Stüdyodaki kafes
Belki de sadece bana ters geliyordur, emin değilim. Ama TV programı adı altında stüdyodaki kanepelere yan yana doluşturulan Anadolu insanının özel hayatını günaşırı karnıyarık yapar gibi kesip biçme durumu beni acayip derecede rahatsız ediyor.
Hiç öyle imaya, işaret etmeye, isim vermemeye filan da gerek yok. Bahsini ettiğim olay ATV ekranlarında yaşanıyor. Meğer ben yeni fark etmişim, bilenler 'sen bilmiyorsun, bir tür arkası yarın bu' şeklinde beni uyardılar. İşin drama yönü de var yani. Arada dönen tanıtımdaki müzikli kurgular, efektli patlamalar bunun en büyük kanıtı. Şimdi meselenin ta en başına dönüp, ekranın yozlaştırıcı yönüne dair referansları peş peşe sıralamayacağım. Ülke insanımızın tıkıştırıldığı stüdyoların halini daha önceden Serap Hanım'dan, Yasemin Hanım'dan, Esra Hanım'dan, Seda Bacı'dan biliyorduk. Ama benim aklımda Müge Anlı Hanımefendi magazinci olarak kalmıştı. 'Tatlı Sert' isimli programında zaman zaman altyapısız didaktizmin zirvelerine tırmanarak, konuklarını haşlayarak işlediği şeyler beni dehşete düşürdü. Kimse, 'Bunlar yaşanıyor kardeşim, gizli kapaklı mı kalsın?' şeklinde bir soytarılığa başvurmasın! Binbir türlü melanet yaşanıyor yeryüzünde, binbir türlü rezillik, kepazelik de. 'Bunlar yaşanıyor' diye sabahın bir vaktinde çarpıklığı milyonla çarpıp milletin üzerine boca etmek yayıncılık olmasa gerek.
Sakın yanlış anlaşılmasın, eminim son derece iyi niyetle, toplumsal yararlılığına inanarak yapıyorlar bunu programcılar. Ki arada dönen VTR'lerden anlıyoruz ki emniyet müdürlerimizden başka yetkililere kadar, birçok insan da memnun bu formattan.
Ama beni rahatsız etti.
Kesinlikle aşağılamak amacıyla söylemiyorum; ülkenin bir kasabasında, köyünde yaşanan birtakım çarpıklıkları 'kayıp çocuğu arıyoruz' şemsiyesi altında iğdiş etmek, 'senin karın kiminleydi, şu vakit hangi erkeği evine aldın?' türü bir tür pornografik merak gıdıklayıcı olan konsepte dönüştüğünü ya görmüyorlar, farkında değiller ya da reyting filan ayağına işlerine geliyor.
Meşhur kurbağanın soğuk sudan kaynar suya geçişini fark etmeyişi gibi bir şey mi yoksa? Bana bir tür sirk sahnesi gibi geliyor bu tür durumlar. Ortada görünmeyen bir kafes ve televizyonculuk adına ortaya atlayan birtakım terbiye ediciler var. İzleyicinin reaksiyonuna göre kelimelerden oluşan kırbacı şaklatıyorlar havada ve hanım teyzelerin, ezik bacıların, gariban erkeklerin özel hayatlarındaki tüm çekirdekleri ortalık yere saçıyorlar. Eminim şimdi bana bir sürü olumlu yönünden bahsedecekler programın. Katilleri bulduklarından, kayıpları ailelerine ulaştırdıklarından filan dem vuracaklar. Ama bir günde yaptıkları bilinç altı tahribatının farkında olmadıkları gerçeğini değiştirmeyecektir bu. Manzara şu: Yan yana dizilmiş, eller kucakta yurdum insanları... Kendine güven abidesi danışmanlar, otoriteler ve hayatın anlamına dair tüm ciltleri yalayıp yutmuş duruşuyla sunucu bayan. Delikanlı konuşmaya başlıyor; çocuğu kaçırılmış. Ama hayatı yalanlar üzerine kurulu filan. Yalan, dolandırma, borç, aldatma, hapis bilmem ne gırla. Ve bir türlü sunucunun ağzından çıkmayan 'karın seni aldatıyor' yumurtası. Habire ima, habire aba altından sopa. İnsanlar elleri kucaklarında, boyunları bükük haklarında verilecek stüdyo kararını beklemekte günlerce.
Çok acımasız değil mi bu sahne sizce?
Evet, biliyorum da, 'kimse onları silah zoruyla getirmiyor oraya' diyecekler de çıkacaktır. Ama böyle midir yayıncılık, bu mudur televizyonculuk?
Şüphesiz derdim 'RTÜK uyuyor mu, ATV yetkilileri bu ne iştir?' filan değil... Ama bu gidişat da iyi değil inanın. Biraz iyi niyet, biraz reyting maskaralığı, biraz gündemde kalma saplantısı ve bol miktarda malzeme. Sonra da otursun akademisyenler tartışsın 'Mardin'de neler oluyor?' diye. Önce stüdyolardaki şu görünmeyen kafesleri kaldırıp, makyaj odalarındaki kocaman aynaları koymak lazım onun yerine. Arada bakmak gerek, ne hale geliyoruz diye!
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT