Sultan Ali Dinar'ın unutturulan hikayesi
Yasin Aktay, Sudan'ın eski idarecilerinden Ali Dinar'ın göz ardı edilen hikayesini okurlarına aktarıyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Sultan Ali Dinar kime sesleniyor?
Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da çok önemli bir etkinlik, bizi bugünlerde tekrar yaşadığımız birçok tartışmaya en anlamlı ve isabetli bir cevap gibi. Darfur Sultanı Ali Dinar’ın şehadetinin 106. yılı münasebetiyle İstanbul’da düzenlenen anma toplantısı bu açıdan bir ilki oluşturuyordu.
Türkiye ve Sudan arasında söz açıldığında derin kardeşlik ve muhabbetten söz açmak işin rutini gibi, ama bu rutinin ardında nasıl köklü ve son derece sahih sebeplerin olduğunu anlamak için Sultan Ali Dinar’ı tanımak, anlamak gerekiyor. 106 sene önce İngilizlere karşı Osmanlı’nın safında savaşırken şehid düşen Sultan Ali Dinar için ilk defa böyle bir anma toplantısı düzenleniyor, oysa bizim gerçek tarihi, coğrafi derinliğimiz ve kimliğimiz açısından bu affedilmez bir ihmal sayılmalı. Yine de geç olması hiç olmamasından iyi.
Affedilmez bir ihmal, hem Türkiye-Sudan arasındaki ilişkilerin derinliğini ve sahihliğini unutturması açısından hem de cahilce ve nefretle ifade edilen “Araplar bizi arkadan vurdu, ihanet etti” sözünün safsata niteliğini gösterebilecek çok sayıda örneğin en iyilerinden biri olması açısından.
Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, birçok başka şehitlikte Türk kardeşleriyle birlikte yatan binlerce Arap, Hint, Kürt, Arnavut yeterli bir cevap oluşturmuyorsa buna Şeyh Ahmet Senusi gibi Ali Dinar kör gözleri açacak mükemmel bir örnektir. Ama tabii bir safsataya cevaptan bahsediyoruz. Safsatanın cevabı mı olur diye sormak lazım. O safsataya inanmayı, kinle, nefretle tercih edenlerin layık oldukları cevap başka bir türlü olmalı.
Ali Dinar 19. Yüzyıl’ın son yıllarında Darfur Sultanlığı’na geldiğinde Afrika’da İngiliz ve Fransızların emperyalist işgalci çalışmaları tek bir bağımsız güç bırakmamacasına yayılmış bulunuyordu. Ali Dinar Darfur’u bu emperyalist işgalden Osmanlı’ya bağlı bir İslam vatanı olarak korumaya çalışmış, bu topraklarda Osmanlı bayrağını dalgalandırmaya çalışmış bir sultandı. Bu uğurda özellikle etrafını her taraftan kuşatmış olan İngilizlere karşı sergilediği usta siyasi manevralarla yönettiği alanda İngilizlerin birçok talebini geri çevirmiş ve onlara karşı gerçek bir bağımsızlık mücadelesi yürütmüştür.
Osmanlı’ya karşı Fransız ve İngilizlerin kuşatma hareketi aslında 1. Dünya Savaşı’nın çok öncesinden Afrika üzerinden, Yemen ve Hicaz bölgesinden başlamış bulunuyordu. Afrika’da yürüttükleri faaliyetler içinde Osmanlı İslam Birliği ve Hilafet merkezli bir anlayışla çok ciddi ve sağlam müttefikler buluyordu kendine. Bunlar arasında Libya’daki Senusi hareketi ve Darfur’da Ali Dinar yönetimindeki sultanlık, kendi aralarındaki ihtilaflara rağmen ikisi birden Osmanlı’ya son dakikaya kadar bağlı kaldılar ve hatta bu bağlılık belki de İngilizlere karşı savaşlarının ve yenilgilerinin sebebi oldu da bundan hiç sitem bile etmediler, yenilgilerini ve şehadetlerini bile büyük bir şeref payesi olarak üstlendiler.
Yoksa aslında her birinin İngilizlere karşı gelmek için Osmanlı’ya sadakatten başka bir sebepleri yoktu. Yükselen bir güç olarak İngilizler onlara bir iktidar vaat ediyordu, ama onlar bir Müslüman toprağını işgalcilere karşı korumak, gönülden bağlılık hissettikleri Osmanlı’ya sadakat adına İngilizlere karşı savaşmaktan geri durmadılar.
Osmanlı Halifesi’nin İngilizlere karşı ilan ettiği cihad fetvasını içeren mektup eline ulaştığında Sultan Ali Dinar bir an için bile tereddüt etmeden 22 Nisan 1915 tarihinde beyanname yayınlamak suretiyle bağımsızlığını ilan etmiş, İngilizlere o zamana kadar yollamakta olduğu vergiyi kesmiş ve İngiltere ve müttefiklerine karşı resmen cihad ilan etmiştir. Enver Paşa’ya cevaben yazdığı mektupta “Halife Hazretleri’ne bunu bildirmek istedim ki, İslam Sultanı Hazretleri ile kâfir ve zındık olan İngilizler ve Fransızlar ve onların müttefikleri arasında bu savaş başlar başlamaz Allah ve İslam için kafirle ilişkileri kestim ve onları düşman kabul ederek savaş açtım” diyecektir.
O zamana kadar İngilizlerin yayılmacı politikalarına tam teslim olmasa da bir şekilde kendileriyle iyi geçinen Ali Dinar’ın bu açık tavrı savaşın dengelerini ilk başta değiştirebilecek bir karardı. Ali Dinar gözardı edilebilecek bir güce sahip değildi. Ayrıca onun bu söylem ve şiddetle Osmanlı’nın yanında durmayı tercih etmesi başka milletlere de örnek oluşturabilirdi. O yüzden İngilizler, Ali Dinar’ın düşüncelerini değiştirmesi için ulemaya mektuplar yazdırarak kendi taraflarına çekmeye çalıştılarsa da sultan fikrini değiştirmedi ve bütün imkanlarıyla Osmanlı’nın yanında, en modern silahlarıyla ve ordularıyla çullanan İngilizlere karşı büyük zorluklara rağmen savaştı. Ta ki, 6 Kasım 1916 yılında başına isabet eden bir mermiyle şehit edilinceye kadar.
Onun duruşu, mücadelesi ve şehadeti Türkiye’nin bugünkü varlığına kimlerin kanının ve hangi duygu ve düşüncelerin can kattığının şahididir.
Bu şehadete yeni nesillerin dikkatini çekmek ve Ali Dinar’ın şahitliğine söz vermek üzere TİKA Başkanlığı tarafından restore edilen Sultan Ali Dinar’ın Müze Evi, Temmuz 2021’de Sudan Tarihi Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne teslim edildi.
Ama Ali Dinar’ı Sudanlılara anlatmaktan önce Türkiye halkına anlatmak lazım. Çünkü görebildiğim kadarıyla Sudanlı veya Arap kardeşlerimiz Türklerle olan bağlarını unutmamış, ama birileri Türklere bu alabildiğine geniş gönül coğrafyasındaki varlıklarını, bağlarını, miraslarını unutturmaya özenle çalışmıştır.
Bir şey değil de bu mirasa karşı sergilenen gafletten bir gurur ve övünme payesi çıkaran bir tarih ve kimlik söylemimiz çalışmıyor mu bir yandan da? Ona da yanmayalım mı?
HABERE YORUM KAT