Parti karşıtlığından ziyade “nefreti” gibi gerekçelerle konuşsak da, muhalefetin “yerel” koşullardan azade tarihsel ve evrensel bir arkaplanı da var kuşkusuz
Girişte bahsettiğim pazar gecesi okumalarım sırasında rastladığım Stephen Davies’in makalesinde genel olarak bu “durumdan” bahsediliyordu.
Davis kriz ve panik edebiyatının dayanılmaz cazibesini şöyle tanımlıyor: “Baktığımız her yerde bize son derece kötü, iyi ve doğru şeyler için tehdit oluşturan bazı sosyal sorunlar gösterilir. Üstelik bir şeyler yapmadığımız sürece de hepimiz için felakete neden olacaktır.”
Davies, görüşlerini, Herbert Spencer’ın şu “kanunu” ile gerekçelendiriyor:
“Bir sosyal sorun ya da olay hakkındaki kamu ilgisinin ve endişesinin boyutu, onun gerçek ya da fiili/güncel oluşumunun aksine gelişir.”
AK Parti yandaşlığı ve karşıtlığı üzerinden güncel politikaya endekslenen bu sorunu, “Spencer kanunu” ve Murat Belge’nin “işte muhafazakârlık bu” dediği yazısıyla birlikte cumaya konuşmaya devam edelim.
Evet Statik Felsefe şaheserinin sahibi Spencer “ıyyyy” bir liberal ve muhafazakâr. Ama bu yaz gününde fazla gün yüzü görmemiş, gölgeli, serin teoriler üstünden kim muhafazakâr, kim devrimci ve muhalefet aslında neye muhalif, kim insanları yılgınlığa çağırıyor, tartışalım bakalım.
Bu arada panik yapmayın emi.
TARAF
HABERE YORUM KAT