1. YAZARLAR

  2. KENAN ALPAY

  3. Sükûnet, Özeleştiri ve İroni
KENAN ALPAY

KENAN ALPAY

Yazarın Tüm Yazıları >

Sükûnet, Özeleştiri ve İroni

11 Mayıs 2018 Cuma 11:15A+A-

Özellikle seçim süreçlerinde toplumu aşırıya kaçan kaygılarla konsolide etmeye yönelmek son derece riskli sonuçlar doğurabilir. Türkiye toplumu başından gelip geçen bütün seçim süreçlerinde siyasetçi ve aydınlar tarafından iyice yaklaşmakta olan iç ve dış tehdit odaklarına ilişkin hep tetikte olmaya davet edilmiş bir toplumdur. Ancak tehdit odaklarından çok onlara ilişkin kaygı mesajları ve tedbirleri baskın olmaya başladıkça bu söylemler önce ilgisizlik sonra bıkkınlık oluşturur ve nihayetinde alay konusu edilir.

Dönemsel olarak iktidarlar tarafından tanımı, adresi ve geliş zamanı üzerine yapılan ikazlar değişse de öncelikli tehdit karşısında oluşturulmak istene seferberlik ruhu hiç değişmedi. Gün oldu “bu kış komünizm gelecek” ikazı yapıldı. Devran döndü “irtica PKK’dan daha tehlikeli” kıyasıyla askeri stratejik konsept değiştirildi. Gazete manşetlerinden reklam spotlarına taşınan “tehlikenin farkında mısınız?” sloganı durmaksızın öten sirenler gibi mide bulantısını tetikleyen uğultular bıraktı kulaklarda, yüreklerde. Oysa tehdidin tanımını alabildiğine genişletmek, mevcut riski olabildiğince büyütüp yakınlaştırmak siyaset açısında da toplum açısından da telafisi imkânsız hasar ve kayıplar oluşturabilir.

İddialar ve Kaygılar

24 Haziran seçimlerinin diğer bütün seçimlere göre ‘çok kritik’ oluşuna vurgu yaparken nedense mesele bir ölüm-kalım mücadelesi olarak takdim edilmeye başlandı. AK Parti ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın seçimi kaybetmesi durumunda Türkiye’nin bağımsızlığını kaybedip işgale açık bir ülke pozisyonuna düşeceğine kadar vardırıldı. Türkiye siyasetiyle, toplumuyla, kurumlarıyla, sahip olduğu mirasla o kadar zayıf ve edilgen bir ülke midir ki meşru ve serbest seçimlerle kendi kendini bataklığa sürüklesin? Bölgesel ve küresel güç olma hedeflerini delillendirmek üzere sırlanan kazanımların ardına kırılganlığı açık devlet, kullanılmaya teşne toplum tasvirleri sıralamak ne makul ne de faydalı olabilir.

Muhalefeti muhalefet olarak tanımlamak seçimlerin ruhuna en uygun yoldur. Muhalefetin zaaf, çelişki ve tecrübesizliği üzerine dengeli bir seçim stratejisi kurmak varken üzerine basa basa “yerli ve milli değiller aksine kökü dışarıda bunların” türü mesajlarla kararlı veya karasız seçmeni kuşatıp cezbetmek çok kolay ve en garantili yöntem gibi gözükse de istenmeyen sonuçları doğurabilir. “FETÖ’ye bağlılar, FETÖ’den besleniyorlar, FETÖ’den emir alıyorlar” gibi ithamlar mantıki çıkarımlar dışında geçerli delilleri dayanıyorsa gecikmeksizin mahkemelerin, emniyetin harekete geçmesi gerektiğini hemen herkes biliyor. Söylenecek sözler mi bitti yoksa anlatılacak icraatlar mı unutuldu? Geleceğe dair açılacak ufuklar ve büyütülecek umutlar mı tükendi ki usanmaksızın muhalefet partileri bağlamında beka kaygısına vurgu yapılıyor? Bu perspektif ve söylem bırakalım CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi ittifakına yönelen kesimleri AK Parti’nin kendi tabanındaki bir kısım kitleleri dahi tatmin edip coşturma potansiyelinden bir hayli uzaktır.

Muhalefeti kusur ve çelişkileriyle, temelsiz vaad ve uyumsuz birliktelikleriyle eleştirmeden elbette seçim kampanyası yürütülemez. Fakat temsil edilen geleneğin aksine muhalefeti fazlasıyla alay konusu yapan, gülünç lakaplar takarak hafife alan bir seçim sürecine şahit oluyoruz. Ne kadar yanlış, eksik hatta yalancı olursa olsun hiçbir adayın görmezden gelinmemesi gerekir.

 

Komik Lakaplar Takma Stratejisi

Görmezden gelmek ya da kitleler nezdinde görülmesi engellemek veya ekranlarda tek kale maç yapar gibi temsilcilerine yer vermeden tezlerini alay konusu yapan tartışma programlarının sayısını arttırarak elde edilecek başarıdan bir hayır gelmez. Kazanmaktan daha önemli olan kaybeden adayları desteklemiş kitlelerin ruhunu, beklentilerini ve onurunu da kucaklayarak kazanmaktır. Unutmayalım ki ne kaybeden adaylar ne de onları destekleyen kitleler sonuçlar açıklandıktan sonra başka bir ülkeye gidecekler.

Kim ne derse desin sükûnet bir zaafı değil aksine oturmuş ve güven telkin eden bir duruşu temsil eder. Muhalefeti yaklaşmakta olan en büyük felaketin temsilcisi şeklinde resmetmekten sıra gelmeyen özeleştiri sorumluluğu hareket tarzını ve söylem biçimini giderek sertleştirerek toplum nazarında siyasete olan mesafeyi açmaktadır.

Birini müdür diğerini gariban, birini Karagöz diğerini Hacivat, birini şebelek diğerini ihtiyar, birilerini Fetö’nün kuklası diğerlerini şer ittifakı vs. şeklinde sistematik olarak tahkir etmeden de umut olamayacakları topluma izah edilebilir sanırım. Sabah akşam suçlamaya, komik lakaplar takıp makara sarmaya pek heveskâr kalemlerin toplumu tam tekmil ikna ettiği filan sanılmasın. Ne izah etmeye ne de ikna etmeye uğraşıyorlar çünkü. Bırakalım muhalefet ettiklerine sahip çıkıp destek olduklarına dahi fayda vermeyecek bir ‘gazetecilik’ geleneği inşa ediyorlar.

Estetik ve edebi anlatımdan yoksun, sığ polemiklere yaslanan ve analitik düşünmekten nasipsiz, ahlaki kaygıları ve toplumsal maslahatı hayatlarının merkezine yerleştirmenin öneminden bihaber aydın ve gazetecilerin siyaset dünyamızı daha da çekilmez bir hale sokmak gibi bir misyonları olmamalı. Ne dersiniz?

Yeni Akit

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum