1. YAZARLAR

  2. Oral Çalışlar

  3. Statükocular ve utangaç destekçileri
Oral Çalışlar

Oral Çalışlar

Yazarın Tüm Yazıları >

Statükocular ve utangaç destekçileri

28 Nisan 2010 Çarşamba 15:47A+A-

Ergenekon davasının militarizmle bir hesaplaşmaya dönüşmesinden hoşlanmayan çevreler, şöyle bir teoriyle ortaya çıkmışlardı: “Darbeciler yargılanacaksa, öncelikle Kenan Evren yargılansın. Anayasa’dan onların yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde kaldırılsın.”

Ergenekon davası, varlığını sürdüren bir darbecilikle hesaplaşıyor. 30 yıl önce gerçekleşmiş bir darbenin hayatta kalmış bazı sorumlularının yargılanmasının işlevi farklıdır, Ergenekon davasının işlevi farklıdır. 90 yaşını geçmiş ve artık darbecilikte klasikleşmiş bir isim olan Kenan Evren’in yargılanmasının fonksiyonu büyük oranda sembolik olacaktır. Ama şu an varlığını sürdürmekte olan ‘darbeci hareketler’in engellenmesi çok daha somut bir ihtiyaçtır.

“Evren’i yargılamıyorsunuz, sonra da darbeci diye bazı komutanları içeri atıyorsunuz” demek, Ergenekon davasını başından itibaren ‘etkisiz’ hale getirmek isteyenlerin safında bulunmak anlamına geliyor. (Ama, ne olursa olsun, Evren’in de yaptıklarının hesabını vermesi gerekli.)

Bu davaya müdahil olmak için en çok çaba sarf edenlerin başında üst yargı kurumları geliyor. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Ali Öz’ü ve bazı Ergenekon savcılarını tasfiye edebilmek için çok büyük çabalar sarf etti. Bir fırsatını bulsalar harekete geçecekleri yönünde mesajlar vermekten hâlâ vazgeçmiyorlar. Erzurum savcılarını görevden alarak oradaki soruşturmayı bir ölçüde darbelemeyi başardıklarını da söylemek mümkün. Yargıtay ve Danıştay üyelerinin de bir örgüt gibi onlara destek vermeleri tabloyu tamamlıyor.

***

Anayasa değişikliğine karşı çıkan siyasi eğilimleri, birkaç kategoriye ayırarak değerlendirmek mümkün...

12 Eylülcü rejimi kayıtsız şartsız savunan bir kesim var. CHP’yi bu kategori içinde değerlendirmek artık yanlış olmaz. Anayasa’nın değişimini engellemek için gösterdikleri çabalar, tarihe geçecek düzeyde. MHP de (biraz değişik bir şekilde olmakla birlikte) aynı kategori içinde konumlandırılabilir.

Yıllardır ‘1982 darbe Anayasası değişmelidir’ diyen çevrelerse farklı bir kategori oluşturuyorlar. Bu çevreler, yapılması planlanan değişikliği yeterli görmüyorlar...

Bu Anayasa yerine toptan yeni bir anayasa yapılması bence de en doğrusu.

AK Parti’nin, 1982 Anayasası’nın toptan değiştirilmesini isteyenlerin bu isteklerine tam anlamıyla cevap vermediği bir gerçek. Ancak Meclis’ten ‘gıdım gıdım’da olsa geçmekte olan değişikliklerin, 12 Eylülcü rejimin temel taşlarını yerinden oynatıcı bir sürecin kapısını aralayan rolünü görmezlikten gelmek insafsızlık olur.

***

Meclis’te şu an yaşanmakta olan mücadele, ‘AKP-CHP mücadelesi’nin çok ötesinde bir anlam taşıyor. ‘Yeni bir Türkiye isteyenler’ ile ‘eski Türkiye’yi sürdürmek isteyenler’ arasındaki bütün gerilim, değişiklik tartışması üzerinde konsantre olmuş durumda.

Kendilerini bu kamplaşmanın dışında konumlandırarak ‘temiz’ bir yerde durduğunu düşünen çevreleri de anlamakta zorluk çekiyorum. Böyle bir eski-yeni çatışmasında tarafsız olunabileceğini düşünmüyorum.

***

Meclis’teki Anayasa değişikliği tartışmalarını, dikkatle, merakla, heyecanla izliyorum. Ülkemizin demokrasiye ulaşması yolunda önemli bir engelin aşılması olarak gördüğüm bu değişiklilere sonuna kadar destek verilmesinden yanayım.

Bunları söyleyince, bazı çevreler, ‘bunu ancak AKP’liler ister, yandaşlar ister’ şeklinde bir suçlamaya yöneliyorlar. Anayasa değişikliğinden yana olmanın ancak yandaşların yapabileceği bir tercih olduğunu düşünmek, son derece tuhaf bir yaklaşım.

Bu yaklaşıma eğilim gösterenlerin sayısı küçümsenemeyecek bir düzeyde. ‘Değişimden yana’ olan herkesin AKP’den yana olduğunu düşünmek garip bir psikoloji. Doğrudan ‘Bu ülkede hiçbir şey değişmesin, her şey olduğu gibi kalsın’ şeklinde bir tutum sergileyenler de; onlardan çok farklı bir yerde durdukları izlenimini vermeye çalışmalarına rağmen onlara paralel bir çizgi izleyenler de, aslında statükoyla aynı oranda akrabalar. Bu ısrarcı değişim karşıtlığı psikolojisinin kapsamlı şekilde analiz edilmesinde yarar var. Değişime böylesine kapalı olan kesimlerin kendilerini ‘solcu’ ya da ‘muhalif’ olarak tanımlayabiliyor olmaları da ayrı bir ironi.

Şu noktayı tekrar belirtmeyi de gerekli görüyorum: Bizler 12 Eylül Anayasası’yla mücadele etmeye başladığımızda ne AK Parti vardı, ne de bugünkü siyasetçiler. 12 Eylül Anayasası’nın demokrasi karşıtı, özgürlük karşıtı, despotik bir rejimin kurulması için hazırlanmış bir anayasa olduğunu çok uzun bir süreden beri söylüyoruz.

***

Bu Anayasa’nın temel felsefesini ‘seçilmişlere güvenmemek’ oluşturuyor. Seçilmiş hükümetleri yıkan, meclisleri kapatan darbecilerin böyle bir yaklaşımla anayasa yapmalarından daha doğal bir şey olamaz. Anayasa Mahkemesi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Milli Güvenlik Kurulu, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri İdare Mahkemesi gibi kurumlar da bu darbeci sistemi korumak ve kalıcılaştırmak amacına hizmet edecek şekilde kurumlaştırılmış olan kurumlar.

Son 30 senenin bilançosuna baktığımızda, bu kurumların ‘başarılı’ da olduklarını görebiliyoruz: Son 30 sene içinde, bu ülkede, çok sayıda parti kapatıldı. 1982 Anayasası’nın planladığı otoriter rejimin varlığını sürdürmesinin sağlanması için ne gerekiyorsa yapıldı. Türkiye, iç çatışmalarla enerjisini tüketmek zorunda kaldı.

1982 Anayasası; Kürt’ü, Alevi’yi, dindarı, dini azınlıkları yok sayan bir devlet yapılanması öngörmüştü. Daha doğrusu, eskiden de yok sayılan bu kimlikleri ezerek daha da baskıcı bir rejim yaratmayı hedeflemişti.
Son 30 yıl içinde dünyada ve Türkiye’de çok şey değişti. Kürtler, Aleviler, dindarlar, dini azınlıklar kendi kimlikleriyle sahneye çıktılar.

***

Bu ülkede demokratik mevziler kolay kazanılmıyor. Anayasa’da yapılan en küçük değişimi bile önemsemeliyiz. Çok bedeller ödediğimiz demokratikleşme yolunda atılan bu adımlara ‘üstten’ bakan kesimlerin sağlıksız bir tutum içinde olduğunu düşünüyorum.

Bununa birlikte, bu Anayasa değişikliğinin bütün bu talepleri karşılayacak düzeyde olduğunu iddia ediyor da değilim. AK Parti’nin ‘biz’im istediğimiz her şeyi yapacağı gibi gerçekçilikten uzak bir beklentimiz yok.

Demokrasiyi AKP’ye bırakıp ‘ilerici’ geçinmek, ilginç bir paradoks.

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT