1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. ‘Suna Kan geçmişteki ideolojik bir tartışmanın sembolüdür’
‘Suna Kan geçmişteki ideolojik bir tartışmanın sembolüdür’

‘Suna Kan geçmişteki ideolojik bir tartışmanın sembolüdür’

Laik-Kemalist Cumhuriyet kadını tipinin sembollerinden olarak bilinen keman virtüozu Suna Kan’ı mercek altına alan Murat Bardakçı, bir hayli hacimli bir yazı derlemiş.

17 Haziran 2023 Cumartesi 21:23A+A-

Murat Bardakçı’nın Habertürk’te yayımlanan “Suna Kan hem müziğin, hem de geçmişteki ideolojik bir tartışmanın sembolüdür!” başlıklı yazısının (17 Haziran 2023) bazı bölümlerini aşağıda ilginize sunuyoruz:


Suna Kan kültür tarihimizde hem devrimler döneminin musikide “batılılaşma” alanındaki sembollerinden biri, hem de geçmiş senelerin Türkiye’sinde “entellektüel” ve “batılı” olma iddiasında bulunanların eski kültürümüze bakışını mükemmel şekilde aksettiren tatsız bir hadisenin, 1971’deki “Itrî Konseri” tartışmalarının merkezindeki isim idi...

Bu “Itrî Konseri” meselesinin ayrıntılarını anlatayım...

12 Mart darbesinden sonra başbakan olan Nihat Erim, Amerika’daki üniversitelerde Türk Edebiyatı hocalığı yapan ve çok sayıda Türk eseri İngilizce’ye tercüme eden Talât Halman’ı Kültür Bakanlığı’na getirmişti.

Size şimdi belki tuhaf gelebilir ve inanmakta da zorlanabilirsiniz: O senelerin Türkiye’sinde okullarda Türk Müziği’nin eğitimi yasaktı, hattâ devlete ait konser salonlarında bir Türk Müziği konserinin verilmesi mümkün değildi ve düşünülemezdi bile...

Yasağı “Sanayi-i Nefise Encümeni”, yani “Güzel Sanatlar Komisyonu” 24 Ekim 1926’da koymuştu ve karar seneler boyu tatbik edilmişti...

Talât Halman bu saçmalığa son vermek için Türk Müziği’nin öğretildiği bir konservatuvar açmak istedi ve o zamana kadar sadece Batı Musikisi’nin girebildiği Ankara’daki Devlet Konser Salonu’nda 22 ve 23 Aralık 1971’de Türk Müziği’nin çok önemli bestecilerinden olan Itrî’nin eserlerinin icra edileceği bir “Itrî Konseri” verilmesi için hazırlıklar başlattı.

Konseri, Ankara’daki evini her cumartesi günü yetenekli musiki heveslileri ile radyonun aynı şekilde yetenekli gençlerine açıp dersler veren ve onlarla birlikte musiki meşkeden bestekâr İsmail Baha Sürelsan idare edecekti.

Ama konservatuvar da, konser de hayâl oldu!

Öğrencilik senelerimdi ve musiki ile içiçe olduğum için olup bitenleri yakından takip ediyordum. Talât Halman, başkentin göbeğine sanki koskoca bir bomba koymuştu! Bir kesim “Atatürk’ün mirası olan senfoni orkestrasına mahsus salonda teksesli alaturka müzik yapılamaz” diye ayağa kalktı, ardından da 1971 Kasım’ın sonlarına doğru Milliyet Gazetesi’nde devlet sanatçısı viyolonist Suna Kan’ın bir açık mektubu yayınlandı.

Suna Kan, “...Tek sesin eğitileceği bir Devlet Konservatuarı açmak, Devlet Konser Salonu’nda sazlı sözlü bir Itrî gecesi, Galata Mevlevîhanesi’nde haftada bir defa Mevlevî âyini düzenlemek, İngiliz Kraliçesi’nin huzurunda kavuklu kişilere alaturka konser verdirmek hem Atatürk’ün devrimlerini zedeler, hem de Kemalist Türkiye için kötü bir propagandadır” diyor; sonra “...Sahnesinde Beethoven’in, Brahms’ın, Bartok’un, Erkin’in, Rey’in, Saygun’un eserlerini çaldığım Devlet Konser Salonu,emrettiğiniz gibi müzelik eserlerle 22 ve 23 Aralık tarihlerinde tek sesin temsilcileri işgal ederse, naçiz şahsıma tevdî edilmiş olan ‘Devlet Sanatçılığı’ unvanını size gönül ferahlığıyla iade edeceğimi bilmenizi isterim. Atatürk devletinin temelinde yatan prensipler zedelendiği gün, esasen benim gözümde böyle bir ünvanın değeri ve şerefi de kalmaz” diye yazıyor, yani Itrî Konseri verildiği takdirde “devlet sanatçılığı unvânını iade edeceğini” söylüyordu.

Açık mektupta geçen ve küçümsenen “tek ses”, Türk Müziği idi; “Tek sesin eğitileceği Devlet Konservatuarı”, Halman’ın kurmayı düşündüğü Türk Müziği Konservatuvarı idi. “İngiliz Kraliçesi’nin huzurunda alaturka konser veren kavuklu kişiler” sözü ile Münir Nureddin Selçuk ve korosunun Türkiye’yi ziyaret eden İkinci Elizabeth için Topkapı Sarayı’nda Osmanlı giysileri içerisinde verdiği konser kastediliyordu...

Neticede konser iptal edildi, Nihat Erim hadiseden birkaç hafta sonra hükümette değişiklik yaptı, Talât Halman’a yeni kabinesinde yer vermedi ve Halman, Amerika’ya döndü!

İptalin ardında Suna Kan’ın açık mektubunun yanısıra Başbakan Erim’e gönderdiği bir başka mektubun da etkisinin bulunduğu çok sonraları, 2005’te Nihat Erim’in günlüklerinin yayınlanması ile ortaya çıktı: Suna Kan mektubunda konser tartışmalarının aslında Türk Müziği veya Itrî meselesi değil, “Atatürk devrimleri” olduğunu tekrarlıyordu. Başbakan Nihat Erim de mektubun üzerine “Arayıp alâkadar olacağımı söyleyip kendisine teşekkür edelim” ve “Halman bana gelsin” gibisinden iki not düşmüştü.

Şimdi pek hatırlanmıyor ama, Suna Kan o günlerde Kültür Bakanı Talât Halman’ın aleyhinde aynı sertlikte başka yazılar da yazmıştı. Dünya Gazetesi’nde 14 Aralık’ta “Atatürk Karşısında Geçersiz Mavallar”, aynı gün Cumhuriyet’te “Halman’ın Tutumu ve Destekçileri”, 24 Aralık’ta yine Dünya’da “Herşey Ortada” başlıklı makaleleri ile aynı gün aynı gazetede “Tük Olan Bana Kızmaz” başlıklı bir tekzibi çıkmıştı ve hepsinde benzer minvaldeki suçlamaları tekrarlamıştı...

O MEKTUBU KİM YAZDI?

Ankara’da yaygın bir de söylenti vardı: İşin gerisinde Suna Kan’ın değil, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda viyolacı olan, gazetelerle dergilerde klasik müzik ve sık sık da Türk Müziği’nin aleyhinde militanca makaleleri yayınlanan eşi rahmetli Faruk Güvenç’in bulunduğu söyleniyordu. Açık mektubu da aslında Faruk Güvenç’in yazdığı söyleniyordu ve hattâ “Suna Hanım bütün bu tartışmalardan herşey olup bittikten sonra haberdar oldu” diyenler bile mevcuttu...

Genel kanı böyle idi ve Faruk Güvenç’in daha önce, o senenin 17 Kasım’ında Barış Gazetesi’nde “Atatürk’e Kulak Verin Sayın Bakan”, 6 Aralık’ında da yine Barış’ta “Çağdaş Türk Kültürü Halman’dan Kurtarılmalıdır” başlıklı yazıları, söylentilerin doğruluğunu güçlendirir mahiyetteydi...

2012’de, yine Habertürk’teki köşemde bir vesile ile Itrî Konseri tartışmalarını hatırlatmıştım. Hadisenin kahramanlarından rahmetli Talât Halman bir-iki gün sonra Didem Arslan Yılmaz'ın Habertürk TV’deki programına çıkmış ve işin gerisinde Suna Kan’ın değil, eşi Faruk Güvenç’in bulunduğunu söylemişti.

Halman, şöyle konuşmuştu:

“Ben o zaman Suna Hanım’ı davet ettim ve dedim ki; ‘Kendi musikimizi inkâr etmeyin, yadsımayın, benim davetlim olarak konsere gelin. Birlikte izleyelim, belki hoşunuza gider ve musikiye olan saygınızdan dolayı Itrî’ye de sevgi ve saygı duyarsınız’dedim. Ama kendisi kabul etmedi ve üzüldüm doğrusu. Ve butün bu işler aslında rahmetli Faruk Güvenç’in başının altından çıktı biliyorsunuz. Ölünceye kadar Suna Kan’ın eşiydi kendisi ve fazla prestij sahibi olmadığından hep Suna Kan’ı öne sürdü” demişti.

Talât Halman aynı programda bakanlıktan ayrılmasına 12 Mart döneminde tutuklu olan birçok edebiyatçının ve aydının serbest bırakılmasını sağlamak için yaptığı çalışmaların sebep olduğunu söylüyor, “Buna o zamanın paşaları itiraz etmişti ve Başbakan Nihat Erim de onların etkisi altında kalmıştı. ...Ayrılmama zamanın paşalarının bazı sanatçılarımızın, Sabahattin Eyüboğlu’nun, Azra Erat’ın, Vedat Günyol’un serbest bırakılması uğrunda yaptığım temaslardan hoşlanmamaları sebep oldu” diyordu.

NEREDEN NEREYE...

Geçmişte işte böyle lüzumsuz tartışmalar yaşamış ve zamanımızı bunlarla israf etmiştik...

Türkiye’de Türk Müziği eğitimine 1926’da getirilen yasak tam 50 sene sonra, 1976’da kaldırıldı, memleketin gündemini senelerce meşgul etmiş olan “alaturka-alafranga” tartışmaları bugün artık sona ermiş gibi, Türk Müziği devletin konser salonlarında senelerden buyana rahatça icra edilebiliyor, hattâ resmî cenaze törenlerinde Chopin’in cenaze marşı yerine Itrî’nin bestesi olduğu söylenen “Tekbir” icra ediliyor...

“Itrî Konseri” hâdisesinin kahramanlarının da artık hiçbiri hayatta değil...

Ama üzerinde pek durulmayan bir başka gerçek var: Türk Müziği’nin bugünkü icrası, kalite bakımından eski günlerdeki icranın maalesef hayli altında!

HABERE YORUM KAT